Bürokrasinin nesnel yapısını Sultan Abdülhamid döneminde kaybettiğini yazan Taraf yazarı Prof. Murat Belge, "Belirli ilkelerle, belirli hedefleri gerçekleştirmek üzere kendi kuralları içinde çalışan bir mekanizma olmaktan çıktı. Kişiselleşti; yani bir 'devletin aparatı' olmaktan çıkarak bir 'otokratın maiyeti' haline geldi" dedi. Belge, yazısında "Şu yıllarda Tayyip Erdoğan’ın 'Saray'ında, danışmanlarıyla, paralel hükümetiyle vb. 'cumhurbaşkanlığı' yapma tarzında Abdülhamid’i hatırlatan bir mutlakıyet özlemi hissediliyor. Bu bakımdan, 'neo-Ottomanism' nitelemesinin karşılığı bu neo-Hamidizm olsa gerek.
AKP’nin tepe kadrolarının bağlandığı “fikriyat”ın “neo-Ottomanizm” olduğu söyleniyor ya, evet, akla yakın bir iddia. Osmanlılığı yüceltmek, övgüler düzmek, Osmanlı ululaması yoluyla ”fütuhatçılık” yapmak vb. hepsi geçerli. Ama daha maddî anlamlarda da yürürlükte olan bir “Osmanlıcılık” var bugün. Bu, yüceltilen “Klasik dönem”e pek uymuyor. Abdülhamid dönemine uyuyor.
Batılılaşma başlayınca, önemli hedeflerden biri, “modern bir bürokrasi” kurmaktı. Mustafa Reşid Paşa bu işi başlattı, Âli Paşa, Fuad Paşa derken, bayağı mesafe alındı. Carter V. Findley, Türkçeye Kalemiyeden Mülkiyeye adıyla çevrilen kitabında bu süreci anlatır.
Bürokrasi büyük bir makineyi andıran, öyle çalışan bir organizmadır. Hiyerarşik olmak zorundadır, çünkü her aşamada “iş”in doğru, “usulüne uygun” bir biçimde yapılıp yapılmadığının denetlenmesi gerekir. Bunu için, mekanizmada yer alan kişiler, görecekleri işleve göre tanımlanır. İşlev, kişiden önemlidir.
Osmanlı toplumu istesin istemesin, bürokratik bir toplum olmak zorundaydı ve oldu. Bu özellik Türkiye Cumhuriyeti’nde devam etti.
Arada, bürokrasinin bürokrasi gibi çalışmadığı bir dönem oldu: Abdülhamid saltanatı.
Abdülhamid meşrutiyetin yayıldığı, hattâ bazı cumhuriyetlerin de olduğu bir dönemde saltanat sürüyordu ama kararlı bir mutlakıyetçiydi. Toplumda kendisinden özerk işleyecek herhangi bir yapıya tahammülü yoktu. Herhangi bir yapının özerkleşmesini önlemek için kullanacağı bir numaralı araç elbette bürokrasiydi ama onu istediği gibi kullanabilmesi için önce onun özerkleşmesini engellemesi gerekiyordu. Abdülhamid bunu yaptı. Sözgelişi, falan masada oturup falan işlevi gören memur bildiğini, gördüğünü bağlı olduğu şefe aktarmakla yükümlüdür. Abdülhamid öyle bir sistem kurdu ki, o memur, bildiğini, gördüğünü şefinden önce Abdülhamid’e aktarmaya başladı. Abdülhamid’e ve şefine farklı bilgi vermesi de bu durumda kabul edilebilir bir şey oldu.
Böylece, bürokrasi, bir bürokrasinin tanımı gereği sahip olması gereken nötr, nesnel yapıyı kaybetti. Belirli ilkelerle, belirli hedefleri gerçekleştirmek üzere kendi kuralları içinde çalışan bir mekanizma olmaktan çıktı. Kişiselleşti; yani bir “devletin aparatı” olmaktan çıkarak bir “otokratın maiyeti” haline geldi. Tabii mekanizma içinde terfiler (en önemli konu) bu yeni yönteme ve anlayışa göre yeniden düzenlendi (ama resmîleşmeden). Örneğin, falan dairenin başındaki müdir-i umumî mi daha etkili biridir, filan süflî kadroda çalışan hafiye mi? Tabii ki hafiye.
Türkiye oldukça bürokratik bir toplumdur ve bürokrasiden şikâyet bu ülkede son derece yaygındır. Bürokrasinin hegemonyasında, başka birçok etkenin yanı sıra, Abdülhamid’in bayağı uzun süren bu müdahalesinin de payı vardır.
Derken Makedonya’da malum karışıklıklar çıktı. Abdülhamid’in bilgilenme ve haberleşmeyi güçleştirmek için koydurduğu bir yığın bürokratik engelden ötürü Posta- Telgraf Nazırı Hüseyin Hasip Efendi kendisini gereği gibi çabuklukla bilgilendiremedi.
Abdülhamid her şeyi herkesten önce kendisi öğrenmek istiyordu. Onun için de Abdülhamid zamanında bürokrasinin çalışma tarzı rasyonaliteden uzaklaştı. Bürokrasinin ara kademeleri, mertebeleri sanki silindi, her memur kendi âmirinden önce ona bilgi ulaştırmaya başladı.
Bütün bunlarda derin bir paranoyanın etkileri de vardı. Abdülhamid, Sultan Abdülaziz’i tahtından indiren bir darbe (bizim tarihimizin erken “darbe” örneklerinden) sonucunda padişah olmuştu; ama o darbenin padişah yapmayı planladığı kişi de kendisi değildi. Dolayısıyla uzun saltanat dönemini kendisinin de bir komploya kurban giderek tahtını kaybetme korkusu ile geçirdi. “Paranoyak” denilen kişilerle ilgili tuhaf bir olgudur. Çok zaman korkuları doğru çıkar. Abdülhamid de bütün tedbirlerine rağmen sonuna kadar sürdüremedi iktidarını.
Şu yıllarda Tayyip Erdoğan’ın “Saray”ında, danışmanlarıyla, paralel hükümetiyle vb. “cumhurbaşkanlığı” yapma tarzında Abdülhamid’i hatırlatan bir mutlakıyet özlemi hissediliyor. Bu bakımdan, “neo- Ottomanism” nitelemesinin karşılığı bu neo- Hamidizm olsa gerek.