Gündem

"Bazen tavşan, bazen kaplumbağa, HSK’nın vekaleti kimde acaba?"

20 Ocak 2020 12:42

 
Figen A. Çalıkuşu*
P24 Blog
 
Giderayak Yargıtay Başkanı itiraflarda bulunuyor:

Yargı, millet adına bir vekalet yetkisini kullanıyor. Hâkimlerin, bu vekalet görevini hiçbir şekilde başkasına vermemesi lazım geldiğini söylüyoruz.

Hâkimler vekaleti kimlere kullandırıyor?

Cevap gene Yargıtay Başkanı’ndan:

Ben bunu önceki dönemlerde yaptığım konuşmalarda da söyledim.

ABD'li Rahip Brunson, gazeteci Deniz Yücel ile ilgili kararları örnek verdim.

Biz, bir taraftan ‘Yargı bağımsız' diyoruz, yargıda yarın daha güzel şeyler olacağını söylüyoruz. Ertesi gün bu kişiler serbest bıraktırılıyor. O zaman yargı bağımsızlığına gölge düşüyor.

Böyle bir şey olabilir mi?

Oluyor, hem de nasıl…

Rahip Brunson, Deniz Yücel davasında hâkimler vekaletlerini siyasete kullandırmadı mı,  dünyaya rezil olduk.

Sabah sözde tutukluluk incelemesi yapan Sulh Ceza Hâkimi “tutukluluğa devam” kararı verdi, Deniz Yücel öğleden sonra üç gündür havaalanında bekleyen özel uçak ile Almanya’ya uçtu.

Ben de aynı gün, yazı ve düşünceye  “ağırlaştırılmış müebbet” veren İstanbul  26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde müvekkillerimi savunuyordum.

Zaten sefilleşmenin de freni bu noktadan sonra koptu.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Kararı ile Mehmet Altan’ın üç temel hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Ama Anayasa gereği milletten devir aldıkları yargı yetkisini kullanan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kemal Selçuk Yalçın ve üye Mehmet Akif Ayaz, Anayasa’nın 153. maddesi gereğince uygulamak zorunda oldukları Mehmet Altan kararına direnerek, Anayasa’yı yok saymadı mı?

İtiraz ettiğimiz bir üst mahkeme, İstanbul 27 Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri aynı suçu işlemedi mi?

Ama 27. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Abdurrahman Dağ ödüllendirildi ve Yargıtay’a üye yapıldı.

Vekaleti kime verdiler?

O sabah Anayasa’nın 153. maddesini mahkemenin dinlememesi için sabahın 07:30’unda ilk Tweet'i atan kim?

Dönemin başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ değil mi?

Anayasa Mahkemesi’nin dosyaya hâkim olmadığını iddia edecek kadar pişkin Binali Yıldırım, koştura koştura televizyona koşan Mehmet Uçum, gereksiz bir şekilde topa giren Mustafa Şentop…

Bunların hepsinin tanığıyım, o zaman neden hiç kimse hukukun alaşağı edilmesini, Anayasa’nın ihlal edilmesini ‘üzücü’ bulmadı acaba?

Haftalarca tek saha televizyonlardaki malum abur cubur camia bunu tartıştı ama kimse dosyanın avukatı olduğum hâlde bana soru sormadı.

Çünkü merakları dosyanın iki kapağı arasında ne olduğu değildi. Amaçları safralarını saçmaktı.

Sefilleşmenin en vahim ilk adımı buydu. Anayasa’nın ilk derece mahkeme tarafından taammüden yok sayıldığı an.

İşte o an Anayasa’nın boynuna idam ipi geçirilmiş, altından sehpasının çekilmekte olduğu o an.

Düşünceyi suç sayıp, yazıya müebbet hapis cezası vermek de vekaleti başkasına kullandırmak değil mi?

Şimdi son rezalet, FETÖ davasında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılan eski Korgeneral Metin İyidil'in, Ankara İstinaf 20. Ceza Dairesi tarafından beraat ettirilmesi.

Bu karardan sonra mahkeme heyetinin de Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından görevinden alınması.

İyidil'in hakkında yeniden yakalama kararı verilip tutuklanması.

Hukuksal bir rezalet, yargısal bir sefalet.

Yargıtay Başkanı ne diyor?

Yargıda aynı konuda bu kadar farklı değerlendirme olabilir mi? Olmaması lazım. Beraat kararı veren mahkeme başkanı ve üyelerini kararın arkasından görevden alan HSK'nın bu tavrı da yanlış.

Vekaleti kim kime verdi acaba?

Bazen tavşan, bazen kaplumbağa HSK’nın vekaleti kimde acaba?

Konu ile ilgili Cumhurbaşkanı ne diyor?
 
