*Baskın Oran
Aslında, “Şu andaki güvencesi” diyerek ihtiyatlı davranmak lazım. Ama ne olursa olsun, bu ortamda tek ciddi şeyleri söyleyen ve yapan, HDP. Özellikle de, gençler arasında “Selocan” diye geçen, Eşbaşkan Selahattin Demirtaş.
Düşündüklerimi önce kısa maddeler halinde yazayım, sonra açarız:
1) 28 Şubat ortak açıklamasının odak noktası silahların bırakılması filan değil. Buna imkan verecek demokratik koşulların oluşturulması.
2) Bu açıklamadan sonra Kürtler, gözünü karartmış Erdoğan karşısında mevcut en sağlam barikat.
3) Seçim arifesinde bu açıklamadan asıl kârlı çıkan HDP ve bu sayede yüzde 10 barajını büyük olasılıkla aşar.
4) Erdoğan durumlardan hiç memnun değil; Selocan’ı bir kaşık suda boğabilse, boğacak.
5) Bazı sus payları karşılığında Kürtlerin Erdoğan’ın başkanlık sistemini destekleyip demokrasiyi satacakları yönünde vahim bir kuşku vardı. Son gelişmeler bunu çok zayıflattı.
Demokrasiyi görmeden "silah bırakmak"
Davutoğlu 3 Mart’ta, “Bu açık bir silahları bırakma çağrısıdır. Özü, silahları bırakmadır” (link) derken tam bir hüsnü kuruntuyu dile getiriyor. En azından iki sebeple:
1) Kürtler sırf devletin sözüne güvenerek silah bırakmayı çok denediler. Örnek mebzul. 1937 Dersim’de Seyit Rıza barış görüşmeleri yapmak üzere Erzincan’a davet edildi, yolda gelirken yakalandı ve bir pazar günü yargıçları evlerinden getirtmek suretiyle toplanan mahkeme sonucu idam edildi. PKK defalarca silah bıraktı, demokrasi filan gözükmedi. 2009’da devlete inanıp Habur’dan gelenleri, coşkuyla karşılandıkları ve konuşma yaptıkları gerekçesiyle 10 yıl 10 ay hapse mahkum ettik (link).
Nitekim Öcalan, 29.11.2014 görüşmesinden sonra, daha önce yaptığı silah bırakma çağrıları için özeleştiri yayınladı (link).
2) Kürtler zaten silah bırakmış vaziyette. Batıya tabut gelmesi uzun yıllar önce durdu.
Ama eğer “silah bırakmak”tan kasıt silah toplatmak ise, oradan başlamak, Kürt olduklarını ancak 75 yıl mücadeleden sonra kabul ettirebilen ve bu arada sadece son 30 yılda 30.000’den fazla kurban veren insanlarla olacak iş değil.
Nitekim, Cemil Bayık özetliyor: “Hangi sorun çözüldü ki silah bırakalım” (link).
Onun için Kürtlerde, reform görmeden kendini bırakıverecek hava hiç yok (link). Onlardan talep edilebilecek en büyük vatanseverlik, demokratik reformları beklerken eylemsizliği devam ettirmeleri.
Seçilmiş padişahlığa başlıca barikat
Türkiye’nin vahim bir gerçeği var: Gezi ve 17-25 Aralık tarafından “psikolojisi bozulan” Erdoğan’ın bütün mevcudiyeti, bunların tekrarlanmasını ne yapıp edip önlemeye endeksli. Korkunç bir vaziyet onunki; düşmanıma vermesin. Eli kalem tutanların yazıları ile eli pankart tutanların gösterilerini İç Güvenlik Paketiyle beşiğinde boğmayı umuyor.
Ve tabii, en başta da, yine umduğunu bulamayacak olan Kürtlerin protestolarını.
Kürtler buna blok halinde karşı çıkmakta. Pervin Buldan: “Paket, parti olarak itiraz ettiğimiz haliyle çıkamaz” (link). Selocan: “Hükümetin pratiği barış adına zerre kadar ümit vermiyor” (link). KCK: “Hükümet sorumluluklarını yerine getirirse biz de getiririz” (link).
HDP çok daha kârlı çıktı
Ortak açıklamadan AKP’nin beklentisi, Kürt sorununu halletmesine ramak kalmış parti izlenimi bırakarak, seçimlerde başkanlık rejimini getirecek çoğunluğa ulaşmak.
