Dünya
Deutsche Welle

Berlinale Direktörü Kosslick: En iyi mücadele yolu mizah

Berlinale 2017 tüm dünyadan gelen 399 filmle başladı. Açılış filmi "Django". DW festival direktörü Dieter Kosslick yönetlenlerin ilham kaynaklarına ve bilim kurgunun popülerliğine ilişkin konuştu.

09 Şubat 2017 17:22

DW: Mülteci dalgaları, terör saldırıları, Brexit, ne yapacağı kestirilemeyen bir ABD Başkanı. Dünya şu anda bir kargaşanın içinde. Bu konular Berlinale'nin bu seneki programına da yansıdı mı?

Dieter Kosslick:Bu konular elbette bu sene için fikir verici. Tüm bunların üstüne şimdi daha önce kimsenin tecrübe etmemiş olduğu bir şekilde Başkanlık kararnameleri yayınlayan bir insan var. Bir film yapımcısının bu konuları daha önceden sezmesi ilginç bir durum. Bu ayrıca insanların uzun bir süredir büyük ütopyalardan büyük felsefelerden, yani ekonomik bir felsefe olarak kapitalizm ya da komünizmden hayal kırıklığına uğramış olmasıyla da alakalı.

İnsanlar artık bu sistemlere inanmıyorlar. Bu sistemler onlara vaat ettiklerini veremedi. Ve şimdi film yapımcıları geçmişe bir bakış atıyor. Neden olaylar gerçekleştiği şekilde gelişti de biz bugün bu duruma geldik? Politik sistemler bundan sorumlu mu? Yönetmenler bugün başka bir şey arıyor, her şeye yeniden başlayabilmek için, kendimizi içinde iyi hissedebileceğimiz ve rahatlayabileceğimiz küçük bir sistem arıyorlar. Eğer her şey üstünüze geliyorsa, bununla tek mücadele yolu mizahtır.

2016 senesindeki Bienalde İtalyan belgesel filmi "Fuoccoammare” (Deniz ateşi) Altın Ayı kazandı. Festivalde geçen sene olduğu gibi güçlü belgesel filmlerin ağırlığı bu sene de var mı?

Geçtiğimiz seneler de bu konuda çok iyi deneyimler edindik. Sadece belgesel filmlerin sergilendiği "Panorama” ve "Forum” gibi Berlinale bölümlerinde değil. Aynı zamanda yarışma bölümünde de belgesel filmler ödül kazandılar. Bu açıdan bir trend var diyebiliriz.

İnsanların belgesel filmleri sevdiğini düşünüyorum. Çünkü belgesel filmlerin her gün internette ya da televizyonda görmüş olduğumuz izlerken keyif aldığımız ya da almadığımız gündelik hayata ilişkin görüntülerden daha farklı bir bakış açısı oluyor.

Sanata, sanatçılara ya da günümüzün güçlü karakterlerine ilişkin filmler her zamanın konusu ve bu kişiler bir şekilde festivaldeki filmlerin konusunda da bir rol oynuyorlar. Bu seneki yönetmenler tema olarak kimi ele alıyorlar?

Bu aynı zamanda sanatçıların her zaman bir ütopyaya sahip olmasıyla alakalı, en azından ilk önce kendileri için. Kendi ütopyasıyla dünyanın en büyük sanatçılarından biri haline gelmiş olan Joseph Beuys gibi, bazen bu ütopyalar içinde bulundukları toplumdan taşarlar. Andres Veiel'in bu sene yarışmada yer alan "Beuys" belgeselinde tam bu durum anlatıyor.

Ama aynı şekilde yönetmen Stanley Tucci'nin, Paris'te anlaşılmaz heykeller yaratan İsviçreli heykeltıraş Alberto Giacometti rolünde Geoofrey Rush'un oynadığı "Final Portrait” filmi de programda. Ya da bu senenin açılış filmi "Django”. Bu film de sıra dışı, baskı altında kalmış ama yine de dünyaca ünlü hatta belki de dünyanın en iyi Çingene jazz müzisyenlerinden biri olmayı başarmış Fransız jazz müzisyeni Django Reinhardt'ın hayatını ele alıyor.

Festivalde ayrıca oldukça radikal fikirlere sahip bir alman gencinin ele alındığı biyografik bir sinema filmi de var.

