Gündem

BAYETAV araştırması: Türkiye’de toplum beraber yaşayabiliyor mu?

29 Mart 2022 17:38

Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın (BAYETAV) ‘Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması’ başlıklı araştırmasına göre, başkalarına tahammül edemeyenlerin oranı yüzde 66. Araştırmanın özetinde yer alan verilerde, “Türkler Kürtlere kıyasla, dindarlar daha az inançlılara kıyasla daha az tahammüllüler. Sosyal medya kullananlar kullanmayanlara kıyasla daha az tahammüllüler. Kutuplaşmanın sebepleri arasında 'geçmişin yükü' önemli bir yer tutuyor. Bugün geçmişin aynasında kuruluyor. Geçmişten gelen birikimler, 'duygusal sermayelerin' oluşumu, kapanmamış yaralar, 'geçmişin intikamı' gibi olgular bu kutuplaşmayı besliyor.” değerlendirmesi yapıldı. Araştırmanın sonuç bölümünde, "Bir arada yaşama' dilini görünmez kılan kutuplaşma dinamiklerini aşabilmek için öncelikle siyaseten konuşma imkânlarının serbestleşmesi gerekiyor" düşüncesi dile getirildi.

Danışmanlığını akademisyen ve BAYETAV Genel Koordinatörü Prof. Dr. Ferhat Kentel’in yaptığı araştırmanın yürütücülüğünü KONDA  ve SAM Araştırma Şirketi yaptı.

 Araştırmanın nicel verileri KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından 8-11 Temmuz 2021 tarihlerinde, 12 bölgede, 67 ilin merkez dahil 286 ilçesinde 2132 kişiyle görüşmeler yapılarak, nitel verileri ise 16 Haziran – 31 Temmuz 2021 tarihleri arasında SAM Araştırma Danışmanlık tarafından İstanbul’da 62 derinlemesine görüşme, İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Kayseri, Erzurum ve Diyarbakır’da toplam 12 odak grup toplantısı yapılarak toplandı.

Yüzde 23'lük kesim her şeye rağmen insanlara güveniyor ve güvenmek istiyor

Her şeye (hayat pahalılığı, işsizlik, siyasi gerilimler, gündelik hayata yansıyan şiddet olayları vs.) rağmen yüzde 23’lük bir kesim, insanlara güveniyor ve güvenmek istiyor. Güvensizlik yaratan olayların ya da söylemlerin biraz bile kırılması ve “güven veren” seslerin daha fazla çıkması halinde, önerme hakkında kararsız olanların “başkalarına güvenenler” kategorisine geçebileceğini düşünebiliriz.

“Hepimiz göçmeniz, hiçbirimiz başkalarından daha yerli ve yabancı değiliz” diyenlerin oranı yüzde 74

“Hepimiz göçmeniz, hiçbirimiz başkalarından daha yerli ve yabancı değiliz” diyenlerin oranı yüzde 74 oldu.

Toplumun yüzde 85’i “her zaman güçlü bir lidere ihtiyaç olduğunu” söylüyor.

Araştırmaya katılanların yüzde 94’ü devletin tüm bireylere, gruplara ve kimliklere eşit mesafede durması gerektiğini savunuyor.

Kamusal alanın kurguları ve gerekleri ile çok daha iç içe olan erkeklere kıyasla, kadınlar kendilerini verili kimliklerle tanımlamakta daha çok zorlanıyorlar. Kadınlar (ve gençler) orta yaş üzeri erkeklere kıyasla kendilerini ve başkalarını “daha az kategorize” ederek ifade ediyorlar.

Araştırmaya göre, ayrımcılığa uğrayanlar bunun sokakta, okulda, işyerinde, kamu kurumlarında ve ev içinde olduğunu söyledi. Daha güçsüz, dezavantajlı kesimler, etnik ve mezhepsel gruplar hayatın her alanında, fakat özellikle “bütün vatandaşlara eşit davranması” beklenen devlet nezdinde ayrımcılığa uğruyor. Türklerin yüzde 68’i, Kürtlerin yüzde 34’ü, Sünnilerin yüzde 62’si, Alevilerin ise yüzde 45’i ayrımcılığa “uğramamış” görünüyor.

Ayrımcılığın başlangıç noktasını “herkese eşit davranması” beklenen ve istenen devlet oluşturuyor ve toplumun diğer kesimlerinde yeniden üretilmesinde temel bir rol oynuyor.

Toplumdaki “küçük bir grup yüzünden” ortaya çıkan sosyal adaletsizliğe rağmen, sağduyu korunuyor. Bu “haksız” durumu telafi etmek için her şeyin mubah olduğunu düşünenlerin oranı -yüzde 33- da göreli olarak düşük. Bu oran gene de ciddi bir potansiyel içeriyor.

"Ormanların feda edilmesine en çok gençler karşı çıkıyor"

Ormanların feda edilmesine en çok gençler karşı çıkıyor. Doğa ve insan toplumları arasında birbirlerini tamamlayan bir ilişki var. Bio-çeşitlilik ne kadar güçlüyse, o kadar sağlıklı bir doğa söz konusu ve doğanın kendini koruması ve insanın da örneğin “iyi beslenmesi” mümkün. Bu çeşitlilik insanlar için de geçerli. İnsanlar arasındaki varolan ilişkiler ne kadar çeşitliyse, insanlığın kendini koruması ve bir arada yaşaması da o kadar mümkün. Doğa ve iklim sorunu siyasi bir mesele… Bildiğimiz anlamda reel düzeyde, kutuplaşmanın tarafları olarak “siyasileştirilmezse”, en azından doğayı gerçekten ciddiye ve merkeze aldığımız zaman bir arada yaşamak da daha mümkün olacak.

