22 Ocak 2019 23:36
GONCA TOKYOL
"Biz sadece yaşamak istediğimiz hayatı seçtik ve bu seçimi insanlarla paylaşmak istedik."
Geçen hafta başlayan ve dünyanın dört bir yanını saran, insanların 10 yıl önceki fotoğrafları ile şimdiki hallerini yan yana koyarak sosyal medyada paylaştığı #10yearchallenge, Türkiye’de de hızlıca sahiplenildi; hem de başörtüsü tartışmasını farklı bir boyutta bir kez daha açarak…
Başörtüsü tartışmasının uzun yıllar kamusal alandaki yasaklar üzerinde odaklandığı Türkiye’de bu sefer başörtüsünü çıkarmaya karar veren kadınlar hikâyelerini #10yearschallenge kapsamında sosyal medyada anlatmaya başladı.
Yukarıdaki sözler de onlardan birine, İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde eğitim gören 21 yaşındaki Rabia Okur’a ait. Başörtüsünü çıkaran kadınlar, sosyal medyada aralarında gazeteci, bürokrat ve siyasi yelpazenin farklı uçlarından gelen kadınların da bulunduğu, ama bir şekilde hep erkeklerin yoğunluklu olduğu çok sayıda kişi tarafından eleştirildi, yer yer hedef gösterildi.
Pazar günü Üsküdar’da gerçekleştiremediğimiz buluşmamızı en sonunda mümkün kılmak için Taksim’e gelen Okur, fotoğraflarını paylaşmadan önce başörtüsünü çıkaran kadınların da benzer paylaşımlar yaptığını bilmediğini söylüyor. Hele bu kadar yayılmasını hiç beklemiyormuş:
"O etiketi gördüğümde, 'Ya ben 10 yılda ne kadar büyük bir değişim geçirmişim' dedim ve kendime birazcık hayret ettim, bunu paylaşmak istedim. Yaptığım şey aslında bu kadar basit bir şey. Benim son 10 yıldaki değişimim de sadece başörtüsü üzerinden değildi. Her yönden çok büyük değişimler yaşadım. Ve bu benim için güzel bir şeydi, çünkü şunu düşündüm: Vay be, bir 10 yıl daha yaşasam farklı şeyler düşünebilirim. Ve bu beni mutlu etti. Kendime karşı gururlandırdı."
İnsana yılbaşının kısa bir süre önce geride kaldığını unutturan yeşil kazağıyla karşımda otururken, her ne kadar 'kendisini her zamanki gibi yine yeterince iyi anlatamadığını' savunsa da aslında hikâyesi artık daha fazla içinde tutamayacakmış gibi dökülüyor ağzından. Geçirdiği değişimden mutlu olduğu anlattıklarından belli oluyor:
"10 yılda çok şey değişebiliyor, karakter olarak, fikirsel, duygusal, ideolojik... Ben mesela önceden herkese saygı duyabilen bir insan değildim, çünkü etrafımdakiler duymuyordu. Ve onlar saygı duymadığı için ben de saygı duymaması gerektiğini düşünen, aptal bir insandım. (Gülüyor) Maalesef öyleydim.
Ama şu anda insanları daha iyi anlamaya çalışıyorum. Her şeyden önce birisine baktığım zaman başörtülü-başörtüsüz, kadın-erkek ya da Müslüman-ateist değil de insan olarak görüyorum. En önemlisi de gerçekten bu. Biz toplum olarak birine baktığımız zaman önce onun üzerindeki etiketleri görmek istiyoruz. Etiketleri görmediğimiz kişiyi tanıyamadığımızı zannediyoruz."
'Etiketler' konusu, o zamana kadar aslında "başörtüsünün ne demek olduğunu bilmediğini" söylediği imam-hatip lisesine başlamasının hemen ardından da gündem olmuş. Kısa bir süre öncesine kadar "sadece insanların saçını örttüğü bir şey" olduğunu düşündüğü başörtüsünü sahiplenmesi de böyle gerçekleşmiş:
"12 yaşında çocuktum, başörtüsünün ne demek olduğunu bilmiyordum. İmam-hatip lisesine başladığımda, başörtülü olduğum için, çok hakarete maruz kaldım. Siyasetle alakam yoktu, haberim yoktu siyasetten çünkü çocuktum daha; roman okuyordum en fazla. Ama insanlar bana bir şeyleri yapıştırmaya başladı, sürekli üzerime bir şeyler yapışıyordu. Alakam olmayan konularla ilgili sanki ben bir şey söylüyormuşum gibi davranılıyordu ve aşırı rahatsız oluyordum.