HDP’ye gelince: Seçime parti olarak girip büyük risk alma kararı seçmen kitlelerinde çok ilginç bir karşılık bulmuş vaziyette. Barajı aşamazsa, AKP başkanlık rejimi için yeterli çoğunluğa ulaşır diye herkesin ödü kopuyor. Etrafımda Kürt partisine şimdiye kadar hiç oy vermeyen çok sayıda kişi bu sefer verecek.
Barajı aşacak kadar oy alma imkanı bu nedenle zaten artmış olan HDP, şimdi bir de “ayrılıkçı değil, uzlaşmacı ve barışçı parti” imajı sayesinde, ihtiyacı olan ek yüzde 2’yi kolaylıkla alabilir.
Erdoğan ve AKP hiç hoşlanmadı
B. Arınç “ortak açıklama söz konusu değil” dedikten sadece iki gün sonra yapıldı ortak açıklama. Neyse, olur böyle şeyler ve AKP’de esas bundan sonra olacak. Asıl önemli husus başka yerde.
Arınç bir metinden bahsediyordu konuşmasında. (Açıklamadı ama, Habertürk’te 19 Şubat’ta çıkmış olan bir metindi bu. TMK, SPK, yüzde 10 barajı gibi kanunların kaldırılması, Türkiye genelinde bölge meclisleri kurulması, kültürel hakların anayasada yer alması, hasta mahkumların tahliyesi gibi çok somut Kürt ön-talepleri vardı bu metinde (link).
O sırada, hiç görmediğimiz bir biçimde açtı ağzını yumdu gözünü Arınç. Ne Selocan’ın Süreç’e karşı olduğunu bıraktı, ne de kötü niyetini. “Görevim icabı istihbaratın verdiği bilgiler yanında çok özel bilgilere sahip bir insanım ben” bile dedi, ne demekse.
Erdoğan, Arınç’tan da önce, daha S. Arabistan’a giderken yüklenmişti Selocan’a: “İmralı silahların bırakılmasını istiyor. Fakat partinin başındaki zatın yaklaşımı çok daha farklı. O adeta, ‘Hükümetin uygulamasına bakacağız’ diyor” (link). Ne “adeta”sı yahu, aynen öyle dedi. Tek başına da söylemedi; yukarıda verdim.
İşin özeti şu ki, Selocan AKP’yi fevkalade huzursuz ediyor. Bu da, galiba, gerçekten etkili ve başarılı olduğunun göstergesi.
Kuşku
‘Öcalan hükümetle anlaştı, demokrasiyi satacak, başkanlık verip karşılığında kendisi için ev hapsi ve Kürtler için de özerklik alacak’ kuşkusu epeydir sürüyordu. Çünkü Öcalan şöyle demişti:
“Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız, başkanlık ABD’deki gibi olmalı; devlet meclisi gibi bir senato. İkincisi, bir de halklar meclisi” (link). Bu demeci, Nevruz öncesinde Eşbaşkan Gültan Kışanak da desteklemişti (link).
Olay bununla kalmamıştı. Sırrı Süreyya dışında, Kürtler Gezi’de yoktu. 17 Aralık’ı Öcalan, Erdoğan gibi “darbe” olarak yorumlamıştı (link).
Selocan işin başından beri farklı durdu. Mesela, Erdoğan-Bilal konuşmasının internete düşmesi üzerine, “Bu kadar şaibeye bulaşmış bir başbakanla neyi konuşacağız?” dedi (link).
Kürtlerin pozisyonu
Ortak açıklamanın öncesinde ve sonrasında söylenen sözler, ‘Kürtler demokrasiyi satacaklar’ izlenimini çok zayıflatmış bulunuyor. Şu anda Kürtlerin durduğu yer şöyle:
Demokratik ortamın ucunu fiilen görmedikçe, AKP’ye inanmayacaklar.
İçlerinden bir kanat demokrasinin sadece vaat edilmesi üzerine uzlaşmaya kalkışırsa, başka kanatlar bunu ihtiyatla önlemeye niyetli ve muktedir.
Erdoğan’a başkanlık vermenin, cellada yağlı urgan vermekten farksız olduğunun farkındalar.
Demokrasiden gitgide uzaklaştırılan bir Türkiye’de, Kürtlere demokrasi verilmesinin mantıksız olduğunu idrak ediyorlar.
Etmiyorlarsa, en azından şunu iyi biliyorlar: O zaman yakalarına yapışacağımızı.
*Bu yazı Agos'ta yayımlanmıştır