ABD'yi -zaten- bir tarafa bırakalım.
Batı Avrupa söz konusu olduğunda okulda başörtüsü serbest. Fransa'da 2004 yılında yürürlüğe giren bir yasa başörtüsünü devlet okullarında yasaklamıştır. Ancak söz konusu yasak bu ülkedeki özel okullarda geçerli değildir.
Başörtüsünü Okul'da yasaklamayan ülkeler bu kararı hangi gerekçelerle almıştır? Söz konusu gerekçeler aşağı yukarı bütün ülkelerde aynı yola çıkmaktadır. Mesela Almanya bu karara "inanç özgürlüğü"nü merkeze alarak, Danimarka, İngiltere ve Hollanda "ayrımcı" düzenlemelerden kaçınmak için, İspanya ise göçmen çocuklarının okullu olmasını öne çıkararak varmıştır.
Okul'da başörtüsü sadece bu ülkelerde değil, Avusturya, Macaristan ve -hatta!- Yunanistan'da da serbesttir. Belçika'da Okul'da başörtüsünü engelleyen hiçbir yasal çerçeve yoktur. "Okul'da başörtüsü" bu ülkede hiçbir zaman sorun olmamıştır demiyorum. Ancak sonuç olarak, ortaya çıkan sorunlar okul idareleri ve öğrenci aileleri arasında geçen görüşmelerle halledilmeye (başörtüsünün jimnastik ve kimya derslerinde takılmaması gibi şartlar altında) çalışılmıştır.
İspanya'nın "Okul'da başörtüsü"nü önceliği "okullu olmaya" vererek serbest bırakması bizim açımızdan özellikle önemlidir.. Bu ülkede "Okul'da başörtüsü" etrafında yaşanan bir olayın bir devlet okulunda değil, bir özel okulda yaşanmış olması da dikkat çekicidir. 13 yaşında Faslı bir öğrencinin başörtüsü taktığı için Madrid yakınlarında bulunan özel bir Katolik okula kabul edilmemesi ülkede ciddi bir tartışmanın yaşanmasına neden olmuştu.
Bu çerçevede İngiltere'yi hatırlatmaya bile gerek yok herhalde. Ülkenin eğitim bakanlığı ve diğer ilgililer Okul'da başörtüsünün yasaklanmasının haksız bir ayrımcılık oluşturduğuna çoktan karar vermişler. Bu ülkenin pek çok okulunun uyguladığı üniforma zorunluluğunun başörtüsü serbestliğinin önünü kesmemesi için de şöyle bir formül bulunmuş: Başörtüsü diğer giyeceklerle aynı renk olacak... İngiltere'de Müslüman'ın başörtüsü gibi, Sih'in türbanı, Yahudi'nin kippası da sorun teşkil etmiyor.
Bu ülke -özellikle de kuzey ülkeleri- halklarının keyfini çıkarttıkları özgürlük tabii olarak "eşitlik" düşüncesi ve duygusunu da beraberinde getiriyor. Danimarka'da (hem de 10 yıl önce) yaşanan şu olaya bakın:
2000 yılında bir büyük alışveriş merkezinde staj yapan 15 yaşındaki bir başörtülü genç kızın işine son veren işveren -12 Haziran 1996'da çıkarılan ve iş hayatında dinsel kimliği öne çıkaran ayrımcılıkları yasaklayan yasa gereğince- ilgili mahkemece toplam 5000 euro para cezasına çarptırılıyor. Bu yasa ve kararın ardından da işyerlerinde kadınların başörtüsüne "güvenlik" ve "hijyen"i ilgilendiren nedenler dışında müdahale edilemeyeceği karara bağlanıyor.
"Özgürlüğün" yanına "eşitlik"i de takarak toplumlara nasıl iyi geldiğine dair -yine Danimarka'dan- bir örnek daha vereyim:
2001'de bu ülkede yapılan bir araştırma sonucuna göre, işyerinde yanımdaki iş arkadaşının başörtüsü olmasından rahatsız olurum diyenlerin oranı % 17 imiş sadece. Hatırlarsanız, Türkiye'de yapılan benzer bir araştırmada benzer bir soruya verilen cevapların oranı da yüzde 17'dan daha az değildi!
Yazıyı Türkiye'ye dönerek bitirmek istiyorum. "Okul'da başörtüsü" tartışması çerçevesinde Ali Bulaç'ın (Zaman) "Başörtüsüne çerçeve" başlıklı son yazısında gerçekten çok yadırgadığım bir paragraf var. Bulaç arkadaşımız şöyle diyor:
"İlköğretim çağındaki çocuklara gelince: Türkiye'de kızlar 13/14 yaşlarında ergenlik çağına girer. Ergenliğe kadar başın açık olmasında sakınca yoktur. Ama aile (anne-baba) çocuğunu küçük yaştan namaza, örtüye, ibaretlere, dinî hayata alıştırma, teşvik etme hak ve yetkisine sahiptir. Aileler, istiyorlarsa çocuklarının başlarını örterek ilköğretime de gönderebilirler. Bu temel bir haktır."
Yadırgadım, şaşırdım doğrusu... Çocukların ergenlik öncesi dönemlerinde de okula başörtüsü ile gönderilmelerinin niçin "temel bir hak" olarak değerlendirildiğini hâlâ anlayabilmiş değilim. Bunun adının - olsa olsa- "temel bir hak" değil de "fazladan bir hak" olması icap etmez mi? Her şey gibi "hak"ın fazlasının da fazla olduğunu bilmiyor muyuz? Bulaç'ın bu satırları bana şunu da düşündürdü: "Çok kültürlü-Çok kimlikli" bir toplumdan söz ederken, yan yana dizilerek birbiriyle geniş anlamda "kültürel" en ufak bir alışverişi olmayan "kimlikler"den oluşmuş "mozaik" mi kastediliyor yoksa?
(Kürşat Bumin/ 16 Kasım 2010 - Yenişafak)