O dönem fark ettim ki, ben başörtülü olduğum için bana düşman olabilen insanlar var. O zaman dedim ki ben madem başörtüsünü kullanıyorum, o zaman bunu en güzel şekilde kullanacağım ki kimse bana bir şey söyleyemeyecek. Başörtüsünü kullanma şeklim, giyim şeklim değişti; daha bol, kapalı giyinmeye başladım. Bu süreçte de tabii ki taktığım şeyin bir dinin getirisi olduğunu fark ettiğim için de bu dini öğrenmeye başladım."
Rabia Okur, öncesinde, başörtüsünün dini temsiliyeti üzerine düşünecek kadar da büyük değilmiş. Muhafazakâr bir ailede büyümenin çocukluk ve ergenlik sürecinde çok büyük etkileri olduğunu düşünüyor. "Çocukken çok sevgi, ilgi gören bir çocuktum" diyor, ergenliğe geçerkense bunun azalmasını normal kabul etmiş, başını kapatmayı da:
"Muhafazakâr bir ailede büyüdüm. Şöyle bir gerçek var, kimse size 'bunu yap' demese bile, orada büyüdüyseniz onu yapacağınızı biliyorsunuz; aksi zaten mümkün olmuyor, yapacaksın yani. Bunu sorgulayabilmek gerekiyor ama o yaşta mümkün değil zaten.
"Başörtüsü kullanmak benim için 'zaten olacak bir şeydi, neden olmasındı, olması gerekirdi.' Çünkü herkes böyle olması gerektiğini düşünüyordu, herkes için doğruydu. Sonra 12 yaşındayken, kimsenin direktifi olmadan, -arkadaşlarım kapalıydı, çevremdeki herkes kapalıydı ve çok onaylanan bir davranıştı-, gayet bilinçsiz bir şekilde başımı örttüm."
Liseye başlayana kadar başörtüsünün sadece saçını örten bir şey olduğunu düşünse de, bir taraftan da kendisini 'büyümüş' hissetmiş Okur. Çevresindekiler tarafından da bu hissettirilmiş:
"Bir yandan çocuktum, bir yandan da büyük kabul ediliyordum. Bir taraftan da insanlar -bilinçli şekilde mi, değil mi bilmiyorum-, ‘A aferin, sen artık büyümüşsün, gel beraber oturalım, bizimle otur, dışarıya çıkma, sokakta dolaşma, sen artık başörtülüsün’ diyordu. Bir yandan o yaşta bir insana büyümek güzel gözüküyor, -hep büyümek isteriz ya çünkü. Ama bir yandan da çocuğum. O yaşta bir insana bu kimlik karmaşasını yaşatmak bir çocuğa yapılabilecek en büyük kötülüklerden bir tanesi."
İlk başlarda okula başörtüsüyle gidememesini şimdi durduğu yerden bakınca 'iyi bir şey' olarak tanımlıyor ama o dönemde bir ikileme düştüğünü de eklemeden geçemiyor: "Dışarıda kapalıyım, okulda açığım; acaba ikili bir hayat mı yaşıyorum' diye düşünüyordum."
Başörtünün orta öğretimde serbest olması konusunda ne düşündüğünü sorduğumda ise duraklıyor:
"Bunu söylediğim için çok fazla tepki alacağımı biliyorum ama o yaşta bir çocuk bunu anlayamaz ve bu yaşta bir çocuğa bunu söylemek, yapmasını empoze etmek bence doğru bir şey değil ve çocukları olumlu yönden etkilemiyor."
Çocukluk ve ergenlik yıllarından bahsederken "Belki de benim tercih edeceğimin tersi biçimde geçti' diyor. İmam-hatip lisesinde okuduğu yılları, "Bir dönem çok güzel bir şekilde de yaşadım; namazımı kıldım, ne bileyim ibadetlerimi yapan bir Müslüman olarak yaşadım ama sonra bir şeyler dikkatimi çekmeye başladı. Bu dini öğrenmeye başladıkça da bir şeyleri daha fazla sorgulamaya başladım" diye anlatıyor.
