Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun "Bugüne kadar çok mücadele verildi. Açık konuşuyorum ki acımasız olacağız. İnanıyorum ki Türkiye terörle mücadelede başarılı olacak" açıklamasıyla ilgili olarak "Bir devlet adamı 'acımasızlıktan' söz ediyorsa, 'subliminal' olarak hukuk dışına çıkacağını düşünüyor olmalıdır" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "'Darbe' aynen böyle olur" başlığıyla yayımlanan (20 Eylül 2016) yazısı şöyle:
İlginç bir tartışma konusu bu: Seçimle işbaşına gelen belediye başkanlarından suç işleyenlerin yerine devlet memurlarından oluşan kayyumların atanması, bir demokraside kabul edilebilir mi, edilemez mi?
Seçim, bir demokrasinin olmaz ise olmaz kurallarının başında gelir ve seçimle gelenin, seçimle gitmesi esastır.
Burada şu soru soruluyor doğal olarak: Suç işleyen bir seçilmiş, dönem sonuna kadar görevinin başında kalmaya mı devam edecek?
Hayır, böyle bir durum elbette söz konusu olamaz.
Suç işlediği iddia edilen herkes gibi seçilmiş de yargılanır (milletvekili dokunulmazlığına sahip değilse tabii), suçlu bulunursa cezalandırılır.
Sorun cezalandırılıp, görevini yapamaz hale gelen seçilmiş kamu görevlisinin yerine kimin, nasıl atanacağıdır.
Doğal ve normal olanı, seçilmiş kamu görevlisinin yerine birisinin seçilmesidir.
Bu seçimi, iki seçim arası dönemde halk yapamayacağına göre, meşruiyetini yine seçimden alan bir organın yapması gerekir.
Belediye başkanı, suç işlediği için görevden alınırsa, belediye meclisi, yine seçimle gelen üyelerinden birini belediye başkanı olarak seçer ve meşruiyet tartışmalarına böylece meydan verilmez.
Nitekim bizim Belediyeler Kanunumuz da bunu öngörür.
Onun için seçilmiş belediye başkanını görevden alıp, yerine vali ya da bakanlık tarafından bir memur tayin edilmesi, kimse kusura bakmasın, halkın özgür iradesine karşı yapılmış bir darbedir.
Şöyle düşünelim:Olmaz ama, diyelim ki ülkenin birinde başbakan, rüşvet alırken suçüstü yakalandı.
Meclis, dokunulmazlığını kaldırdı ve yargılanmasının önünü açtı.
Başbakan yargılanıp mahkûm oldu. Yerine “kayyum” atanmayacak tabii.
Seçilmiş meclis, kendi üyeleri arasından yeni bir başbakana güvenoyu verecek ve onun hükümeti idareyi ele alacak.
Bu olmuyor da seçilmemiş ama gücü elinde tutan bir makam yeni başbakanı tayin ediyorsa, bunun adına da darbe diyoruz zaten.
Seçilmiş kamu görevlisinin suç işlediği mahkemede sabit olunca, görevden alınabilir.
Yaşadığımız örnekte böyle bir mahkeme kararı ortada yok.
Belediyelere kayyum atanmasına olanak veren KHK’nın birinci sorunu bu.İkinci sorun, seçilmiş kamu görevlisinin yerine memurun tayin edilmesi, seçilmişin ancak seçilmiş bir başkasıyla değiştirilebileceği gerçeğinin ihmal edilmesi.
15 Temmuz’daki darbe girişimi eğer başarılı olmuş olsaydı, aynen bugün yaşananları yaşayacaktık.
Seçilmişler görevden alınacak, yerlerine memurlar atanacaktı. Bunu da hatırlatmak isterim.
15 Temmuz yemini
Milli Eğitim Bakanlığı, öğrencilere 15 Temmuz darbe girişimini anlatan bir broşür de dağıtacakmış.
Darbe girişimi sırasında ölen ve yaralanan vatandaşlarımızın kahramanlıklarının anlatılacağı bu broşürde bir de “yemin metni” bulunduğunu gazete haberlerinden öğrendim.
Yemin metninde şöyle bir bölüm var: “Eğer sizi unutursak kalplerimiz kurusun. Emanetlerinize sahip çıkmazsak kalplerimiz lal olsun. Üzerinden asırlar geçse bile şahadetinle hayat bulan bu kutlu destanı asla unutamayacağım.”
“İki gözüm önüme aksın, Allah belamı versin, şuradan şuraya gidemeyeyim ki, aha şu ekmek çarpsın” gibi “geleneksel” ve “millete mal olmuş” yeminler dururken, “kalbim kurusun, dilim lal olsun” nereden çıktı, anlayamadım.
Büyük olasılıkla çocuklar da bunları anlamayacaklar zaten. Bu tür kavramların anlamlarının içselleştirilmesi öyle 6–10 yaşlarında filan olacak şey değil çünkü.
Çocukların ruhsal gelişimine bu tür yeminlerin vereceği zarar da cabası.
Kim bilir belki de “namus ve şeref” gibi kutsal kavramlar üzerine yemin etmenin kendileri için bir anlamı olmadığını düşündükleri için böyle yaptılar.
Yemin ettirmek yerine, demokrasi kültürünü, çocukların bu kavramı içselleştirmesini sağlayacak şekilde belletmek daha doğru ve anlamlı olurdu.
Milli Eğitim, okul girişlerine bir de 15 Temmuz kitabesi koyacakmış, bunda da 15 Temmuz darbe girişiminin “coğrafyamızda tarihin gördüğü en büyük ihanet” olduğu yazılacak.
Biraz abartmıyor musunuz?
Coğrafyamızda tarih ne ihanetler gördü, en büyüğü de yere göğe koyamadığınız Osmanlı’nın son padişahınınkiydi.
15 Temmuz kuşkusuz ki alçakça ve canice bir kalkışmaydı.
Ama bu kadar abartı sonunda insanda gülme duygusu uyandırıyor ve 15 Temmuz’da halkın verdiği mücadelenin içi boşaltılıyor. Uyarmış olayım.
Subliminal acımasızlık
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Trabzon’daki bir bayramlaşma töreninde konuşma yaptı ve operasyonların süreceğini, “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın talimatları yönünde acımasız olunacağını” söyledi.
Sanırım FETÖ ve PKK’ya karşı yapılan operasyonlar kastediliyor.
Bir devlet, elbette her türden terör örgütüyle savaşmalıdır, vatandaşlarının huzuru ve güvenliği için bu tehdidi ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunmalıdır.
Ancak şunu da söylemek zorundayım, bir hukuk devletinde suça ve suçluya karşı “şefkatli olmak, acımasız olmak” diye durumlar söz konusu olmaz.
Hukuk devletinde kanunlar vardır. O kanunlar suçun ve eylemin özelliklerine göre cezalar içerir. Suça katılma biçimine ve derecesine göre de adalet sistemi bu cezaları dağıtır. Adaletin gözü bağlıdır, “şuna acıyayım, buna acımayayım” diye bir tavır içine giremez.
Eğer bir devlet adamı “acımasızlıktan” söz ediyorsa, “subliminal” olarak hukuk dışına çıkacağını düşünüyor olmalıdır.
İçişleri Bakanı’na üstündeki makamlar böyle bir emir verdiyse bile ona düşen “hukuku” hatırlatmak, onun uygulanmasını sağlamaktır.
Bir de şunu soracağım: Bu terörün bir türlü bitmiyor olmasının nedeni, bugüne kadar teröre ve teröriste şefkatle yaklaşıyor olmanız mıydı?