07 Mart 2014 14:17
1999’da Magazin Gazetecileri Derneği Ödül töreninde Ahmet Kaya'nın Kürtçe bir albüm yapacağını ve Kürtçe bir klip çekeğini söylemesinin ardından bazı sanatçılar tarafından linç edilmek istenmişti. Paris'te sürgündeyken hayatını kaybeden santçının anısına Gülten Kaya ve Yavuz Bingöl yönetmenliğinde “...bir eksiğiz” adlı albüm hazırlandı. Bingöl, albümde neden Kürtçe bir şarkının olmadığı sorusuna, "Aslında vardı ama onu bir sonraki projeye saklıyoruz. Birkaç daha sürprizimiz var. Sonra onu başka türlü bir proje içinde yapacağız. Bu dediğinizi yapacağız. Belki Anadolu'nun bütün dillerinden oluşan bir çalışma yapacağız" cevabını verdi.
Gülten Kaya ile birlikte “...bir eksiğiz” albümünün prodüktörlüğünü yapan aynı zamanda albümde 'Merhaba' adlı şarkıyı söyleyen Yavuz Bingöl, "Bu albümü, ona bu linç kültürünü yaşatanların gözlerine gözlerine sokmalıyız" dedi.
“...bir eksiğiz” adlı albümde bir araya gelen sanatçılar arasında yer alan Yavuz Bingöl, Canan Aydın'ın sorularını yanıtladı. BirGün gazetesinden yer alan söyleşinin tamamı şöyle:
»Bu tür konsep albümler sıklıkla yapılıyor. Ancak mevzu Ahmet Kaya olunca durum değişiyor. Albümü yaparken, kulağınıza Ahmet Kaya'nın sesi geldi mi?
‘Albümü yaparken' diyorsunuz’ Şu sanatçı acaba Ahmet Kaya şarkısı söyleyebilir mi söyleyemez mi, örtüşür mü?' diye düşündün mü? Ya da Ahmet Kaya kalkıp gelip 'abi bu olmadı' diyebilir, diyorsun.
Herkesten aynı performansı beklemek doğru değil. O, yorumculuğunun dışında çok önemli bir besteciydi. Onun müziği, besteleri toplumla iç içeydi. Yaptığı bestelerle ya doğrudan ya da dolaylı bir yerlere dokunurdu. Dolayısıyla bu projeyi hangi sanatçı arkadaşımıza götürdüysek, hepsi büyük heyecanla karşıladı. Hatta projede yer almak istemeyenler de oldu. Bunun nedenini şöyle algılıyorum: Ben yıllarca Cem Karaca şarkısı söylemek istemişimdir ama hiç cesaret edemedim. Çünkü Cem Karaca çok belirleyici bir yorumcuydu. Alıp şarkıyı mahvederim diye düşündüğüm oldu. O yüzden de hep uzak durmuşumdur. Bu albüme o duyarlılıkta yaklaştılar bence.
»Kabul etmeyen müzisyeler kimler?
İsim vermeyelim ancak pop okuduğu için beceremem diye düşünmüş olabilirler.
»Yorumcuları ve şarkıları seçerken nasıl bir yol izlediniz?
Gülten Kaya ve proje danışmanı Melis ile (Kaya) birlikte özenle seçildi şarkılar. Önce kim hangi şarkıyı söyleyebilir diye aramızda konuştuk. İnsanların sesine, müzik tarzlarına göre önce kendimiz bir şeyler belirledik. Sonra herkese onar tane şarkı gönderelim kendileri seçsinler dedik. Mesela Cem Adrian farklı bir şey yaptı. Halil Sezai daha büyük bir orkastrasyon düşünmüş. Sezen çok sade bir şey yapmış. Ben bağlama kullandım mesela... Bu albüm yeni kuşaklar tarafından uzun zamanda anlaşılabilir; belki 20 yıl sonraki kuşak 'ya ne güzel bir çalışma olmuş' diyebilecek.
»Ahmet Kaya'nın sizde nasıl bir hatırası var?
Onun müziğiyle 1985'lerde tanıştım. Müziğimi farklılılaştıran, yol gösteren isimlerden oldu. Şiir bestelediği için, o şiiri anlamak için onu özel olarak dinliyordum. Mesela o dönem bizi birçok şairle tanıştırdı. 18-19 yaşlarındayız, Nâzım Hikmet'i biliyoruz ama Hasan Hüseyin Korkmaz'ı onun sayesinde tanıdım. Çok özel bir insandı Ahmet Kaya.
»Albümde ‘Cinayet Saati’ adlı Ahmet Kaya şarkısını seslendiren Vedat Yıldırım (Bajar) bu albüm için “Popüler faşizmin saplanan çatallarına mütevazı bir cevap” diyor. Katılır mısınız?