Toplumda, "kadın olduğu için onu geri plana iten bir şeyler" olduğunu fark etmiş ve bundan "aşırı derecede" rahatsız olmuş Okur. Asıl problemi ise çevresindeki herkesin bu sorunları "normal" görmesiyle yaşamış:
"Beni rahatsız eden şeyler, herkese çok normal geliyordu. Bu bende çok büyük bir ikilem yarattı, müthiş bir kimlik karmaşası içindeydim. Bir yandan çok muhafazakâr bir insanım, bir yandan inancımda ve yaşadığım toplumda olan kuralları kabullenmekte zorlanıyordum. Çünkü ben bir kadınım, başarabileceğim birçok şey var. Kadın olduğum için geri planda durmam çok mantıksız, çünkü ben öyle birisi değilim. Hiçbir kadının da öyle olmadığını gözlemliyordum zaten. Bunları fark etmeye başladıkça, üzerine bir de feminizmle tanışınca bir şeyler karışmaya başladı."
Temsil ettiği inancın pratiği fikirleriyle çelişmeye başlamasıyla birlikte alternatif yorumlar aramaya başlamış, ancak bu süreç de çok uzun sürmemiş:
"Öncesinde inandıklarımdan çok daha farklı geliyorlardı ama onlar da bir noktadan sonra beni tatmin etmemeye başlayınca, 'Bunu yapmak istemiyorum, her noktasını tam anlamıyla benimsemediğim bir inancın temsilcisi olmak istemiyorum' dedim. Bunu yapmak gerçekten de çok zordu."
Rabia Okur, "Başörtülüyken de başörtülü olduğum için kötü şeyler yaşadım ama hiçbiri başörtüsünü çıkarmak kadar zor olmadı benim için" diyor ve başörtüsünü çıkarması sebebiyle kendisine söylenenlerden bahsederken, "Benim şu anda söylemek istemediğim şeyler" demekle yetiniyor. İlk başlarda çok korktuğunu da ekliyor:
"Çok hakarete uğrayacağımı, aşağılanacağımı, insanların alttan alttan bana bir şeyler söyleyeceğini biliyordum. Bir de imam-hatip lisesi mezunuyum, çok muhafazakâr bir ailedeyim, bütün arkadaşlarım çok muhafazakâr insanlar…"
"Bunlarla nasıl başa çıkabilirim, n’apabilirim' diye düşündüm ama ben bunu yapmak zorundaydım, çünkü o kadar büyük bir ağırlıktı ki benim üzerimde. O başörtüsünü taktığım zaman görünen kişi ben değildim, hissettiğim kişi bambaşka birisiydi. Böyle davranmak zorunda değilim diye düşündüm."
"Belki ben bu fırsatı onlara vermemiş de olabilirim" notuyla çok da tepki göstermeyeceklerini düşündüğünü söylediği ailesi onu biraz yanıltmış. "Açılma süreci"nde uzun feraceler tuniklere döner, tunikler giderek kısalır ve başörtüsü önce biraz geriye gider, daha sonra da tepeden bağlanırken; ilk başlarda duruma çok da ses çıkarmayan ailesi memnuniyetsizliğini belli etmeye başlamış:
"Tunik giydim bir şey söylenmedi, daha da kısaldı bir şey söylenmedi, başörtüm geriye gitti bir şey söylenmedi, ama biraz daha ilerlediğim zaman, ‘Böyle dışarı mı çıkılır, bu ne hâl’ gibi şeyler söylediler. Hatta o dönem her evden dışarıya çıkmak istediğimde şununla karşılaşıyordum: Şu hâle bak, böyle dışarı mı çıkılır!
"Ve her gün bunu duymak o kadar yıpratıcı ki. Dedim ki, herhalde bu ömrüm boyunca devam edecek. Nereye kadar, buna alışması neden bu kadar zor? Ben namaz kılmadığım zaman kimsenin umurunda olmuyor, ama başörtümü çıkardığım zaman, ‘Böyle dışarıya çıkamazsın’."
