08 Ocak 2017 20:03
Ümit Kıvanç*
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Hürriyet’in Ankara bürosunu ziyaret etti, oradaki sohbette birçok siyasî konuda görüşler ortaya koydu.
Reina katliamı -sohbetin aktarıldığı Hürriyet haberinde “Ortaköy saldırısı” denmişti- hakkında konuşulurken şunları söyledi Numan Bey: “Bu tür saldırıları yapanları tek bir örgüt olarak görmek gerek. Bir örgütün farklı şubeleri. Saldırıyı yapan elemanlar farklı ama hedefler aynı. Önemli olan büyük resmi görmek.”
Biliyorsunuz bu “büyük resim” sadece, kör olmadığı halde hiçbir şey göremeyenlerin görebildiği -Allah tarafından böyle!- bir sihirli tablo. Kendini her şeye sahip, herkese hakim olsun diye Allah tarafından seçilmiş sayan Türk İslâmcısının gözü hep büyük resimde. Kimileri, aslında herkesin görebileceğini, ama biz sıradan insanların internet hızımız yetmediği için indiremediğimizi, küçüğüyle idare etmek zorunda kaldığımızı söylüyorlar. Kimileri, belli ki helâda bile karşılarına büyük resmi alıp oturuyorlar.
Doğru dürüst hiçbir şey okumadan, ne olup bitiyor, doğru dürüst izlemeden, işlerin nasıl döndüğüne dair fikirleri, böyle bir fikri edinebilecekleri tecrübeleri olmaksızın dünyayı çözmüş, başkası kursa derhal müşahade altına alınacağı bağlantıları umuma açık yerlerde çekinmeksizin kurabilen kimselere bahşedilmiş bir yetenek, “büyük resmi” görmek. Tanzanya’dan Kanada’ya herkesin elbirliğiyle Türkiye’yi yalnız baştakilerin bildiği “yolundan” alıkoymaya çalıştığını ve bu uğurda türlü hainlikler tertiplediğini ve bunları iç hainler marifetiyle yürüttüğünü ancak büyük resmi görebilenler biliyor.
Ve büyük resim iptilâ yaratıyor; bir defa bakan gözünü alamıyor. Kolunuzda sivilce çıksa, siz dönüp büyük resme bakıyorsunuz. Bir tür hipnotize oluş… Sivilce büyüyüp çıban oluyor o arada.
Anca kendi zihninizdekilerden imal edebildiğiniz için tablonuz pek yoksul. Fakat zihninizdekiler de işte bu kadar. Tablonuz size pek zengin görünüyor. Sadece elma, armut ve şeftaliyi tanıyan, üç hamlede dünyanın bütün meyvelerine sahip olur. Varsın, ananas, kivi, muzun yanısıra akıl-mantık gibi şeylerin de bulunduğu koca dünya tablonuzda kendine yer bulamasın.
“Şubeler” tezi, sahibine zarar
Numan Bey şu anda iktidar propaganda aygıtı tarafından üzerimize boca edilen mâlûm “üst akıl” tezini tekrarlamış: Birileri oturup karar alıyor, “Bu hafta DAİŞ Reina’yı tarasın,” diyor. Sonra aynı adamlar, “Haydi, PKK İzmir Adliyesi’ni bassın,” diyor, filan.
Bu yaklaşımın, konuya sadece güvenlik telaşıyla yaklaşanlar açısından bile kabul edilemez, üstelik zayıf düşürücü olduğu ne yazık ki büyük resimde gözükmüyor. Çerçevelenirken altta mı kaldı, ressam zamanla sıkılıp üstüne sepet içinde elma-armut mu çizdi, bilmiyoruz.
Başta istihbaratçılar, güvenlik kuvvetlerinin “doğal” hassasiyetler geliştirmeleri beklenir. İzlemekle görevli oldukları örgütler ve mensuplarına dair önseziler, ortamda koku alma kabiliyeti vs. geliştirmeleri, örgütün muhtemel hareketlerini kestirmeleri beklenir.
