Kültür-Sanat

Bergman, Sema Kaygusuz, Cahit Koytak ve blues...

'Yük trenlerinin kaçak yolcuları yazıyor tarihi bazen Amerika’da. Ve bir mızıka yetiyor her şeyi anlatmaya'

14 Mayıs 2012 20:01

 

- Mehmet Güreli

 
Taraf/ 10.05.2012
 
 
Uzun zamandır her yere benle birlikte giden, hiç bitmesini istemediğim bir kitap var yanımda. Agora Kitaplığı’nın eşsiz sinema dizisinden Ingmar Bergman’ın Sinematografi İnsan Yüzüdür bu kitap.
 
Bu çağın ne kadar büyülü olduğunu da hatırlatıyor bana. Küçüklüğümde bir filmi gördüğümde bir daha izleyebilmek ne kadar zordu, ne kadar çaba isterdi, onu düşündürüyor. Oysa şimdi her satırda bir Bergman filmine gidebiliyorum odamda. Küçük bir arşiv her şeye yetiyor.
 
“Biz kışın sadece, sabah sekiz buçuktan öğleden sonra iki buçuğa kadar gün ışığı görürüz. Kuzeyin buradan birkaç saatlik uzak bölgelerinde insanlar günü karanlıkta geçirirler. Gün ışığı diye bir şey görmezler. Ben kış aylarından nefret ederim. Kışın Stockholm’u hiç sevmem.”
 
Aynadaki Gibi, Sessizlik, Yedinci Mühür, Yaban Çilekleri ve şimdi de Monika’yla Bir Yaz. Ve tabii Harriet Andersson ve yine kitaba dönüyorum:
 
“Kural olarak yabancı politikayı umursamam, fakat gazetelerde çıkan Ruslar ve Çinlilerle ilgili son okuduğum şeyden sonra Rusların korktuğu ulusun Amerikalılar değil, Çinliler olduğunu keşfettim. Çinliler bir atom savaşını pekâlâ başlatabilecek kadar yol almış durumdalar.
 
Bütün bunları okuduktan sonra da bende korkunç bir ruh hâli oluştu.”
 
Ne kadar iyi Sema Kaygusuz...
 
“Bora, Mudanya sahilinde amaçsızca gezinirken, yarısı kuma gömülmüş bir konyak şişesi bulur. Şişenin kapak kısmı yosunlaşmış, üstüne bir dizi minik midye yapışmıştır. İçinde bir not vardır. Yana yatık özenli bir el yazısıyla yazılmış bir çağrı mektubudur bu.”
 
Yük trenlerinin kaçak yolcuları yazıyor tarihi bazen Amerika’da. Ve bir mızıka yetiyor her şeyi anlatmaya.
 
Ne demişti Lead Belly:
 
“Yoksul Howard öldü gitti;
Ben burada, onun şarkısını söylemek için kaldım.”
 
Sahnede ölen o eşsiz müzisyeni, Charlie Mingus’u dinliyorum şimdi.
 
Nehrin üzerinde bir baraka, köşeye çökmüş bir adam.
 
Yağmur yavaş yavaş düşüyor sulara. Odayı ikiye bölen ipte çamaşırlar; bir kadın giriyor odaya, kucağında ağlayan bir çocuk. Ayak sesleri duyuluyor, sonra bir misafir geliyor. köşedeki adamın yanına gidiyor, oturuyor, cebinden bir mızıka çıkarıyor. Ve başlıyor çalmaya.
 
çocuk susuyor, yoksul parmaklar canlanıyor, yağmur hızlanıyor...
 
 
Cahit Koytak’ın dizeleriyle yaşarken böyle görüntüler geliyor gözümün önüne.
 
Yük trenlerinde doğan
Siyah bir çocuktur blues,
Yük trenlerinde doğan
Siyah bir velet
Siyah bir velet...
 
Büyük bir yolculuğa çıkartıyor Cahit Koytak Cazın Irmakları’nda bizi, önce Mississippi’de bir barakaya bırakıyor, sonra New Orleans’ta Duke Ellington, Parker, Hooker, Miles ve daha yüzlercesiyle buluşturuyor.
 
Ve kendinizi müziğe öyle bir kaptırıyorsunuz ki; o yoksul barakadan çıkmak bile istemiyorsunuz.
 
Kim ne derse desin, matrak bir dahiydi
Bu Charlie Mingus denen
o... çocuğu;
umulmadık anlarda gamdan gama geçer,
ona esin taşıyan melekleri bile
şaşırtırdı, eşşoğlusu.
 
Cahit Koytak’ın Cazın Irmakları alıp götürüyor sizi:
 
Yasalara göre kölelikten kurtulduk
Kurtulmasına, ama
Dikenli tellere dikkat, Edi,
Gözle görülmeyen 
Dikenli tellere dikkat!