Başörtüsünü çıkardığı dönemde yaşadığı en travmatik olaylardan bir tanesi ise, üniversiteye gitmesiyle ilgili olmuş Rabia Okur'un. Çevresindeki birileri, "başörtüsü olmaksızın okula gitmesinin bir anlamı olmadığını" söylemiş:
"Benim eğitim alma hakkım yokmuş da eğitim almaya sadece o çevreyi temsil etmeye gidiyormuşum gibi bir algıları varmış. Gerçekten çok şaşırdım. Ben bu süreci yaşayana kadar bu kadar büyük bir bağnazlık olduğunu gerçekten bilmiyordum. Az buçuk farkındaydım, ama bu kadar büyük olduğunu gerçekten tahmin etmezdim. Çünkü ben bir birey olarak değil, bir kesimin temsilcisi olarak piyon gibi bir şeymişim insanların gözünde."
Temsiliyet noktasına geldiğimizde, bir diğer taraftan da 28 Şubat sürecini, o dönemde verilen mücadeleyi hatırlatıyor. Başörtüsünü çıkaran kadınların daha görünür olmalarını, sayılarının artmasını da "Türkiye'nin mevcut siyasi durumu"na bağlıyor Okur:
"Eskiden insanlar başörtüleri olduğu için okula gidemiyorlardı, devlet kurumlarında çalışamıyorlardı. Çok büyük sıkıntılar çekmişler ve ben de o zaman çok küçük bir çocuk olmasaydım eminim ki onlara destek verirdim. Yine olsa yine veririm, ama o dönem şöyle bir algı da yarattı: Bir tepki olarak başörtüsü kullanan da çok vardı."
"Sen bir dine inanıyorsun, o dinin gereği olan bir şeye birçok insan karşı çıkıyor, sana savaş açıyor ve sen ona istemsizce bileniyorsun. Ve ‘Bak kapandım, kapalıyım işte, gel yap ne yapacaksan’ gibi bir durum oluşuyor. Bu yüzden bu alınganlık, kızgınlık, tepki; bunlar biraz köreldiği için başörtüsü özgürlüğünde çıkaranların da çoğalmış olması bana normal geliyor."
Rabia Okur'un kendisini sorgulama süreci dört yıl sürmüş. Başlarda "bir inanç olduğu gibi, aynı zamanda da büyük bir tabu" olarak nitelendirdiği başörtüsünü çıkarmayı, farklı bir hayat yaşamayı düşünememiş, kabullenememiş:
"Başörtüsünü çıkarmak, sadece başörtüsünü çıkarmak değildir. Bir insan başörtüsünü çıkarıyorsa, inancıyla ilgili problemler yaşamış olabilir, hayatıyla ilgili problemler yaşamış olabilir, inancının içindeki bazı şeyleri değiştirmiş olabilir. Bunun birçok derin ve farklı sebebi olabilir. İnsan başörtüsünü saçlarımı savurmak istiyorum diyerek de açabilir, bu çok büyük bir özgürlüktür ve en doğal hakkıdır ama çoğunluğun sebebi bu kadar da basit olmuyor. Sadece başörtüsünü çıkarma noktasına gelmek bile çok büyük bir değişimin sonucu oluyor."
"Sorgulamam dört yıl sürdü çünkü bu dört yıl içinde savaşmam gereken çok şey oldu. İnancımla savaşmam gerekti, kendi tabularımla savaşmam gerekti, çevremdeki insanlarla savaşmam gerekti. Ailemle savaşmam gerekti, -ki bunun büyük bir savaş olacağını hiç düşünmüyordum ben. Ve bunların en zoru kendi içimde yaşadığımdı. Çünkü ben bir şeye inandım, bir şeye güvendim ve bu inanıp güvendiğim şeyin bana hitap etmediğini fark ettim. Bu çok büyük bir hayal kırıklığıydı benim için, çünkü inanç dediğiniz şey insanın bütün hayatının her yerini etkiliyor. Bir şeye inandığınız zaman bütün adımlarınızı o inanca göre atıyorsunuz ve o inancın bazı yerlerinde size hitap etmeyen şeyler bulmak çok kırıcı oluyor."