Ahmet Kaya'nın yaşadığı haksızlığı gündemde, sıcak tutmak, hiç unutturmamak için önemli bir proje bu albüm. Onu linç kültürünün sonucunda sürgünde kaybettik. O geceden sonra Tükiye'de, Fransa'ya gittiğinde, çok zor günler yaşadı. Çok yalnız bırakıldı. Onu hâlâ sevmeyenler var. Bu albümü ona bu linç kültürünü yaşatanların gözlerine gözlerine sokmalıyız. Bilboardlarda ismi olmalı. 'Alın size bir Ahmet Kaya albümü daha. Alın lan size Ahmet Kaya'nın bir bakan yüzü daha'... Ben bu tür çalışmaları bu yüzden çok değerli buluyorum.
»İktidar kendi sanatçı profilini yaratmaya çalışırken diğer yandan Başbakan, Ahmet Kaya’nın adını sık sık kullanıp ondan alıntılar yapıyor. Bu yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü de müzik alanında Ahmet Kaya'ya verildi. Bir sanatçı olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amerika'da Komünist Parti'nin ilk üyelerinden Pete Seeger vardı. 50 yıl devlet tarafından büyük haksızlığa uğramış, 18 yıl devlet televizyonlarına çıkarılmamış, Vietnam Savaşı'na karşı durduğu için konserleri yaptırılmamış. Ama aynı devlet 50 yıl sonra 82 yaşına gelen sanatçıya Amerika'nın en yüksek şanlı yüksek madalyasını veriyor büyük bir konser salonunda. O madalya töreninde ise 'Her şeyin bir zamanı var” adlı şarkısı çalınıyor.
Ahmet Kaya için de aynı şey söylenebilir. Yaşarken hiç kimse onun kadar yiğit değildi. O doğru hissettiği ve kalbinin sesini dinleyerek yaptı ne yaptıysa. Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim demesi de PKK ile ilişkilendirilmesinde tuz biber oldu... O da bu ülkenin Pete Seeger'ı.
Mücadele etti, olması gereken yerlerde oldu. Düşüncelerini açık yüreklilikle söyledi. Herkesin bölücü damgası yediği yıllarda “Ben bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim. Çünkü bu ülkede Kürtler de var” deme cesaretini gösterdi. Bunların ceremesini çekti. Ama öldükten sonra da devlet “Biz bu adama yanlış yaptık” dedi galiba ve Cumhurbaşkanı Büyük Ödül'ü verildi.
Başbakan'ın da dilinden düşürmeme sebebi de ahde vefasıdır. Cezaevi kapısına kadar onu uğurlayan Ahmet Kaya'ydı. Hatta Başbakan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'yken kapısından iş almak için ayrılmayan sanatçılardan hiç kimse yoktu, Ahmet Kaya vardı; üstelik iş için kapısında bekleyen sanatçılardan da değildi.
»O gün Ahmet Kaya’nın yaşadıklarının bir benzerini Gezi’ye destek veren Mehmet Ali Alabora, Halit Ergenç gibi isimler de yaşadı. “Gezi’ye hepimiz gitmek zorunda mıyız. Aynı şeyi düşünmek zorunda mıyız” gibi ifadeler kullanarak kendilerini savunanlar da oldu, iktidarla uzlaşmaya çalışanlar da. Sizce sanat, sanatçı ve siyaset ilişkisi nasıl kurulabilir?
Bu sanırım bize özgü bir şey. Avrupa'da, dünyada böyle şeyler olduğunda insanlar sokaklara dökülüyor. Bizde sanat siyaset ilişkisi, sanat toplum ilişkisi o devrimci boyuta, o mücadeleci boyuta henüz gelmiş değil. O yüzden de ...bir eksiğiz.
»O dönemde yaşananlar karşısında göstermiş olduğu tavırdan yola çıkarsak bugün Gezi, Roboski gibi kanlı olaylar karşısında mutlaka söyleyecek bir sözü olurdu Ahmet Kay’nın. Bugün sanatçılar tüm bu yaşananlar karşısında neden sessiz kalıyorlar?
Gezi olaylarında polisle ilk kez karşı karşıya gelen bir kuşak vardı. Çok insan gaz fişekleriyle gözlerini kaybetti. Onlarca yaralı, 7 ölü var. Bütün bu yaşananlar başka ülkelerde olduğunda bakın neler oluyor. Bizde bir bilinç düzeyi eksikliği var. O ilişki henüz o devrimci boyuta ulaşmamış. Bütün bunlar örgütlü olamamanın sonuçları. Devleti hizaya getirecek de yine toplumdur. Sanatçısıyla basınıyla, işçisiyle, memuruyla, öğrencisiyle... Yoksa devlet aynı devlet, yönetenler aynı zihniyet, polis aynı polis, jandarma aynı jandarma...
