CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, İstanbul İl Başkanlığında basın toplantısı düzenledi. Baykal "irtica planı" belgesinin ortaya çıktığı iddialarıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Baykal konuşmasında "irtica belgesi"nin orijinalinin neden dört buçuk ay sonra ortaya çıkartıldığını sorguladı ve "Bu 4 buçuk ayda neler yaşandı? Bu zamanlamanın altında ne yatıyor? 4 buçuk ayda bildiğiniz gibi bir gece yarısı baskınıyla bir kanun çıktı." diye konuştu.
Hükümet "gece yarısı yasası" olarak da adlandırılan kanun ile asker kişilerin, sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açmıştı.
İşte Baykal'ın açıklamaları
"12 Haziran'dan Ekim sonuna kadar 4 buçuk aylık bir süre geçmiştir, 12 Haziran bu tartışmaların en sıcak yaşandığı bir dönemdir. Doğal olarak bu belgeyi elinde bulunduran kişilerin derhal elindeki belgeyi savcılara iletmesi konunun aydınlığa çıkmasını sağlaması beklenirdi.
Nedense bu belgeyi elinde bulunduran kişi bu belgeyi ortaya çıkarmamayı uygun görmüştür bu ciddi şekilde sorgulanması gereken bir olaydır. Bu kişi bekletme kararını kendisi mi almıştır? Bu zamanlamayı o kişi mi yapmıştır? Çünkü belge şahsen eline geçmiştir "ben aldım" demiştir. Tek başına mı bu kararı aldı.
Bu 4 buçuk ayda neler yaşandı? Bu zamanlamanın altında ne yatıyor? 4 buçuk ayda bildiğiniz gibi bir gece yarısı baskınıyla bir kanun çıktı. Gece yarısı kanununu çıkaranlar ayrı, bu belgeyi elinde tutan kişi ayrı. Biri, ifadesinden anlıyoruz ki, Genelkurmay Karargahı'nda çalışan subay. Olağanüstü bir baskınla geceyarısı kanununu çıkarma düğmesine basanlar ayrı... Ya da biz öyle görüyoruz.
"Bu arada ne oldu" diye düşündüğümüz zaman kanun çıkıyor. Peki bu mektubu elde eden kişi 4 buçuk ay sonra sadece o mektubu savcılığa göndermekle yetindemedi ayrı bir ihbar mektubu da yazdı halbuki tartışma o belge üzerine yapılan bir tartışmayıdı. "Orijinal belge bende" diyen bir kişinin belgeyi teslim etmesi ve konuya katkı yapması beklenirdi."
Belgeyi bulunduran belgesi kadar konuşacak
İhbar mektubunda ne görüyoruz? İhbar mektubunda hangi şartlar altında bu mektubu aldığını söylemekle yetinmiyor. Farklı ve kapsamlı eldeki belgeyle doğrudan kanıtlanması mümkün olmayan ithamlarda da bulunuyor. Diyor ki; bu işten Genelkurmay Başkanının haberi var. 1. Ordu komutanının bilgisi var, onun talimatı var diyor. Şimdi bunlar ayrı iş. Belgeyi aşan bir iş. Belgeyi elinde bulunduran belgesi kadar konuşacak. O belgeyi vermekle yetinmiyor, bizim adımıza belgeyi yorumluyor. Elbette ilgisi olan insan o belgenin aslı ortaya çıkacak olan yargılanma süreci içinde elbette düşündüklerini yetkili mercilere gelip anlatacaktır. Tanık olarak ya da bir başka sıfatla... Mahkeme onu dinleyecektir, başkalarını dinleyecektir. İhbar mektubunda yaptığı ithamların doğru olup olmadığına mahkeme karar verecektir. Olay Bir Genelkurmay Başkanı, bir ordu komutanı konu olkmuştur. CHP’de bir büyük ithamın hedefi olarak mektupta ifade edilmiştir. Belgenin hukuki konumu ayrı... Belgenin önemi, değeri ayrı, o belgeyi orütaya çıkaran kişinin bu belgenin yanısıra bir mektup yazarak ve belgeden doğrudan kanıtlanmayan tek taraflı ithamlar, iftiralar tamamen ayrı bir konu...
CHP ile ithamlar siyasi amaçlı
Ben bu kişinin CHP’ye ithamını okuduğumda bu ithamın ne kadar boş, ne kadar temelsiz, ne kadar siyasi amaçlı olduğunu görebiliyorum. Yani bu mektupta CHP’nin hedef olarak seçilmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorum. CHP’nin ilkelerine ve temel anlayışına dayalı olarak TSK ile ilişkimiz yürütülmüştür. TSK’ya toplumumuzun bir temel kurumu olarak saygıyla değer vermişizdir ama zaman zaman çok ciddi tartışmalar yaşamışızdır. İnançlarımız gerektirdiği zaman yapılanları eleştirmişizdir. 2002 yılında Irak’a yönelik bir uluslararası askeri müdahale gündeme gelmekte iken, seçimlerden hemen sonra biz CHP olarak sakın ha Türkiye bu müdahalenin içinde yer almamalıdır, karargah ülkesi olmamalıdır diye çok açık tavır takındık. O zaman TSK bu mlüdahaleyi uygun görüyor demişlerdi onlara cevabımız açık olmuştur. Dedik ki; herkes kendi işini yapacak.