*Gülseren Onanç
Toplum olarak bir hastalığın pençesindeyiz ve hastalık gittikçe müzmin bir hal alıyor. Hastalığın adı: Kutuplaşma. ‘Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları’ araştırması, kutuplaşmanın Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olduğunu ve kutuplaşmanın her geçen yıl daha da derinleştiğini söylüyor.
Türkiye’de Kutuplaşmayı Azaltmaya Yönelik Stratejiler ve Araçlar Projesi’nin (TurkuazLab) bir girdisi olarak da kullanılan bu araştırmanın ekibi, duygusal siyasal kutuplaşmayı sorunun temelinde görüyor. Farklı parti taraftarlarının birbirinden hoşlanmaması ve diğerine karşı duygusal mesafe hissetmesi olarak tanımlanan duygusal kutuplaşma üç şekilde ortaya çıkıyor.
Mesafe, üstünlük, hoşgörüsüzlük
Parti, taraftarları aralarında bir sosyal mesafe olsun istiyor. Araştırmaya katılanların yüzde 67’si çocuklarının “en uzak” hissettikleri parti taraftarlarının çocuklarıyla oynamasını istemiyor, yüzde 61’i “en uzak” hissettikleri parti taraftarlarıyla komşu olmak istemiyor. Bu yüksek oranlar, ülkemizde birlikte yaşama arzusunun düşük olduğunu bize gösteriyor. Araştırma aynı zamanda bir kişinin kendisini ait hissettiği grubun üyelerinin, diğer grup üyelerine kıyasla ahlaken üstün olduğunu düşündüğünü ortaya konuyor. Biz iyiyiz onlar kötü algısı yaygın. Siyasi parti taraftarları kendi partilerinin taraftarlarına vatansever (yüzde 87), ülkenin yararına çalışan (yüzde 86), onurlu (yüzde 85), açık fikirli (yüzde 84), zeki (yüzde 83) ve cömert (yüzde 80) gibi olumlu sıfatları; diğer parti taraftarlarına ikiyüzlü (yüzde 86), bencil (yüzde 85), kibirli (yüzde 82), zalim (yüzde 79), ülkeye tehdit oluşturan (yüzde 78) ve bağnaz (yüzde 77) sıfatlarını uygun görüyorlar. Bütün bunların birikimiyle siyasi hoşgörüsüzlük oluşuyor. Bireyler kendilerine hak olarak gördükleri bazı özgürlüklere “diğer” parti taraftarlarının erişememesini onaylıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 41’i “en uzak” hissettikleri parti taraftarlarının şehirde yürüyüş düzenlemesine, yüzde 37’si “en uzak” hissettikleri parti taraftarlarının basın açıklaması yapmasına karşı çıkıyor.
Dünyada da artan kutuplaşmadan karlı çıkanlar siyasi partiler ve siyasetçiler, kaybeden ise halklar oluyor. Siyasi partiler, bütün ülke için alternatif politikalar üretmek, değişen ülke dinamiklerine uygun olarak çözümler üzerine çalışmak yerin,e karşı parti bloğunu suçlayıp kendi tabanını konsolide ediyor. İktidarın ekonomi politikasını, kadın politikasını, eğitim politikasını, iklim politikasını eleştiren muhalefet partileri iktidar olduklarında nasıl bir Türkiye yaratacakları üzerine kapsayıcı çalışmaları halka sunmuyor. Toplum, kendi gibi düşünenlerden oluşan yankı odalarına hapsolduğu bir yalnızlığa giriyor. Geleceği ilişkin umudunu kaybediyor. Kutuplaşma aynı zamanda demokrasiyi kırılgan hale getiriyor, sosyal sermayemize zarar veriyor.
Son aylarda bu hastalığın tedavisine ilişkin bir umut oluştu. Ülkemiz adına yarışıp başarılı olan kadın sporcular bize kutuplaşma hastalığından kurtulma fırsatı sundular. Geleceğe ilişkin umudumuzu yeşerttiler.
Tokyo Olimpiyatlarında ve Avrupa Şampiyonasında başarılı sonuçlar alan Türkiye Kadın Voleybol Takımı’nın başarıları sporun ötesinde bir anlam ifade etmeye başladı.
Örneğin seküler mahalleler A Milli Kadın Voleybol Takımı’nı başarılı bir muhalefet sembolü olarak sahiplendiler. “Türkiye kadın milli voleybol takımı, istese de istemese de önemli bir siyasi değer taşımaya başladı. Altı kadının, istediği gibi giyinip büyük bir özgüvenle önemli işlere imza atması, mevcut koşullarda ister istemez muhalif bir değer taşıyor” diyor akademisyen Dağhan Irak.
Diyanet İşleri Başkanı’nın dualı adli yıl açılışı yaptığı, laiklik endişesinin yükseldiği, Afganistan’da radikal İslamcı Taliban’ın kadınlar ve kız çocuklarını kamusal yaşamdan silmeye başladığı ve muhalefet partilerinin daha iyi bir gelecek vadetme konusunda eksikliği çok açık olduğu için, Türkiyeli kadın voleybol takımının uluslararası başarıları seküler mahallelerin umudu oldu.
İktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçip, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na başrol görevi vermesinden endişe duyduğumuz bir ortamda kadın voleybol takımının başarısına tutunma ihtiyacı doğdu.
A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın toplumun bir kesimine umut olmasının başka bir nedeni de kutuplaşma hastalığını yenme potansiyeli taşıyor olması. Takım kaptanı Eda Erdem açıklamasında bugünlerde hasret kaldığımız kucaklayıcı, çoğulcu bir dil kullanıyor: “Biz Rengarenk bir takımız. Birbirinden farklı karakterlerden oluşan, her izleyenin kendisinden bir şeyler bulabileceği, yakın hissedebileceği kadar çeşitliliği olan ama tek bir amaç altında biz olabilen, bir olabilen ve birbirini sevebilmeyi başarmış bir takımız” diyen Eda’nın dili hepimize örnek olacak nitelikte.
A Milli Kadın Voleybol Takımı farklılıklarıyla barışık, dayanışma içinde, özgüvenli bir çalışma sonucunda başarılı oldu. Bütün Türkiye’nin gururda ortaklaşmasını sağladı. Kutuplaşma duvarlarını yıkmayı başardı.
Bugün farklılıklarımızla birlikte yaşanabilir bir Türkiye yaratma konusunda A Milli Kadın Voleybol Takımı’mızın başarısı ve kendi içindeki dayanışması bize yol gösteriyor. Öncelikli olarak biz kadınlar kutuplaşma hastalığını yenebiliriz, toplumsal barışa katkı sunabiliriz.
Türkiye’nin yeni bir hikaye yazmasında etkin rol oynayabiliriz.
Bu yazı, SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu'ndan alınmıştır.