Yönetmen Raoul Peck'in "Genç Karl Marx” filmi. August Diehl Karl Marx rolünde. Film Karl Marx'ın arkadaşı Friedrich Engels'le birlikte Manchester'daki işçilerin dünyasını yakından incelemelerini ve kapitalizmi analiz edişlerini ele alıyor. Bu analizler bugün yaşadığımız şeyleri o günden söylüyor.

Karl Marx bazı konularda haklı, bunu kabul ediyorum. Ama Marx ve Engels'in geliştirmiş oldukları Marksist felsefe başarısızlığa uğradı. Genç Marx kapitalizm analizini doğru yapıyor ama komünizmin uygulamaya geçirilmesi aşamasında ağır bir başarısızlık yaşanıyor.

Filmdeki Karl Marx aynı zamanda bugünkü Londra'daki Soho'da, Water Caddesinde, dolaşıyor, Karl Marx'in gerçekten yaşadığı yer bugün bir bar. Ve bu barın adı ilginç bir şekilde " Quo vadis” yani "nereye gidiyorsun?”

Avrupa'daki güncel kültürel ve politik gelişmeler aynı zamanda Berlinale'de ele alınıyor mu?

Avrupa en büyük odak noktalarımızdan biri. Bunun bir sebebi de resmi yarışma programında çok fazla sayıda Amerikan filmi olmaması. Çok güzel bir Macaristan filmi var mesela. ldikó Enyedi mesela "Testról És Lelekról”("Beden ve Ruh Üstüne”) adında muhteşem bir film yaptı. Bugünkü Macaristan'da geçen güzel bir aşk filmi.

Özellikle eski Doğu Avrupa ülkelerinden filmler var, Romanya'dan var mesele, Calin Peter Netzer'in meşhur "Ana, Mon Amour” (Ana, sevgilim) filmi. Filmde komünizm sonrası sistemde hala devam eden baskıya karşı aşırı hassasiyet gösteren bir yetişkin var. Filmde oldukça absürd olaylar oluyor.

Bu senenin Berlinale yarışma juri başkanı eski usta yönetmenlerden Paul Verhoeven. Onun bu göreve seçilme nedeni ne?

Paul Verhoeven ideal bir Berlinale Juri Başkanı. Daha önce de başkanlık yapabilirdi. Çok farklı filmler yaptı. Hatırlıyorum 1973 yılında Münih Üniversitesi'nde öğrenci olduğum yıllarda "Türkische Früchte” ("Türk Meyveleri”) filmini izlemiştik. Orada Hollada'da cinsellik konusunda ele aldıkları şeyler şaşırtıcıydı.Sonra "RoboCop” filmini çekti. Ama tabi ki onu meşhur eden filmi Sharon Stone'nun başrolünü oynadığı erotik korku filmi "Basic Instinct” (Temel İçgüdü). Bu sene Berlinale'de en yeni filmi "Elle” var. Başrolde Isabelle Huppert.

Berlinale-Retrospektif de bu senenin büyük olaylarından biri. Peki ama neden şimdi?

Şu anda Amerika'da George Orwell'in 1984 adlı romanı en çok satan kitap. Ayrıca o dönemde yazılmış bilim kurgu hikaye kitaplarına da ilgi yoğun. Çünkü insanlar o zaman yazılmış şeylerin bugünün gerçeği olduğunu düşünüyor. Öyle de. Eğer o zamanın filmlerini izleyecek olursanız, dönemin birçok bilim kurgu yönetmeninin bugünün olaylarını, bugün bazı insanların reddettiği kutup bölgelerindeki ökolojik facialar gibi olayları mesela, daha o zamandan tahmin edebildiklerini görecektir. Berlin Sinema Müzesi'nde buna ilişkin bir sergi var. Bu filmlerdeki faraziyelerin çoğu bugünün gerçekliği ile çakışmaktadır.

Festivalin sonunda gerçekten güzel bir film var. Hugh Jackmann'nın oynadığı "Logan” filmi. Çok zekice yapılmış ve maalesef dünyanın bazı bölgelerinde bugün gerçekleşmekte olan olayları ele alan bir bilim kurgu filmi.

©Deutsche Welle Türkçe

Söyleşi: Hans von Bock

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle