Politika

Belge: Gezi’nin ardından AKP'den ümidimi kestim

Murat Belge: Başbakan dövüşüyor, bağırıyor, çağırıyor, sırtı duvara dayalı bir adam görünümü veriyor ama seçim sonuçları AKP açısından bir iniş başladığını gösteriyor

29 Mayıs 2014 15:12

Profesör Murat Belge, Gezi olaylarının ardından AKP’den ümidini kestiğini söyledi. Sol ve Müslümanlar arasında kan davası olmaması gerektiğine inandığını belirten Belge, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tutumu nedeniyle bu yolun kapandığı görüşünde.

Al Jazeera’den İrfan Bozan’a konuşan Belge, Gezi Parkı sürecinden bu yana Türkiye siyasetini anlattı. Bozan’ın Belge ile yaptığı röportaj şöyle:

30 Mart seçimlerinin sonucunu siz nasıl okudunuz? Her seçimden sonra “Seçmen şu mesajı verdi” denir. Sizce seçmen ne mesajı verdi?

Gündeme gelen çeşitli yolsuzluk suçlamaları Türkiye halkını etkilemedi. Suçlamalar var ve bu suçlamalara karşı bir davranış biçimi vardı. Bence iddiaları susturma biçimi suçlamaların kendisinden daha vahimdi. Suçlamalara da baktığımızda dünyada bunların beşte biri, onda biri herhangi bir siyasi için yapılsa o siyasinin siyasi hayatı biter. Demek ki Türkiye’de bitmiyor. Buradan bir mesaj çıkarılabilir. Önemli bir şey de AKP’de en fazla oy aldığı seçime göre bir gerileme var. Oysa seçmen sayısı arttı. Görüyorum Başbakan dövüşüyor, bağırıyor, çağırıyor, sırtı duvara dayalı bir adam görünümü veriyor ama seçim sonuçları AKP açısından bir iniş başladığını gösteriyor. Bu iniş ne kadar sürer bilinmez.

 

CHP’yi konuşursak Ankara’da MHP kökenli Mansur Yavaş, bazı yerlerde başörtülü, İstanbul ilçelerinde muhafazakâr adaylarla seçmen karşısına çıktı. Bir açılım arayışı vardı. Siz CHP’nin performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP’nin performansı sol bir performans değil. Sağa açılabileceğini gösteriyor. Halbuki benim istediğim şu an bir solun çıkması, Türkiye’deki büyük eksiklik sol. Her şey var sol yok. CHP’nin bunları yapmasında sakınca görmüyorum. Zaten CHP solculuk yapmasın lüzum yok.

 

CHP’yi sola bükmeye çalışan çabalar da var. Bu çabalar size umut veriyor mu?

Hayır. Ben CHP’yi solun tıkacı olarak görüyorum.

 

Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin ortak aday çıkaracağına dair işaretler var. Aday olmasına kesin gözle bakılan Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında bu ittifak başarılı olur mu?

Tayyip Erdoğan’ı seçtirmemek için ona oy veren kitleden de oy alabilmek lazım. Yaşanan bazı olaylardan sonra ben Erdoğan’a değil gidip “X”e oy vereyim diyenler kağıt üstündeki bu rakamları oynatabilir. CHP ve MHP’nin üzerinde anlaşacağı adayın böyle bir aday olacağına ben akıl erdiremiyorum. Metin Feyzioğlu gibi yahut İlker Başbuğ gibi klasik CHP’nin kalıbına uygun birini çıkarsa ki çıkarsa MHP de destekler ama bu dediğim işlevi görmez. Hatta AKP’ye vermeyeyim diyen insanlara da hadi bir kere daha vereyim dedirtebilirler.

 

CHP ne yapabilir?

CHP’nin belkemiğini oluşturan bireylerin de seçim kazanacaklarına inandığını düşünmüyorum. AKP iktidara geldiği andan itibaren o zamanın CHP Genel Başkanı ve arkasındakiler 28 Şubat’ın tekrarlanacağına inandılar, ona göre pozisyon aldılar. AKP’yi orduya şikâyet ettiler. Ordunun sepetleyeceği bir AKP’nin ardından iktidara geçmek ve vaziyeti bir sonraki seçime kadar idare ettirmek düşüncesindeydiler. Genel Başkan değişti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun zihninde üç vakte kadar askerler darbe yapacaktır diye bir düşünce olduğunu sanmıyorum ama onun yerine de bir şey koyduğu yok. Hakikaten de uzun boylu bir hareket alanı da yok. Türkiye aslında bir yapısal dönüşüm geçiriyor. Batı dünyasının dışında kalan genel olarak üçüncü dünya ülkelerinde görülen bir şeydir nedir bu: Modernleşme dediğimiz olayı kim yapacak? ABD’de, İngiltere’de Fransa’da burjuva sınıfları vardı onlar yaptılar. Burjuvası olmayan ülkelerde kim yaptı? Başka bir lokomotif güç bu ister istemez ordu veya küçük aydın grupları devreye giriyor. Modernleşme niye lazımdır? Nasıl yapılır? Bunları bilen küçük azınlık bir şekilde ülkenin entelektüel önderliğini ele geçirmiş kişiler Cumhuriyet de böyle ordu ve etrafındaki aydın grubu tarafından kuruluyor. Siyasetin iki ucundan biri bu jakoben uçta duruyor. Yani doğru fikirlere sahip olduğuna inanan buna öncelikle ahaliyi de buna inandırmaya çalışmaktan çok ahaliyi böyle yaşatmaya kararlı bir grup. Şimdi bu yavaş yavaş değişti hem dış konjonktür hem içerisi bunu itiyor. Cumhuriyet tarihi boyunca dinmeyen bu itiş kakış sonunda herkes kendi kazanmaya bakıp demokrasiye bir şey kazandırmayı düşünmediği için bu azınlık diktası geliyor, bir çoğunluk diktasına dönüşüyor. Yani plebisiter diktatörlüğe dönüşüyor. Nedir bu? Bir karizmatik lider lazım bu muhafazakâr kitleye “şöyle yapacağım, böyle yapacağım, beni seçin” diyor.