Sonuçları çok ağır kanlı katliamların ardından yaşadıklarımız, bu işlerin burada hiç de böyle yürümediğini gösterdi. Güvenlik görevlilerinde özellikle silahlı cihatçı örgütlere karşı herhangi bir doğal refleksin olmadığı anlaşılıyor. Doğru dürüst istihbaratın bulunduğu da şüpheli.
En etkili önleyici gücün, istihbarat ve buna bağlı öngörebilme kabiliyetinin yerlerde sürünmesi, sanırım öncelikle, riski ağır, baştan yanlış siyasî hesapların yarattığı son derece çarpık bir güvenlik tasarımından doğuyor. “Kokteyl terör” nutuklarıyla, “PYD DEAŞ’tan tehlikeli” manşetleriyle halka da sunulan bu tasarım, her şey bir yana, siyasî-silahsız çözümü olabilecek çok boyutlu bir yapısal meseleyle, asla görüşülerek sonuç alınamayacak birilerinin yarattığı konjonktürel meseleyi aynı kaba koyuyor. Somut-operasyonel zararıysa, tehditlerden birinin “kayırılmasına” yolaçması.
“İslâm Devleti” örgütü (DAİŞ-IŞİD) hücrelerini, bağlantılarını rahatça kuruyor, iktidar propaganda aygıtının sonsuz katkılarıyla, manevî destek ortamını oluşturuyor ve başlıyor katletmeye. “Oh olsun-gebersinler” kampanyalarıyla sağlanan artçı tezahürat da sonrakiler için ortamı garanti ediyor.
Güvenlik kuvvetleri DAİŞ konusunda doğal hassasiyete, gerekli reflekslere sahip olsa, bunlar bu kadar el kol sallayarak dolaşamazlardı. Bunu bilmek için, değil büyük resim, Numan Bey’in vesikalığına bile gerek yok.
Yukarıdaki sözlerinin birkaç cümle sonrasına şunu ekledi, başbakan yardımcısı: “Tehdit sadece bir tek örgütten gelen bir tehdit olmadığı için işimiz hakikaten çok zor.”
İyi ama “tek örgüt” diyen siz değil misiniz? Henüz bir AK-47 şarjörü boşaltma süresi önce bizzat söylemediniz mi, bunların hepsi aynı örgüt diye? İktidar propaganda aygıtı halt mı yiyor?
Yok, “hepsi aynı” ise, “bir tane değil ki” demenizin anlamı ne? Değillerse niye aynı diyorsunuz? Eylemi yapana kadar tek, iş önlemeye, yakalamaya vs. gelince çok mu oluyor bunlar?
Ciddî istihbaratlar, ciddiyetsiz tutumlar
Yaygın propagandaya göre aslında tek örgüt olan örgütler, işi çok ileri götürmüşler; CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP lideri Devlet Bahçeli’ye suikast planlamışlar. Numan Kurtulmuş, “Çok ciddi istihbaratlar var,” dedi.
Buna karşılık, istihbarat zaafiyetini yapısal hale getiren kötü alışkanlıklar ve tercihler var. Reina katliamcısından sözederken Kurtulmuş,“muhtemelen Kırgızistan üzerinden gelmiş biri” demişti. Daha ileride şunları söyledi: “Sıkıntılı bölgelerden gelenlerin özellikle bir müddet kontrol edilmesi lazım. Akrabalık hukukunu kullanıyorlar. Ama bu da hassas bir nokta. Kırgızistan’dan, Türkmenistan’dan gelen bir vatandaşa setler oluşturuyor olamazsınız, Türkiye onların ikinci vatanı.”