Düşünün müebbet hapse mahkûm olmuş bir kişi kalkıp hemen beraat ettirme veyahut da tahliyesini verme gibi bir yola bir mahkeme nasıl gidebiliyor? Bu anlaşılabilir bir şey değil. Ve sağolsun Adalet Bakanlığımız ve Savcılığımız bu noktada adımlarını attılar.

Nasıl attılar o adımlarını?

Vekaleti siyasetten alarak, yargı tarihinde rastlanmayan bir şekilde…

Yargıda yanlış karar var ise bunu gene yargı çözer, daha doğrusu hukuk devletinde yargı böyle işler.

Türkiye’de ‘sağ olsun’ Adalet Bakanı ve savcılık, hukuk dışına çıkarak çözüyor.

İstinaf’ta verilen kararın tek tartışma adresi Yargıtay’dır.

Hüküm verilmiş ise o dosyadan mahkemesi ve benzerleri el çeker. Bu hükme ne mahkemesi ne de itirazla mahkemenin yan mahkemesi el sürebilir.

Artık bu dosya bir üst mahkemenindir.

Ama vekaleti hukuktan ve yargılama yasasından almıyorsan, Cumhuriyet Savcısı yasaya aykırı olarak itiraz eder ve yan mahkeme de hukuksal zorbalıkla adam tutuklar.

Hüküm sonrası itiraz ile yasaya aykırı tutuklamayı Hâkimler ve Savcılar Kurulu izler ama hüküm veren hakimler için soruşturma başlatır. Halbuki o hükmü denetleme yetkisi artık Yargıtay’dadır.

Bu sefilleşme  hüküm ile tahliye edilen Ahmet Altan’ın,  mahkeme başkanının iki günlük olduğu İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanması ile başlamadı mı?

O zaman bu ağır ihlale karşı neden kimse ‘üzgün’ değildi? Ortada bir hukuk cinayeti yaşanıyordu oysa.

Tanığım… Sefilleşme genişliyor…
Tanığım… Sefilleşme yayılıyor…
Tanığım… Sefilleşme derinleşiyor…

Uzattım ama bitirirken bir devlet için bütün kampanaların çalması gereken çok vahim iki belge sunayım sizlere; ilki benim katılan vekili olduğum Yargıtay 5. Ceza Dairesi Savcısı’ndan, daha önce Aydın Başsavcısı’ymış.

Mütalaasına göre FETÖ üyesi olmaktan ceza almış bir hâkimin, görevde iken MİT tarafından kod ismi ile dinleme talebini yasaya aykırı olarak kabul edilmesi suç değil ve FETÖ üyesi olduğu için ceza almış ve meslekten ihraç edilmiş hâkim beraat etmeli.

Çünkü MİT’in yasaya açık aykırı olan kod ismi ile dinleme talepleri o dönemde çok olduğu için bu yasaya aykırı talep ve kararlar yerleşik uygulama hâline gelmiş. İnsanları yasaya aykırı olarak dinleyen MİT’in dinleme kararlarına defalarca imza atan hâkimler, yasaya aykırılık yerleşik uygulama hâline geldiği için suçsuzmuş...

Suç defalarca işlenince artık yerleşik uygulama oluyor ve suç suç olmaktan çıkıyor.

Ne âlâ, pek âlâ...

Mahkeme ‘yasaya aykırı’ bir talebi nasıl kabul eder, bu nasıl yerleşik uygulama olur, Yargıtay  bu akıl almaz duruma nasıl kabul gösterir?

Nasıl mı kabul gösterir, söyleyeyim, gene tanığıyım.

HSK Anayasal suç işleyen, Anayasa’yı yok sayan hâkimlere soruşturma açma gereği duymaz ise…

Böyle bir talebi dilekçeden on ay sonra görüşüp karara bağlamasına rağmen, o kararın alınmasından tam 13 ay sonra bana tebliğ eder ise.

Hâkim ve Savcılar Kurulu için anayasayı çiğnemek suç değil, ne diyeyim, çivisi çıkmış buranın.

"Yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü” adımlardan söz edecek isek, benim her birinin tanığı olduğum bu skandallardan da söz etmeliyiz.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Kararını Anayasal mecburiyete rağmen ilk derece mahkeme dinlemez, bunu da siyaset cesaretlendirirse o an “üzücü” sonun başlangıcıdır.

Yargıtay savcısı suç işlemenin yerleşik uygulama ile kabul gördüğünü yazar, HSK Anayasa’yı ihlalin suç olmadığını karar altına alır.

Sefaletin tanığıyım…

Türkiye maalesef yuvarlanıyor ve de çok hızla yuvarlanıyor.

*Bu yazı bağımsız gazetecilik platformu P24'ten alınmıştır.