 

Şu andaki durumu böyle mi tanımlıyorsunuz?

Evet. Onlar da seçiyorlar. O da diyor ki “Beni seçtiler yapıyorum. Orada içki içmeyeceksin, burada şunu yapmayacaksın,  beş çocuk yapacaksın.”

 

Türkiye’de siyasi iktidarı yasama yönünden Anayasa Mahkemesi idari yönden de Danıştay denetliyor. Sizin bahsettiğiniz plebisiter diktatörlüklerde yani kuvvetler ayrılığının olmadığı yerlerde bu kurumlar olmaz. Bu mekanizmaları çalışmıyor mu?

Mekanizma olarak sayılabileceklerin hepsi yarım yamalak çalışır durumda. Bana en büyük balans unsuru Türkiye’nin geçmişi ve o geçmişin insanların zihninde iyi kötü yaptığı birikim geliyor. Burasının mesela bir İran olmayacağı kanısındayım. Hatta yani işte Başbakan’ın yanında tempo tutan AKP’lilerin bir kısmının da  bu kadar olmaz dedirtecek bir şey lazım. Geçmişte demokrasi için yapılmış mücadeleler kurumlardan daha önemli geliyor bana artık.

 

Yazılarınızın birinde AKP içinde ikinci tarz-ı siyaset ihtimalinden bahsediyorsunuz? AKP içinde Başbakan Erdoğan’a karşı bir siyaset mümkün mü?

Şu anda belirgin bir şey yok ama bir potansiyel var. AKP, Türkiye’de Siyasi İslam adına iktidar oldu. Bunu sağlayan da herkesten önce Recep Tayyip Erdoğan. Onun etrafında biz bu adama hayır diyemeyiz gibi bir şey var. Olup bitene endişe ile bakan adamlar aynı zamanda Tayyip Bey ne derse o olur, durumundalar. Demek ki daha bir kaç Danıştay öfkesi gerekiyor ki bu iş böyle olmayacak deme raddesine gelsinler. Oraya gelmeleri zaman alacak.

 

Oraya geldiklerinde siyasi lider olarak Abdullah Gül bir seçenek olabilir mi?

Şu anda Tayyip Erdoğan’ın etrafında müthiş bir aura var. Beğenmediğin bir şeyi de beğenebilirsin mesela. Yolsuzluk iddialarıyla birlikte savcı, polis binlerce adam sağa sola savruldu. Bunu onların da çok beğendiğini sanmıyorum. Beğenmeyenler de helal olsun bunu yaptı ve bak durdurdu işi diyorlardır. Bu olduğu zaman da ben Erdoğan’ın alternatifiyim diye birisi açıktan çıkıp meydan okudu mu Erdoğan “aport” dedi mi adamı götürürler. Sanırım Abdullah Gül de bunun farkında. Gayet yavaş sesle, yüzünde gülücüklerle, aslında Başbakan ne derse o tersini söylüyor, ben olursam ben bunu böyle yaparım diye bir mesaj veriyor. Bunu ben eğer bu adamdan ümidinizi kestiğinizde ben varım diye anlıyorum. Bir de ben büyük planda Recep Tayyip Erdoğan’ın İslamcı Siyaset’in mecburiyeti olmadığına inanıyorum. Ama onunla boy ölçüşebilecek birini de çıkarabilmiş değiller. Tek seçenekleri buysa da yandık yani.

 

Biraz topluma bakarsak. Yazılarınızdan birinde “Bilenmiş halde yaşayanlara bağları kopardığınızda sürecin nereye gideceğini kimse bilemez” diyorsunuz. Ne demek bu?

