Levent Arslan
Dün Saat 19:45’te Berlinale’nin açılış filmi olarak İspanyol yönetmen Isabel Coixet'in “Geceyi Kimse İstemez / Nadie quiere la noche” gösterildi.
Bir kadın yönetmenin filmi ile ikinci kez açılıyor Berlinale. Isabel Coixet’dan 20 yıl önce bir başka kadın yönetmen Margarethe von Trotta bu şerefe nail olabilmiş.
Filmi dün öğleden sonra basına özel ikinci gösteriminde izledim. Alman ve Dünya basınından ilk gösterime olan yoğun ilgi sebebiyle anlık bir kararla ikinci bir gösterim daha yapıldı. Dünya premiyeri olmadığı için filmden bahsedebilirim. (Berlinale yönetimi dünya premiyerini yapan filmler hakkında yazılmasına, filmlerin resmi gösterimleri öncesinde basında yer almasına amborgo koyuyor.) Filmin başında gerçek hayattaki kişilerden esinlenildiği ibaresi dikkat çekiyor. Filmde Kuzey Kutbu'na ilk ayak basan insan olarak kabul edilen Robert Edwin Peary'nin karısı Josephine Peary'in kocasına yakın olma adına çıktığı yolculukta eşyanın tabiatı hakkında kendi tecrübesini yaparak fikir edinmesi işleniliyor. 1908 yılında Antarktika `da geçen film kaşiflere eşlik eden İnuit’lerin, Eskimo’ların varlıklarına ve insanın insanı anlayabilse bile doğayı anlayamamasına odaklanıyor.
Tarihsel motivlere göre yazılan filmde hiç kendisini görmediğimiz Robert Peary neredeyse kesintisiz 16 yıl Kuzey Kutbunu arıyor ve oraya ilk ulaşan insan olarak ün kazanmak istiyor. Karısı Amerikalı bir High-Snobiety-Lady olan Josephine Peary’i Juliette Binoche oynuyor. Bir polar kaşifine aşık olmuş, evlenmiş, bir kız çocukları olmuş, ama yıllar içinde kocasinin yüzünü çok az görebilmiş. Bunedenle hedefine çok yaklaşmış kocasının yakınında olabilmek için buz cehennemi yolculuguna çıkıyor.
Bir kulübeye dek ulaşıyorlar 6 aylık gecenin başlamasından hemen önce yolda ölmeyen yardımcılarının da yanından ayrılmasıyla Mrs. Peary genç bir Inuit kadını olan Alaka (Rinko Kikuchi) ile yapayalnız kalıyor. Erzakları ve kömürleri biterken Josephine Peary Alaka’nın hastalık derecesinde aşık olduğu kocasının sevgilisi olduğunu ve bir bebek beklediğini öğreniyor. Kıskançlık krizleri, açlık derken bebeğe birlikte sarılır hale geliyorlar.
Filmde insanların cesaretinden ve doğanın şiddetinden oldukça sık bahsedilse bile bu filmde doğa oldukça sıkıcı ve yumuşak gözüküyor: Hep aynı buz kaplı dağlar ve kar çölleri.
Filmden anladığımız ise erkeklerin şöhret merakının ne kadar ölçüsüz olabileceği kadınların ise dayanma gücünün neredeyse sınırsız olduğu.
Üstünde durmamak olmaz: Oscar ödüllü Juliette Binoche’nin karşısında çirkin genç yerli kadını oynayan ve hiç bir yerde ya adı hic geçmeyen ya da geçse bile doğru telaffuz edilemeyen güzel Rinko Kikuchi mükemmel bir oyunculuk sergiliyor.
Isabel Coixet’in filmleri daha önce festivalin bir çok farklı bölümünde gösterilmişti. 2009’da ise juri üyesiydi. Basın toplantısinda "Gelecek yıl burda bana bilet sattıracaklar" diyen Coixet ve Juliette Binoche’ye en çok sorulan soru çekimler esnasında ne kadar üşüdükleri oldu. (Grönland’da şubat ortalaması -40 °C) Binoche ise çok üşümediklerini söyledi. Film 10 gün içinde Norveç’te sıcak bir stüdyoda çekildiğinden oyuncular soğuğu fantezilerinde canlandırmışlar. Böylece biz de film boyu o buz gibi soğuk bölgede nasıl başlarını kapatmadan dolaştıklarını anlamış oluyoruz.
Berlin’in neredeyse tamamı Berlinale afişleri, billboardları ile bezenmiş durumda. Bugün neredeyse her türlü kaynaktan Berlinale hakkında bilgi akıyor.
Festivalin merkezi sayılabilecek Postdamer Platz çevresinde hilafsız onlarca kamera ekibi, bilet sıralarında bekleyen, gişelerin önünde sabahlayan binlerce festival takipçisini belgeliyor, onlarla söyleşiler yapıyor.
Bu gece Berlinale partileri de başlıyor. Juri üyesi Alman oyuncu Daniel Brühl şöyle diyor: "Neredeyse hiç bir partiye gitmeyeceğim ve çok az alkol içeceğim." Gülümseyerek ekliyor: "Çok yoğun bir program ve yapacak çok işimiz var. "