Aynı hayal kırıklığını bazı dini metinlerde ve yorumlarda karşılaştığı, kadını ikinci sınıf olarak gören okumalarda da yaşamış. Birçok yerde dini eğitim almasına rağmen, muhafazakâr çevrelerde yapılan ilk şeyin, aslında böyle metinler yokmuş gibi davranmak olduğunu söylüyor:
"Hiçbir yerde böyle şeyler açık ve net bir şekilde, bak işte böyle bir şey var, bu ayet, bu hadis böyle diyor diye söylenmedi. Ben dini kendim araştırmaya başladığım zaman bunlarla karşılaştım, en önemli nokta bu. İkincisi, bunların farkında olan kadınlar bunları bir şekilde kabulleniyor ve bunun böyle olmadığına kendilerini inandırıyorlar. Ben de inandırdım. Dedim ki: Böyle böyle bir şey var ama bu başka bir şey anlatmak istiyor. Böyle düşünmek zorunda kalıyoruz, çünkü böyle şeylere inanmak çok kırıcı ve aşağılayıcı. Ben o inancın her noktasını yaşadım herhalde; bir dönem ben de reddediyordum, ’Böyle bir şey yok’ diyordum. Vardı ama kendimi kandırıyordum. Yoktu diyerek kaçtığımı zannediyordum ama öyle olmadığını fark edince dedim ki, ben bunu artık üzerimde taşımak istemiyorum."
Kadınların başörtüsünü çıkarmak gibi bir kararı vermesinde üniversite okumak için başka şehre gitmenin ya da para kazanmaya başlamanın ne kadar önemli olduğunu sorduğumda Rabia Okur kendi kararının zamanlamasını anlatıyor:
"O sıra tam yaz dönemiydi, işe başladım bir yerde, aşçılık yapıyordum, kendi paramı kazanıyordum, o bana büyük bir güç vermişti. Çünkü ekonomik özgürlüğüm vardı ve bana o baskıyı yapmaya devam etseler evin kapısından çıkıp gitmemem için hiçbir sebep yoktu. Bunu çok ciddi bir şekilde düşündüm. Yapmak üzereydim ki düzelmeye başladığını fark ettim. Ki zaten onlardan ayrılmaktansa düzelmesini daha çok istiyordum. Ama ekonomik özgürlüğün, aileden ayrı olmanın bu anlamda çok güç verdiğini, yardım ettiğini biliyorum."
İmam-hatipte okudukları için muhafazakâr olduğunu söylediği çevresi, üniversiteye geçmesiyle de pek değişmemiş. Diğer insanlarla tanışmayı, nasıl bir hayat yaşadıklarını öğrenmeyi çok istemiş, ama bu pek de mümkün olmamış. Sorguladığı şeyleri o dönemki çevresiyle paylaşması da...
"Kendi çevremde böyle bir şeyi paylaşamıyordum. Paylaşmak da istemiyordum, çünkü bana saygı da duysalar, duymasalar da bana şunu mutlaka söyleyeceklerdi, ‘Benim doğru olduğunu düşündüğüm şey bu değil, o yüzden ben sana arkadaşın, sevdiğin birisi olarak doğru bildiğim şeyi tavsiye etmekle yükümlüyüm.' Bu sebepten de onlarla konuşmak, bunu paylaşmak istemiyordum. O yüzden de bunu hep, tek başıma bu süreci bitirdim."
Bahsettiği süreci bitirdikten sonra "baştaki korkusunun saçma olduğunu" düşünmeye başlamış Rabia Okur. "Çünkü o korktuğum insanlar, korkulması gereken insanlar değillermiş. Çünkü bir şeyin farkında olmayan, bilmeyen, sorgulamayan insanlar hep daha fazla konuşuyorlar" dediğinde, konuşmamız ister istemez sosyal medyada yapılan yorumlara geliyor. "Ya Adnancı, ya 'Fettoşçu bir grubun manipülasyonu. Belki yanılıyorum, ama kuşkucu olun, derim" diyen Cumhuriyet yazarı Mine Kırıkkanat'ın iddiasıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
"Onun gönderisini görmeden önce de zaten benim tweet’imin altına ‘Biz bu oyunları yemeyiz, bunlar Amerikan’ın oyunu’ gibi komik şeyler yazanlar oldu. Çok güldüm onlara, bana dokunmadı. Ama Mine Kırıkkanat gibi bir gazetecinin, bir kadının bunu yazması, birincisi beni üzdü. İkincisi de, çok kişiye ulaşabildiği için beni korkuttu açıkçası. Çünkü hedef gösterildik bunu yapan kadınlar olarak."