Yani: Binlercesi Ortadoğu’ya, çoğu “İslâm Devleti” örgütünün halifeliğine, çoluk çocuk, aileleriyle birlikte akan Orta Asyalı cihatçılar için Türkiye “ikinci vatan”, geldiklerinde fazla karışamayız, artık yer içer işe mi giderler, intihar yeleklerini takıp can mı alırlar, akrabalık hukukunda o kadar olur.
Kurtulmuş’un sözetmediği, TC pasaportu verilerek Çin’in Sincan bölgesinden Ortadoğu’ya aktarılan Uygur cihatçılar gibi alengirli mevzular var. Uygur cihatçıların neredeyse birinci vatanı olmak üzere memleket. Suriye’de barınamaz olup gelirlerse burada ne iş yaparlar? İntihar eylemciliğini bırakıp sanayide mi çalışmaya başlarlar?
Çok açık, çok net
Cevap arıyoruz: Madem hepsi tek örgüt, bunları kim yönetiyor? Numan Kurtulmuş, “Büyük resim çok net,” diyor. “Bir asır evvelki oyunun 2. perdesi oynanıyor. Bölge bir kere daha dizayn ediliyor, bölünmeye çalışılıyor. (…) Bu, ikinci Sykes-Picot, çok açık.”
Yani İngiltere ile Fransa mıymış örgütleri topluca yöneten? Numan Bey ‘onlardır’ demiyor.
Peki her kim ise, niye “bir asır” sonra böyle bir işe kalkışmış? “Üst akıl”? “Batı”? “Haçlılar”? “Ammarikka”? “Siyonistler”?.. hangisi ise, hangi çıkarı bozulduğu için atmış bu adımı?
Oyun ne, sonunda kazanılacak ödül ne, şu anda elde edilemeyen ne, oynayan kim… bunlara dair söz söylemeyen Numan Bey, “…bu oyunu bozabilecek tek ülke Türkiye olarak görüldüğü için,” diye konuşuyor, “bu oyuna müdahale etmemesi isteniyor. Bunun Türkiye’nin yönetim yapısıyla falan hiçbir ilgisi yok.”
Oyuna dair hiçbir şey bilmediğimizden, Türkiye müdahale edince ne olacak, etmezse ne olacak, anlayamıyoruz. Ayrıca zaten Türkiye’nin müdahale etmediği yer mi kaldı? Hedef de büyük güçlerin oyunlarını bozmak falan değil Ortadoğu’nun “sahibi, öncüsü ve hizmetkârı”(Ahmet Davutoğlu) yani bir nevi “adil hükümdar” olmaktı!
Başbakan yardımcısı, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi televizyonu Rudaw’a konuşurken “ikinci Sykes-Picot” tezini şöyle açıkladı: “Yüz sene evvel bölge halklarını sunî sınırlarla ayıran iradeler, şimdi maalesef ikinci kez aynı oyunu oynamaya çalışıyorlar. Bölge halklarının iradelerini, etnik ve mezhep farklılıkları üzerinden ayrıştırmaya çalışıyorlar.”
“Bölge halkları etnik-mezhebî farklılıklar üzerinden ayrıştırılıyor” şikâyeti, bölge Sünnilerini örgütleyip başına geçmeye kalkışmış bir siyasî hareketin sözcüsünden geliyor! Yoksa Numan Bey, müessif gelişmeler nedeniyle artık sahnemizde bulunmayan Stratejik Derinlik mucidi Ahmet Davutoğlu’na nazikçe selam mı gönderiyor?
Numan Bey’in jestlerle uğraşacak hali yok muhtemelen, çünkü mezhepçi politikayla etrafa verilmiş hasarın kaydını sildirmekle meşgûl. Bu kolay değil.
“10 sene öncesine göre,” diyor Numan Bey, “mezhebî bakımdan da bölge çok daha fazla bölünmüş durumda. Meselenin başlangıcı 1991 Irak’ın işgalidir.”