Toplumda kutuplaşma hep vardı. Onsuz yaşamadık ama AKP’nin ilk yılları, ilk defa bizim tarihimizde bunu aşabilecek imkanları gösteriyordu. Beşiktaş Pazarı’ndan geçerken dindar olduğunu belli bir adam önüme fırlayıp yazılarınız harika diyordu. Aynı masa etrafında oturmamış insanlar, konuşabiliyordu. AKP düşmanlığı, darbecilik gibi işler yapanlarla demokrasiden yana olanlar ayrımı vardı. Gezi Olayı’nda pekâlâ iki gün içinde ortamı süt liman yapabilecekken, imkanlar elindeyken oradaki arkaik kafayla değil ama yeni yetişen modern gençlikle oturup konuşabilecekken hepsini aynı cepheye koydu. Topluma işaret edip bunların hepsi sizin düşmanınızdır dedi.

 

Siz AKP’den umudunuzu Gezi Olayları ardından mı kestiniz?

Evet. Elbette, İslamcı bir parti taraftarı olacak halim yok ben solcuyum Marx’dan alacağını almış biri olarak solun Müslümanlarla bir kan davası olmaması gerektiğine inanmışımdır. Bunun yolu açılabilir görünüyordu ama Gezi ile birlikte bu yol kapandı. Başbakan Erdoğan “Zor tutuyorum” lafı etti ki aslında öbürlerine söylenmiş ben işaret verdiğimde “saldırın” anlamını içeriyordu bu söz.

 

Toplumda bir çatışma ihtimali mi görüyorsunuz?

Olabilir. Her konuda şiddetten başka bir şey öğrenmemiş bir toplumuz. Adam, maça gittiği zaman da silah çekiyor düğüne gittiği zaman da silah çekiyor. Dövüştüğü zaman haliyle silah çekiyor.  Bu gerilimin benzerini yaşamadık. Demokrat Parti döneminde de CHP’liler ile Demokrat Partililer kahveleri ayırdı ama bu kadar gergin değildik. Şimdi bu gerginliği ciddi bir düşmanlığa dönüştüren politika uygulanıyor

 

Kimler yapıyor bunu?

Başbakan yapıyor herkesten önce.

 

Peki tansiyonu kim düşürür?

Düşürmek tabi ki Başbakan’ın elinde.

 

Başbakanlıktan yapılan 1915 olaylarına ilişkin Ermenilere yönelik taziyeye şaşırdığınızı yazdınız. Neydi sizi şaşırtan?

Ermeni Meselesi’ni kendi boyutları içinde düşündüğünüzde taziye son derece hafif bir şey ama böyle bir olayı Türkiye’nin şimdiye kadar aldığı tavırlar izlediği politikalar çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Baktığımızda şimdiye kadar o kadar kötü yapılmış ki bu işler Başbakan’ın ölenlere üzülüyoruz gibi basit laflar söylemesi son derece önemli oluyor, iyi oluyor. Ben de objektiflik merakı olan bir adam olarak bunu da söylemek gereği duyuyorum. Böyle davrandığı zaman da şapkamı çıkarırım ama bir tane böyle bir şey yaparken 30 tane de rezalet yapıyorsun.

 

Son dönemlerin en önemli konularından biri de AKP-Fethullah Gülen Cemaati kavgası. Bu kavgayı Siyasal İslam’ın bir iç kavgası olarak mı görüyorsunuz? Yoksa başka bir durum mu var ortada?

İç kavga olarak okunabilir. Bunların biri geleneksel Nakşibendi, Milli Görüş geleneği diğeri ise modernizme bir tepki olarak doğan bir hareketin kolu. İki ayrı dünya görüşü. Bunlar aslında bir birlerinden hiç de hazzetmezler. Strateji bunları yan yana getirdi. İttifak halinde olmaları gerekti. AKP’nin iktidar olduğu bir Türkiye, Gülen Hareketi’ne daha serbest bir ortam hazırlayacaktı. Onun için AKP’nin iktidara sağlam bir şekilde oturmasına yardımcı olma Gülen hareketi için rasyonel bir hedefti. Tayyip Erdoğan açısından da galiba en önemli mesele Gülen ekiplerinin bulundukları yerde tecrübe kazanmış olmaları, sağı solu biliyor olmaları önemliydi. AKP’nin yetişmiş kadroları yoktu. Dolayısıyla AKP onlardan yararlandı. Ergenekon ve Balyoz davaları bütün o enformasyonun ortaya çıkması doğrudan doğruya cemaatin işiydi. Sanırım Erdoğan’ın gücü, iktidarı paylaşmak gibi sözcüğü, kavramı yok.  Muhtemelen bu adamlar Kemalistlerle uğraştılar gelecekte bunu bize de yaparlar diye düşündü. Onlar da onun için aynı şeyi düşünüyordu ki hakkında bilgi toplamaktan geri kalmamışlar. Sonuçta bunlar oldu. İki kutup da bu imtihandan sağlam çıkmadı. AKP için imtihanı geçemediğine dair söylenecek binlerce şey var ama diğer tarafa da kardeşim kuyruğunuza basılana kadar şimdi ortaya döktüğünüz bütün kepazeliklerle güzel güzel oturuyordunuz açıklamıyordunuz, razıydınız demek gerekiyor.