"Anlaşılması zor bir şey yaptığımızı düşünmüyorum aslında. Biz sadece yaşamak istediğimiz hayatı seçtik ve bu seçimi insanlarla paylaşmak istedik."
Rabia Okur, politik yelpazenin farklı uçlarındaki erkeklerden gelen ama bir noktada aslında birbirine çok benzeyen yorumlarla ilgili olarak, "Aydınlanmışsın' diyen kişiler de, tam tersine ‘O...u olmuşsun, sen saçını açmışsın, çok da Müslüman değilmişsin’ minvalinde yorum yapanlar da olayı sadece başımızdan bir şey çıkarmak olarak değerlendiriyor" diyor. Başörtülü bazı kadınlardan gelen tepkinin de anlaşılamamaktan kaynaklandığını düşünüyor:
"Sanki biz onlara kötü bir şey söylüyormuşuz, aşağılıyormuşuz gibi anlayanlar olmuş. Tam aksine ben o iki fotoğrafın üzerine şunu yazmıştım: Ne düşünürsen düşün, fikirler sen öyle düşündüğün, kabul ettiğin zaman daha doğru. Yani sen kapalı olmayı seçiyorsan da, açık olmayı tercih ediyorsan da ya da başörtüsünden tamamen bağımsız, x bir insan olmayı tercih ediyorsan da sen onu tercih ettiğin için sensin."
"Ben bazı şeylere çok şaşırdım, bazılarına çok güldüm, bazılarına da çok kırıldım. Ama erkekler, şunu düşünüyorlar... Muhafazakâr olarak kendilerini adlandıran erkekler, kadınlar üzerinde bir güç sahibi olduklarına kesinlikle inanıyorlar ve kadınlar bir harekette bulunduğu zaman ona engel olmak istiyorlar, kabullenemiyorlar. Çünkü kadınların güçlenmesi onları korkutuyor. Bu sadece Twitter’da değil, kendi çevremde de gördüğüm bir şey. Mesela bazı erkekler eşlerinin çalışmasını kabul edemiyor. Bizim hareket halinde olmamızdan çok rahatsız oluyorlar."
Verdikleri mücadelenin küçümsenmesini "çok rahatsız edici" olarak nitelendiriyor ve aslında ne yapmak istediklerinin çok fazla anlaşılmadığını düşünüyor. O yüzden de hikâyesini tekrar tekrar anlatmaktan şikâyetçi değil:
"Yapmak istediğimiz şey şu, biz bir insanız ve insan olarak sadece istediğimiz hayatı yaşamak istiyoruz. Bizim bu sürece nereden geldiğimize dair hiçbir fikirleri olmadan, neyi sorguladığımızı neyi sorgulamadığımızı düşünmeden, ne yaşadığımızı anlayamadan küfreden, küçümseyen, hakaret eden çok fazla insan var ve o insanların bunu anlamasını çok istiyorum.
"Bu söylediklerimi sadece başörtüsünü çıkaran kadınlar için söylemiyorum. Bunlar, farklı bir hayata, farklı bir yaşam tarzına adım atmak isteyen herkesin yaşadığı sıkıntılar. Ve bu sıkıntıların çok daha fazlasını yaşayanlar da var çeşitli tercihlerinden ötürü. O yüzden insanların sadece karşılarındaki kişiye insan olarak bakmalarını ve onu anlamaya çalışmalarını istiyorum. Benim yapmak istediğim şey bu.
"Yoksa ben gerçek hayatımda başörtümü çıkardığım için vermek istediğim bütün mücadeleyi vermiştim ve şimdi bu mücadeleyi geride bıraktım. Tanımadığım insanların bana bir şeyler söylemesi çok da canımı sıkmadı, ama bu tarz yorumlar bazı insanları çok kötü yerlere sürükleyebiliyor: İntihara, hayattan vazgeçmeye… Böyle kötü sonuçlarla karşılaşmak çok üzücü, o yüzden insanlara söylemek istediğim tek şey, sadece karşınızdaki insanla empati kurun ve onu anlamaya çalışın. Çünkü kimse herhangi bir tercihi yüzünden aşağılanmayı, hakarete uğramayı hak etmiyor."
* Başörtüsünü çıkaran kadınların hikâyeleri T24'te devam edecek..
© Tüm hakları saklıdır.