Başbakan yardımcısı, subliminal “bilanço çıkarın” mesajı vermiş sanki. 1991’de Irak’ı işgal edenlerle beraber oralara dalmak için 2003’te bizzat partisinin milletvekillerini tehdit edecek kadar hırslara kapılmış birilerini hatırlıyoruz. Hani 1 Mart? Tezkere oylaması? Hatırlıyor muyuz? Kim hatırlıyor? Reis ne yapıyordu?
Eğer şu anda büyük resmi yapan, oyunu kuran, Türkiye’yi katmak istemeyen, başımıza bin türlü belayı açan, terör örgütlerine topluca komuta eden güç ABD ise, neden 2003’te ona bağlı kara gücü olmak için çırpınıyordu AKP lideri?
Reis yanlış yapmayacağına göre, iktidar propaganda aygıtı son günlerde büyük halt yemektedir!
O halde “üst akıl” kim? Az sonra!
Öyle demedim faslı
Devam ediyorum. Numan Bey’in en çok yankı uyandıran sözü: “Baştan beri Suriye politikasının büyük yanlışlarla dolu olduğuna inananlardanım. (…) Şimdi bunları tamir ediyoruz, düzeltiyoruz.” İki cümle arasında şu var: “Tabiî ki Esad rejiminin, zalimlerin yanında yer alacak değiliz.”
Numan Bey, bu sözün kopardığı gürültü üzerine, hemen bir “öyle demedim” manevrası yaptı. Şöyle demek istemiş meğer: “Türkiye olarak doğru yerde durmuş olmakla birlikte bu doğru yeri tahkim edecek politikaları geliştiremedik. Buna gücümüz yetmedi.”
Yani arızalanmış, bozulmuş şey yok, yetersiz kalmış şey var; neyi tamir ediyorlar? Olmuyor tabiî. Neyse ki Tevil A.Ş. ile işimiz yok.
Belki Numan Bey’in “baştan beri” yanlış bir şeyin içinde gıkını çıkarmadan bulunabilmiş oluşuna takılabilirdik, ama bunu da yapmayalım. Zira kendisi, hakikatle yüzleştirmek istemeyeceğimiz sözler söylüyor: “Suriye'de demokratik bir sürecin başlatılmasını istiyorduk ama bunları gerçekleştirebilecek politik araçların gelişmesini sağlayamadık…”
Demokratik süreç?! Bunu isteyen insan, cihatçısı şusu busu kırk çeşit silahlı örgütle ilişki mi kurar? Kendisi örgütler mi kurar, kurdurtur? Resmî istihbarat elemanlarını, silahlı personelini komşu ülke isyancılarına danışman, komutan falan mı tayin eder? Silahlar, kamyonlar, TIR’lar, operasyon odaları? Hangi demokratik süreç?
Herhalde “demokratik süreç istedik” fantezisini gerçeğe benzetmek için, Numan Bey, şöyle bir üçleme eyliyor: “Türkiye olarak durduğumuz yer doğruydu. Hiç şüphemiz yok. Yüzde yüz doğruydu.” Bu ne ısrar, değil mi?..
“Zalimlerin yanında yeralmama” tutumu da ne soylu!.. Keşke herkese nasip olsa. Numan Bey’e bir daha kulak verelim:
“Suriye’de Ruslarla gidilecek olan görüşmelerde Halep üzerinden iyi bir Halep barışı ve Halep barışı üzerinden de iyi bir Suriye barışı tahkim edilmesi lazım.”
Lazım da… Ruslar sözkonusu “zalim”in müttefiki, hattâ kurtarıcısı değil mi? Numan Bey, “Böyle bir katilin iş başında durmasının insani olmadığını düşünüyoruz,” da dedi. E, bu iktidarın en tepedeki insanları Rus uçağı için de “düşürdük, yine düşürürüz” demişlerdi.
