T24 - Yazar, yayıncı, dergici, editör ve tabii bir de futbol yazarlığı... Birçok kimliği var, Semih Gümüş'ün hepsinin ortak paydası ise edebiyat. Edebiyatın onun için hayatla kıyaslanabilecek kadar kıymetli, bunu da ''Benim için edebiyat hayattan daha değerli'' sözüyle dile getiriyor...
Hürriyet gazetesi yazarı Faruk Bildirici'nin, Semih Gümüş ile yaptığı röportaj (31 Temmuz 2011) şöyle:
Semih Gümüş daha çok eleştirmen olarak tanınıyor. Ama bir de yazar, yayıncı, dergici, editör ve de futbol yazarlığı kimliği var. Tabii bu faaliyetlerin tümü de yazıyla, kültürle, edebiyatla ilgili. Zaten bütün dünyası da onlarla dolu. Gençlik yıllarının tersine siyasetten uzak duruyor, hatta gerçek hayattan da...
Küçük yaşlardan beri edebiyat okuruydum. Ne bulsak okumaya çalıştığımız sırada, daha 14-15 yaşlarındaydık. Yazmaya karar verdiğim zaman da kendimi tarttım ve eleştiriyi seçtim. Eleştiri yazmak için ciddi bir hazırlığa soktum kendimi. Her zaman söylerim, eleştiri edebiyatın en pahalı türüdür. Niçin? Sözgelimi bir roman eleştirisi yalnızca o romanı okumakla sınırlı kalmaz, o yazarın öteki romanlarının ve başka kitapların okunmasını, dolayısıyla adamakıllı araştırma yapılmasını gerektirir. Ben de önce kendimden önce yazılan eleştiri yazılarını, kitaplarını okudum, Batı’da yazılanları da.
Neden eleştiriyi seçtim? Huyuma, suyuma, mizacıma, düşünme biçimime uygun olduğu için. Bugün de çok yerinde bir karar verdiğimi düşünüyorum. Eleştiri benim için sürekli yenilenebilen, sürekli düşünce üretimiyle yaşanan bir alan. Bizden önceki kuşakların, eleştirmenlerin yazdığı gibi yazmamayı amaçlıyordum.
Bizde eleştiri bağlamındaki bütün tartışmalar, eleştirinin hep kitaba bağlı bir yazı olduğunu varsayar. Oysa eleştiri, roman, öykü ya da şiir gibi, edebiyatın bağımsız bir türü. Eleştiri, bütün edebiyat anlayışlarından yararlanmalı ama herhangi birine bağlı kalmamalı. Bir bakıma hepsinin bir sentezi olmalı.
ELEŞTİRİYLE İLİŞKİSİ ZAYIF BİR TOPLUMUZ
Eleştiriye ilişkisi zayıf bir toplumuz. Yazarların eleştirmenleri sevmemesinin kaynağı da kesinlikle bu toplumsal arızamız. İnsanımız eleştiri sevmez, kendini eleştirmeyi hiç sevmez. Oysa eleştiri ancak sınırsız bir özgürlük içinde olabilir. Özgürlük olmazsa mutlaka bir duvarla karşılaşır.
“Kitaplarım beni mutlu etti mi?” Etmedi aslında. Bugüne dek 12 kitabım yayımlandı ama yazmak istediğim kitabı henüz yazmadığım gibi, o kitabı bir gün yazabileceğimi de sanmıyorum. Üstelik çok çalışırım, her gün sabah yediden yatana kadar; arkadaşlarım başka hiçbir şey yapmadan sürekli çalıştığımı bilir. Gene de hayal ettiğim o kitabı yazmaya zaman bulabileceğimden kuşkuluyum. Bunun için dünyaya yeniden gelip kendimi yeniden düzenlemem gerekiyor.
Eleştirmenlik beni mutlu etti. Daha doğrusu beni edebiyat mutlu ediyor. Yaşım ilerledikçe, benim için artık edebiyatın hayattan daha önemli olduğunu da düşünüyorum. Kendimi yayıncı ve yazar olarak tanımlarım. Eleştiri anlayışım, öteki türlerden bağımsız, onlarla aynı düzeyde bir tür olduğu için, kendimi yazar olarak tanımlıyorum. Bizde eleştiri deyince doğru olmayan bir şey anlaşıldığı için, eleştirmen demiyorum kendime.
ÜNİVERSİTE
Yedi yılda birkaç gün derse girmişimdir
1973’te, 17 yaşındayken kitabına uydurup parti üyesi olmuştum. Daha ortaokul yıllarında politikleşmiştik. 12 Mart döneminin sona erdiği, insanların cezaevinden çıkmaya başladığı günlerdi. O günden bugüne hep Türkiye İşçi Partili oldum. 1971’de girdiğim Ankara Fen Lisesi’ndeki yıllarım da unutulmaz. Fen Lisesi şimdiki gibi değildi, bambaşkaydı. Oradaki yatılı arkadaşlıklarım hâlâ vazgeçilmez. 1974’te de Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne, İktisat-Maliye Bölümü’ne girdim. SBF üniversite sınavında ilk tercihimdi. Fakat okulla akademik herhangi bir ilişkim olmadı. Hatta Maliye Bakanlığı’ndan burs almıştım. Dört yıl zorunlu hizmet yapmak istemediğim için o bursu geri ödedim. 1974’ten 1981’e kadar SBF’de kaydım vardı. Her gün okula gidiyorduk ama yalnızca politik çalışma yapıyorduk. Yedi yıl boyunca ancak birkaç gün derse girmişimdir. 1980’den sonra da kesintisiz bir hayat içinde oldum. 12 Eylül’den sonra bir gözaltı süreci olmadı. Bir ara arandım, ortadan kayboldum, sonra da arkası gelmedi. 12 Eylül’den önceyse, birçok kez kısa süreli gözaltılar, tutukluluklar yaşadım.