Korkak bir toplumuz belki de. İnsan neden, ne için korkar, korkunun da mantığı olmadığı için bunu bir türlü çözemiyorsunuz. 'Örgütlü' kelimesinden korkan bir toplum var.
»Peki siz korkuyor musunuz?
Her şey olabilir bu ülkede. Bizim kuşak öyle şeyler gördü ki 'bunlar hikaye' diyebiliyor. 12 Eylül'de ülkeden kaçmamış, kalıp mücadeleye devam etmiş sanatçılarız. Faili meçhuller, Maraş, Sivas... Bu toplumu birbirine düşürmek için yapılan öyle kanlı bir tarih var ki bu ülkenin. Bir sabah kalkıyorsun asker gelmiş, bir sabah kalkıyorsun polis gelmiş. Garip bir ülkeyiz! O yüzden alışkınız. Sabah uyandığımızda şaşırmıyoruz. Her şey olabilir! Bir alışkanlık var ve “bu ülke hep böyle” diyorsun. Her şeyden iki tane varmış mesela!
***
»“Bir gün ölürsem asla arkamdan bu ülkeyi sevmedi demesinler...” diyordu Ahmet Kaya. Onun halkların kardeşliği üzerine kurulu bir yaşam düşü vardı. Ne zaman gerçekleşecek bu düş?
Bu toplum devletle nasıl mücadele edilebileceğini öğrendiğinde Ahmet Kaya’ın düşü de gerçek olacak. Onun müziği her insanı harekete geçirebilecek düzeydeydi. Bunu becerebilmiş çok sanatçı yok. Ona “Neden ‘ne mutlu Türküm diyene’ demiyorsun?” diye sorduklarında “Ben mutlu bir Türk değilim ki” demişti...
***
»Ahmet Kaya, Kürtçe albüm yapmak istediğini söylediği Magazin Gazetecileri Ödül Töreni’nde linç edilmek istendi. Ancak bu albümde hiç Kürtçe şarkı yok? Neden?
Aynur ne okuyor? Bütün sanatçılar Kürtçe mi okumalıydı. Onu mu diyorsun?
»Hayır. Albümde neden hiç Kürtçe şarkı yok, diye soruyorum. Aynur, 'Kaçakçı Kurban'ı okuyor.
Aslında vardı ama onu bir sonraki projeye saklıyoruz. Birkaç dah sürprizimiz var. Sonra onu başka türlü bir proje içinde yapacağız. Bu dediğinizi yapacağız. Belki Anadolu'nun bütün dillerinden oluşan bir çalışma yapacağız. Belki şarkıları Ermenice, Kürtçe, Lazca gibi farklı dillere çevirerek bir proje yapılabilir. Birkaç isim vardı Kürtçe okuyan. Onların biz de kayıtları da var.
»Hangi şarkılar ve kimler söylüyor?
İsim söylemeyeceğim. Çok özel isimler, iki kişi Kürtçe okumuştu ama onları başka bir projeye sakladık. Ama önümüzdeki yıl çok özel bir proje gelecek. Böyle projeler yaparken proje projeyi getiriyor, başka projeler düşünebiliyorsunuz. Yoğun beyin fırtınası yapıyorsunuz.
***
Özür dileyenlere sormak lazım: Samimi miydiler?
»Ahmet Kaya’nın linç edildiği o gecede bulunan bazı isimler özür diledi. Ahmet Kaya’nın yarım kalan bir hikâyesi var... Sizce bu isimler gerçekten Ahmet Kaya’nın derdini anlayabildiler mi?
Bu anlamda samimi bulduklarım var ama ömür boyu özür dileseler de mezara kadar özürünü kabul etmeyeceğim kişiler de var. O gece orada değildim. Olsaydım herhalde Mehmet Aslantuğ’un yaptığını yapardım. En azından bir göğüs gererdim çatal bıçağa.
Kime nasıl inandılar, samimi buldular mı, Ahmet Kaya’ya gerçekten haksızlık edildiğini düşünerek mi özür dilediler... Tüm bu soruları Gülten Hanım ya da Melis’in değerlendirmesi dahi iyi olur.
Bence o olayın bir gün sonrasında pişman olanlar da vardır ama basının ve egemen güçlerin yarattığı toplumdaki o linç kültüründen, faşizan baskıdan bunu dile getiremediler. Basın Ahmet Kaya’nın üzerine öyle gitti ki herkes korktu, çekindi. Özür dileyenlere sormak, niçin özür dilediklerini de konuşmak lazım.
© Tüm hakları saklıdır.