Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Suriye'de yaşananların mezhep çatışması olduğunu söyledi. Baykal, "Türkiye bu savaşın bir unsuru haline gelirse yangının Türkiye’ye sıçramaması mümkün değildir. Türkiye acilen bu gelişmeleri TBMM’de müzakere etmeli. Tüm partiler bir araya gelip olağanüstü toplanma çağrısı yapmalıdır. TBMM tıpkı 1 Mart 2003’te olduğu gibi ülkenin kaderine el koymalıdır" dedi.
Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila'nın "TBMM acilen toplanmalı" başlığıyla yayımlanan (1 Ağustos 2012) Deniz Baykal söyleşisi şöyle:
TBMM acilen toplanmalı
CHP’nin bir önceki Genel Başkanı Deniz Baykal’la yeni evinin çalışma odasında ve bahçesinde yaptığımız söyleşide son gelişmeleri konuştuk. Baykal, sorularımızı yanıtlarken Suriye’de yaşananlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeniden yapılandırılması ve yargıdaki durumla ilgili görüşlerini şöyle özetledi:
Düğmeye basıldı
“Suriye’de yaşanan olaylar bir bütünün parçasıdır. Irak’ta yaşanılanlar, Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta yaşananlar bir bütün anlam taşır. Ancak Suriye’nin kendine özgü özellikleri var. Suriye’de yaşananların Rusya ve İran boyutu da var.
Suriye’de ortaya çıkan iç savaş tablosunu sadece bu ülkenin iç dinamikleriyle açıklamak mümkün değil. Bu olay sadece köhnemiş bir dikta rejimine karşı demokrasi ve özgürlük isteyenlerin mücadelesi değildir. Açık bir şekilde dışarıdan düğmeye basılmıştır. Suriye rejiminin reaksiyonunun da ölçüsüz olması bu ülkeyi bir iç savaşa sürüklemiştir. Suriye’de yaşananlar Türkiye’yi çok yakından ilgilendirir.
ABD Başkanı Obama’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı arayıp, “sizin yakınlığınız var, Esad’a söyleyin artık çekilsin” dediği Reuters tarafından haberleştirildi. Suriye ile olağanüstü yakın ilişkilerimiz vardı. Ortak bakanlar kurulu toplantıları, vizelerin kaldırılması, ticaretin büyümesi ve derken hükümet birdenbire tam ters bir politikaya yöneldi. Bir kırılma yaşandı. Bu kırılmanın Suriye için düğmeye basanların istemiyle olduğu da açık. Türkiye, Suriye’ye karşı öncü ülke durumuna geldi.
Daha başlangıçta Suriyeliler için sığınmacı kamplar inşa edilmeye başlandı. Van depreminin yaraları sarılmaya çalışılırken bir yandan da sığınmacı kampları yapıldı. Hollywood yıldızları birdenbire bu kampları ziyaret etmeye, dünya medyasına yansıtmaya başladılar. Bu, Suriye’de olayların kurgulandığını, önceden planlandığını gösteriyor. Türkiye, bu sürecin öncü ülkesi haline geldi. Suriye’de rejimi devirmek için en hararetli öncü ülke Türkiye oldu.
Sığınmacı kamplar muhaliflerin karargâhı haline geldi. Hatay’da, Adana’da muhaliflerin karargâhları, üsleri aleni biçimde ortaya çıktı. Türkiye, Suriye muhalifleriyle tam bir paralellik içine girdi. Silah yardımı yapıldığı iddiaları gündemde.
Garip işler oluyor
Bu süreçte garip olaylar yaşandı. Uçağımız düşürüldü. Nasıl düşürüldüğü açıklanamadı. Suriye, ‘ben düşürdüm’ demesine karşın tepki verilemedi. TIR’larımız yakıldı, düzinelerce kamyonumuz yakıldı. Tepki verilemedi. Sığınmacı kamplarındaki Suriyeliler sığınmacı gibi değil. İsyan ettiler bayrağımızı indirdiler, polisimizi yaraladılar, yine tepki verilmedi. Genelkurmay’ın yaptığı çelişkili açıklamalar, bu kurumun saygınlığına ciddi zarar verdi.
Suriyeli Yarbay Hüseyin Mustafa Harmuş diye biri sığındı. Muhaliflerin askeri kolunun komutanı olması bekleniyordu. Bir gün MİT bu adamı aldı ve Suriye’ye iade etti. Yarbay’ın eşi mahkemeye başvurdu. MİT hakkında soruşturma istendi ama Başbakan izin vermedi. Bu garip olay aydınlatılmalıdır.
Mezhep savaşı
Suriye’de yaşananlar mezhep çatışmasıdır. İç savaşın kimliği budur. Türkiye bu savaşta taraf haline gelmeye başladı. Türkiye, başlangıçta Irak’ta çatışmaların mezhep savaşına dönüşmemesi için büyük gayret gösterdi. Ama bugün Irak’ta da Türkiye bir mezhep çizgisine sürüklenmiştir. Suriye de zaten mezhep savaşının tarafı haline gelmiştir. Şimdi bir de İran var. ABD seçimlerinden sonra İran işaret ediliyor. Bu tablo içinde Türkiye, Ortadoğu’da mezhep savaşlarının tarafı haline dönüşmektedir ki, bu çok büyük bir tehlikedir. Bunun çok büyük sonuçları olur.