Araştırmanın sonuç bölümünde şu değerlendirmelere yer verildi:

Bir arada yaşamanın önündeki engellerin başında “üst dil” tarafından, doğal hayatın ve toplumsal hayatın ana fikri olan çeşitliliğin hiçbir zaman tam olarak kabul edilememesinin yarattığı sorunlar var. Travmalar insanların duygusal sermayelerinde kolay kolay silinemeyecek izler bırakıyor ve bu nedenle başka travmalar yaşamış olan başka insanlarla irtibatlanmak zorlaşıyor. Dolayısıyla, travmaların birlikte konuşulması, başkalarının travmalarıyla karşılaşılması, insanlar arasındaki geçişkenlik için büyük bir potansiyel yaratıyor.

Kutuplaştırıcı siyasal atmosfere rağmen, farklı bireylerin ve toplumsal grupların düşünceleri ve çabaları bir arada yaşamanın hem elzem hem de mümkün olduğunu gösteriyor. Bütün katılımcılar, farklı dışavurumlarla kendilerini ifade ediyorlar. Ama hiçbiri tek bir şey değil; sahip olduklarını düşündükleri etnik ya da dinsel kimlikler bile tek bir şey değildir. Her bir etnik ya da dinsel kimlik gibi kendileri de ayrıca bir “kesişim” halini yansıtıyor. İnsanlar melezdir ve iç içe geçişlerden oluşan varlıklardır. Varoluşuyla çoğul ve çeşitli olan insanın birden çok tarafa dokunması bir arada yaşama potansiyeline çok daha uygun bir hal gibi görünüyor. 

“Bir arada yaşama' fikrini en çok içselleştirenlerin tecrübesinde başkalarıyla 'karşılaşmak' var

“Bir arada yaşama” fikrini en çok içselleştirenlerin tecrübesinde başkalarıyla “karşılaşmak” var. Çünkü karşılaşmak başkalarının derdini tanımayı sağlıyor. Kutuplaşma hem toplum içi dinamiklere hem de devlet politikalarına bağlı olarak gelişiyorsa, bir arada yaşamanın sağlanacağı yer ikiye ayrışmış yapıların buluştuğu yerlerdir. Sınıf vasıtasıyla bireyler içine kapanan geleneksel kültürel kimliklerin üzerine çıkabiliyorlar. Bu yüzden, sınıf kimliği kutuplaşmayı aşmanın, bir arada yaşamanın en azından bir imkânını yaratıyor. Karşılaşmanın en çok mümkün olduğu alanlardan bir başkası da cinsiyet ya da toplumsal cinsiyet. Özellikle kadın ve genç “kategorileri” de toplumdaki çeşitliliği en çok hatırlatan gruplar. Doğayı düşünmek, insanın bencilliğini, başkaları üzerine hegemonya ve güç kurma arzularını kırıp, insanı tevazuya çekmenin yollarını açıyor. Bu sayede toplumun ve doğanın bir parçası olarak, “bütünsellik” içinde düşünmenin yolları açılıyor.

"Bir arada yaşama' dilini görünmez kılan kutuplaşma dinamiklerini aşabilmek için öncelikle siyaseten konuşma imkânlarının serbestleşmesi gerekiyor"

Bir arada yaşama” dilini görünmez kılan kutuplaşma dinamiklerini aşabilmek için öncelikle siyaseten konuşma imkânlarının serbestleşmesi gerekiyor. Buna dair 18 Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması adımların devlet tarafından atılması ama aynı zamanda toplumsal aktörlerin ve sivil toplum örgütlerinin çaba göstermeleri gerekiyor.

“Bir arada yaşama kapasitemiz nedir?” sorusuna nicelik olarak cevap vermek istersek, “Almanya’da Türk çocuklar için Türkçe anadil hakkı” ve “Türkiye’de Kürt çocuklar için Kürtçe anadil hakkı” üzerine yaptığımız değerlendirmeyi kullanabiliriz. Her iki durumda anadilde eğitim hakkını savunanların toplamı yüzde 47. Bu kesim, toplumun farklılıklarıyla birlikte, bir arada yaşama arzusunu ve kapasitesini taşıyor. Almanya’da Türk çocuklarının anadil hakkını kabul edip, Türkiye’de Kürt çocuklarının anadilde eğitim hakkını reddeden kesim: yüzde 16. Bu kesim, farklılıkların yarattığı tedirginlik ve kutuplaşmanın yarattığı sınırlar eşliğinde, kendilerinden başkalarıyla bir arada yaşamaya dair özel bir arzu taşımıyor. Bu gruplardan başka her iki ülkede de azınlıkta olan nüfus için “tutarlı” bir şekilde anadil eğitim hakkını reddedenler (yüzde 12); her iki önermenin de doğru olup olmadığına karar veremeyenler (yüzde 10) ve diğerleri (bir önermeyi “doğru”, diğer önermeyi “ne doğru ne yanlış” görenler) var.