Otoyolda zigzag viraj olmuyor, siyasette oluyor. Zalimin yanında durmuyoruz, ama zalimin ağabeyi bize kızacak diye ödümüz kopuyor, onunla kolkola bir sürü işe giriyoruz. Zalimin yanında durmuyoruz, ama karşılıklı görüşme masasına oturacağız, ve fakat ona bir de katil diyoruz. Nasıl oluyor?
İçeriye söylüyoruz, dışarıda kimse duymuyor olabilir mi? Ciddîye almıyor olabilirler mi?
Bizi yönetenler, Suriye’ye, Esad’ın müttefikleri Rusya ve İran’ın icazetiyle girmemiş, Halep’teki “mücahitler”i satmamış, hâlâ kendi inisiyatifleriyle davranabilirlermiş gibi konuşuyorlar.
Zalimin yanı, bir koltuk boş bırakın
Sanırım artık “üst akıl”ın kimliğini seyirciye gösterme zamanı geldi. Kahramanımız bu canavarı yere serecek ve gidip maskesini yırtacak. Hepimiz soluğumuzu içimize çekerken ince kafa sesi çıkaracağız: “Hııı!”
“ABD ile gerginleşen ilişkilerin rahatlayacağını ümit ediyorum,” diyor Numan Bey. Önce Fethullah Gülen’in iadesi veya gözaltına alınması konusundan, sonra Washington’ın PYD’ye desteği sorunundan sözediyor. İlkinde “bir an evvel” sonuç bekliyor, ikincisine dair de şöyle diyor: “Ortadoğu’da bir takım normalleşmeler başladıkça, burada terör örgütleri üzerinden bir varlık mı olsun yoksa Türkiye gibi devlet geleneği olan bir ülke ile mi işbirliği yapacak? Ben ABD’nin Türkiye ile işbirliği yapacağına, açık, aleni tavır değişikliğine gideceğine inanıyorum. İnşallah kısa sürede PYD’yi desteklemekten vazgeçer.”
Böylece ABD’yi yeniden, kara büyü ayinlerinin tertiplendiği uğursuz binaya, bilmediğimiz bir alfabeyle lanetli esrarengiz sözlerin kazındığı duvarlarla çevrili, azıcık ışık vuran yerlerinde kılıçlar asılı loş salona, kara perdenin ardındaki yüksek tahta, başında kukuletası, elinde ışığa değdikçe parlayan som altından baltasıyla yerleştirebiliyoruz: “Terör örgütleri üzerinden varlık” o. İktidar propaganda aygıtı halt yemiyor! Büyük resmi görenler halt yemez. Bir ara maklûbe yerdi, şimdi onu da ağzına sürmez.
Fakat yine küçük bir bit yeniği var. Bu hain, hain olduğu için tabiî Mason ve hem hain hem Mason olduğundan mecburen Siyonist ve Pakradunî ve ateist canavarın, başına geçecek şımarık kodaman sayesinde “inşallah” tavır değiştirmesini, Türkiye ile işbirliği yapmasını istiyor Numan Bey. Bunun kişisel arzusu olduğunu sanmıyorum. Nasıl 1 Mart 1991 tezkeresinin Meclis’ten geçmesi o vakit kimsenin kişisel arzusu değil idiyse.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2016’nın 15 Ekim’inde Rize’de şöyle demişti: “Başika üssümüz konusunda da kimse konuşmasın. Bu üs orada duracaktır.”
7 Ocak 2017 günü dünya, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım’ın Iraklı partneri -Erdoğan’ın “Başika duracak”tan üç gün önce“muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin… haddini bil!” diye seslendiği- Haydar el-Abadi ile anlaşmaya vardığını, Başika’daki Türk askerlerinin çekileceğini öğrendi.
Türkiye? O öğrendi mi?
Ey gaza getirilen ve uçuruma koşan ahali, büyük resmi falan bırak da şu küçük oyunu bir gör allahaşkına…
(NOT: Gazetecilik sorunlarına ilişkin yazılara devam edeceğim. Arada güncelliğe teslim oluyoruz, mâlûm…)
Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.