YARIN VE NOTOS DERGİLERİ
Cezaevlerinde bile abonemiz vardı
Okulla, iktisat ve maliyeyle ilgili bir işte bir tek gün bile çalışmadım. Üniversitenin son yıllarında düzenli yazmaya başlamıştım. İlk eleştiri yazım Yazko Edebiyat dergisinde yayımlandı. 1980’de. Ondan sonra git gide düzeyi yükselen eleştiri yazıları yazdım. 1981’de bir grup arkadaşımla Yarın dergisini çıkardık. Çok satılırdı. Yalnızca cezaevlerinde 500 abonesi vardı. Daha sonra, 1990’da Adam Yayınları’nda çalışmaya başladım. Adam Yayınları’nın hayatımdaki yeri önemli. 15 yıl editörlük yaptım orada, 2005’te ayrıldım. Yayınevinin varlığı da sona ermek üzereydi. İlk kitabım ‘Roman Kitabı’ da 1991’de Adam Yayınları’nda yayımlandı. 1995’te Adam Öykü dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendim. Uzun yıllar boyunca romandan çok öyküyle ilgilendim.
İşsiz kaldığım günlerde, kendi yayınevimi kurmaya karar vermiştim. Yayıncılık pahalı bir işti ve olanaklarım yeterli değildi. Yayıncılık yapacaksam içinde mutlaka bir dergi de olması gerekiyordu: Hem kendimi bir dergi manyağı gibi görüyorum hem de bir dergi her zaman hazır bir okur kitlesi yaratılabilir, dolayısıyla bir güvence olabilirdi. Ama bu dergi, kapağından iç tasarımına kadar yepyeni olmalıydı. İkincisi, aktüel olabilmeliydi. Üçüncüsü, genç tavırlı, güler yüzlü olmalıydı. Bugün tam beş yıl geçti. Aradığımız okur sayısına tam ulaşamadık ama Notos, edebiyat dünyamızın en etkin, en çok konuşulan, tartışılan ve yenilikçi tutumuyla geniş bir okur çevresine sahip dergilerinden biri.
YAYINEVİ
Popüler yayıncılığı bilmiyorum
30 yılı aşkın bir zamandır yayıncılık yapıyorum. Dergi yayıncılığıyla kitap yayıncılığı aynı pota içinde görülür ama bambaşkadır. Birinden vazgeçmek zorunda kalsam dergicilikten vazgeçmem. Yayınevimizde de dergimiz yaptığımız işin koçbaşı gibi. Notos Kitap Yayınevi’ni kurarken öteki yayınevleriyle rekabet şansımız olmadığını biliyordum. Kendi kitaplarımı yayınlamaya karar verdiğimde de hep butik bir yayınevi aramış, bulamamıştım. İlk kitapların üstünden dört yıl geçti, ama olmamız gereken yere ulaşamadık. Nitelikli edebiyat yayıncılığının okuru zaten az. Popüler yayıncılık yapmayı da ben bilmiyorum.
12 EYLÜL
Yeni biçimler ortaya çıktı
İhtilalden sonra bir kırılma yaşandı. Olumsuz sonuçlarını biliyoruz. Öte yandan, öyle bir kopukluk oldu ki, genç yazarlar eski kuşakların etkisinden kurtuldu, onların gölgesi altında kalmadan kendilerine yeni yollar, yeni biçimler aramaya başladı. Edebiyatımızın bugün dünden daha zengin, daha çok yönlü olduğunu düşünüyorum. Dünyanın her yerinde eski kuşaklar bir refleks olarak genç kuşaklara olumsuz yaklaşır. Ama bilerek, okuyarak mı? Bence değil. Eski yazarlar genç yazarları adam akıllı okumaz.
KÜRT SORUNU
Yeni bir edebiyat doğdu
Bu ülkenin en önemli sorunu Kürt sorunu. Kürt sorunu çözülmezse, hiçbir sorun çözülmez. Bu konuda iyimser miyim? Değilim aslında. Umarım barışçı ve demokratik çözüm yolları bulunur. Bu arada yeni, genç bir Kürt edebiyatı doğmaya başladı. Kürtçenin yazı dili olarak yayımlanabilme koşullarına sahip olmaya başlaması pek çok genç Kürt yazarının ortaya çıkmasını sağladı. Bu aynı zamanda Türkçe yazan Kürt yazarların da daha verimli olmasına neden oldu.