Sıçrayabilir
Türkiye, bu mezhep eksenli politikasıyla bu savaşın bir unsuru haline iyice gelirse, bu yangının Türkiye’ye yansımaması, sıçramaması mümkün değildir. Böyle bir gelişme de Türkiye’nin tekel siyasi varlığına tehdit oluşturur.
Duygusallar
Türkiye’nin temellerine tehdit oluşturacak bu denli önemli bir sürecin iki kişinin, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun duygusallığına bırakılması düşünülemez. Erdoğan ve Davutoğlu’nun duygusallıkları, kısıtlılıkları ve bağımlılıklarına terk edilemez. Türkiye’nin siyasi varlığına, geleceğine, kaderine yönelik bir tehdit söz konusudur.
Sünni eksenli politika
Türk dış politikası tümüyle mezhep eksenli hale gelmiştir. Sünni eksene dayalı bir dış politika yürütülüyor. Oysa laiklik aynı zamanda dış olaylara bakışta da esas olmalıdır. Türkiye’nin özü, mezhepler, inançlar, etnik kökenler ne olursa olsun herkesin eşit olduğu anlayışına dayanır. Bu anlayış dış politikada da esas olmalıdır.
Acilen toplanmalı
Türkiye acilen bu gelişmeleri müzakere etmelidir. Müzakereyi yapacak organ TBMM’dir. Bu nedenle TBMM acilen olağanüstü toplanmalıydı. Tüm partiler bir araya gelip olağanüstü toplanma çağrısı yapmalıdır. Meclis Başkanı da kendi sorumluluğu gereği inisiyatif üstlenebilir ama önemli olan bütün partilerin ortak bir çağrıyla Meclis’i toplamalarıdır. TBMM tıpkı 1 Mart 2003’te olduğu gibi ülkenin kaderine el koymalıdır. 1 Mart 2003’te TBMM büyük bir tarihi görevi yerine getirmiş; Türkiye’nin öyle birileri istedi diye karar aldırtabilecek bir ülke olmadığını tüm dünyaya göstermiştir. Türkiye’nin bölgede yıldızlaşmaya başlaması 1 Mart kararıyla birlikte olmuştur.
Yörünge düzeltilmeli
Türkiye, bu dış politikayla yörüngesinden çıkmıştır. TBMM, bir yörünge düzeltmesi yapmak zorundadır. Bütün partilerde milletvekilleri bu ihtiyacı duyuyorlar.
Diyanet yapılanmalı
Türkiye, Suriye’deki yangının içeriye yansımaması için de tedbirlerini almalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı acilen yeniden yapılandırılmalıdır. Şimdi yeni anayasa çalışmaları yapılıyor. Bu bağlamda da Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevileri, tüm inançları kapsayan yeni bir yapıya kavuşturmalıdır. Devlet, Alevilere saygın bir yer verilmesine öncülük etmelidir. Aleviler, resmen devlet olarak bu yapının içinde saygın bir yere konulmalıdır. Devlet, bu öncülüğü yaparsa o zaman içerideki gerginlikler de ortadan kalkar. Suriye’de mezhep yangınının Türkiye’ye yansıtılması mümkün olmaz. Ben, işin ilahiyat tartışmalarıyla ilgili değilim. Alevilik inanç mıdır, mezhep midir, din midir, teolojik açıdan yine o tartışmalar yapılır ama Türkiye’nin idari ve siyasi açıdan yapması gereken Alevilerin Diyanet yapılanması içinde saygın yerlerini almalarıdır. Zaten İslamiyet’in birinci yüzyılında mezhep de yoktur.”
Yargı düzelmeli
Nihayet Türkiye’yi iç ve dış gerginlikten uzak tutacak alanlardan biri de adalete güvenin yeniden duyulması, bunun için yargının takviye edilmesidir. Milletvekilleri tutuklu, yargıya güven zedelenmiş halde, yolunu bulan işini görüyor gibi bir görüntü var. TBMM yasa çıkarıyor, niye çıkardığını açıklıyor ama yargıya anlatamıyor. Veya bir başka yasayla bir uygulamanın önü kesilebiliyor. Yargıda iş çığırından çıktı. Yargıda kurumlararası bir savaş yaşanıyor. Vicdanlar kanıyor.”
Umut Aytaç'ta
Kızı Aslı Baykal’ın iki oğlu Mehmet ve Alican, tatilde dedelerini ziyarete gelmişler. Siyasi konulara geçmeden önceki sohbetimizde Mehmet’in New York’ta Colombia Üniversitesi’nde, küçük torun Alican’ın da Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olduğunu söylüyor Baykal. Her ikisi de bilgisayar mühendisliği okuyor. “Siyasete eğilim gösteren olmadı mı?” diye sorunca, “Hayır” diyor, “Çocuklar da torunlar da eğilim göstermediler. Oğlum da kızım da doktor oldu. Torunlar da mühendislik okuyor. Belki diğer torunum Ataç’ın oğlu Deniz Baykal’dan umutlanabilirim. Çünkü o İngiltere’de ekonomi okudu, şimdi hukuk okuyacak Türkiye’de.”