T24- Bugün gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin önde gelen isimlerinin son dönemlerdeki söylemlerini beğenmediğini belirterek, AKP’nin ‘çamurla oynayan bir görüntünün içinde kaldığını’ söyledi. Başbakan Erdoğan’ın, “Memur Kemal”, “Boya değil, soya bak”, “Bitaraf olan bertaraf olur” şeklindeki ifadelerini örnek veren Taşgetiren, bu sözlerin referandumda bir tek “evet” oyu artırmayacağını savundu.
Taşgetiren’in Bugün gazetesinde yayımlanan “Yanlış buluyorum” başlıklı yazısının tam metni şöyle:
Maalesef AK Parti cenahı, Kılıçdaroğlu'nun başlattığı "Recep Bey" aşağılamasının çamurlu alanına çekildi ve şimdi orada, çamurla oynayan bir görüntünün içinde kaldı.
Yanlış buluyorum.
Bülent Arınç'ın Kılıçdaroğlu için "şu kadarcık boyuyla..." diye başlayan söylemini yanlış buluyorum. Söz ustası Arınç'ın böyle gaflara gelmesi doğrusu şaşılacak bir şey. Ne yapmış oldu yani Arınç, böylece tüm kısa boyluların bir eksikliği bulunduğunu mu söylemiş oldu? Bu söylem, "evet"leri mi artırdı?
Başbakan Erdoğan'ın "Memur Kemal" söylemini yanlış buluyorum. Nitekim, bu söylemin içindeki "memur karşıtı" görünüş hemen fark edildiği için "CHP zihniyetinin memuru" noktasına gelindi ama herhalde "CHP zihniyetinin memuru" ifadesi, "Memur Kemal"deki memur kırgınlığını telafi edici nitelikte değildi.
Yine Başbakan Erdoğan'ın "Boya değil soya bak" söylemine gelebilmesini de anlayamıyorum. Ne olacak yani soya bakılırsa, buradan nereye gelebilir ki Sayın Başbakan? Bu söylemin ikinci adımını atabilir mi? "Soya bak" söylemi, tüm açılımların üzerine sünger çekmiyor mu?
Aynı şekilde Başbakan'ın Kılıçdaroğlu'na "Dersimli olduğunu neden söylemiyorsun" yüklenmesini yakışıksız ve çok yanlış buluyorum. Bu söylemin de çıkışı yok. Yani bu söylemle kimin oy rengi nasıl değişecek? Bu sözün özünde Dersim'e sahip çıkma mı var, dışlama mı, Dersimli nasıl anlayacak bu söylemi? Bir yandan Dersim'in bombalanmasını büyük cürüm olarak nitelerken diğer yandan "Dersimli olduğunu söyleyememe"yi bir sıkıştırma alanı olarak nitelemek birbiriyle bağdaşır mı?
Başbakan'ın TÜSİAD'a ya da TOBB'a yönelik "Bitaraf olan bertaraf olur" ifadesini çok yanlış bir imaj yüklenme olarak görüyorum. Başbakan'ın memurlara yönelik, "evete zorlayıcı" yaklaşımını yanlış buluyorum.
Ve...
Melih Gökçek'in, Kılıçdaroğlu'nun annesine ilişkin ifadelerini çok yanlış hatta çirkin buluyorum. Kılıçdaroğlu'nun annesinin Ermeni olduğu bilinirse, bunun bazı toplum kesimlerinde negatif algı oluşturacağını hesaplamayı, benim önemsediğim AK Parti'nin moral değerleriyle bağdaşır görmüyorum.
Bir yığın açılım yapmışsınız. Dünyaya, Türkiye'deki etnik, dini sorunları çözme gibi bir misyon yüklendiğiniz imajını vermişsiniz. "Barış öncelikli" bir söyleminiz olagelmiş ve şimdi, üç beş "evet" için, çizgiden çıkıyorsunuz. Olmaz bu.
Şunu söyleyeyim:
Halk oylamasından en azından yüzde 60 "evet" çıkmasını istiyorum.
Bunun Türkiye'de bazı dengelerin oturması açısından son derece hayati olduğunu düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu'nun söylemlerinin içinin son derece boş olduğunu görüyorum. "Recep Bey"'le başlayan ve "kalpazan" çamuru ile devam eden "aşağılama" stratejisinin bir yerde halkın sağduyusuna çarpacağına inanıyorum. "Havuzlu villa" falan bunlar geri tepip, Kılıçdaroğlu'nu savunma psikolojisine bile itmiş durumda.
Başbakan'ın kürsü performansı, kitlelerle iletişimi, "evet" için ortaya koyduğu gerekçeler, Kılıçdaroğlu'nunki ile kıyaslandığında, hani deyim yerinde ise beş basar.
İster yapılan anayasa değişikliklerinin muhtevasını anlat, ister "Yargıyı CHP'nin arka bahçesi olmaktan kurtarıyoruz" söylemine vurgu yap, ister 12 Eylül hesaplaşmasını gündeme taşı...
Ve ister, hükümet olarak Türkiye'ye yapılan hizmetleri anlat...
O kadar pozitif şey var ki...
Başbakan Erdoğan Habertürk televizyonunda Yiğit Bulut'un sorularını cevaplandırırken, İstanbul'a yapılanları anlattı, o coşkuyu topluma taşımak bile kafi. Miting yapılan şehirlere yapılanları anlattığında meydanlar coşuyor.
Ben, bu pozitif mesajların, artı CHP, MHP, BDP tabanına "dostça" seslenen çağrıların, karşılık bulacağına inanıyorum.
Ya şu yukarıda saydıklarımız...
Bunların bir tek "evet" artıracağını düşünmüyorum.
Bu söylemlerin, "evet" verecekler hakkında yanlış bir kanaat oluşturacağına inanıyorum.
Bu söylemlerin "açılım" politikalarının zihniyet alt yapısının dolu olmadığı kuşkusu doğuracağı endişesini taşıyorum.
Yine bu söylemlerin, insanları fiziksel özellikleri ile yargılama, etnik veya mezhepsel aidiyetlerini kusur gibi görme, farklı görüşte olanlara baskı uygulama... oradan "sivil baskı-kibir" iddialarına gerçeklik malzemesi taşıma gibi riskler taşıdığı muhakkak.
Bu söylemlerin hemen peşinden, savunma durumuna geçme mecburiyeti bile, yanlış bir şey yapıldığını görmeye yeterlidir.
Başbakan Erdoğan'ın şu Ramazan'da sergilediği performansa şapka çıkarmamak mümkün değil. Benim, bu gayretin, bilinçli mi doğmaca mı olduğunu anlayamadığım iletişim kazalarıyla heba olmasına gönlüm razı olmuyor.