Politika

Başbakan'ın çok konuşması hataya yol açıyor

Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanlığını bırakarak gazeteciliğe dönen aKİF Beki, Nuriye Akman’ın sorularını yanıtladı.

09 Mart 2009 02:00

Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanlığını bırakarak gazeteciliğe dönen Akif Beki, Nuriye Akman’ın sorularını yanıtladı.

Röportajın birinci bölümünü okumak için tıklayın

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın danışmanlığını yaptıktan sonra ayrılarak Radikal gazetesinde köşe yazmaya başlayan Akif Beki, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’ın sorularını yanıtladı.

İşte röportajın ikinci bölümü...

Basın sözcülüğünüz döneminde herkesi püskürttüğünüzü, herkesi küstürdüğünüzü söylüyorlar. Nefis müdafaası mı, şeytana uymak mıydı?

Kendimle ilgili bir yargıda bulunmayacağım. Sözcülük teklifini kabul ederken de çıkarken de siyasette gözüm yoktu. Bürokrat değilim. Günü geldi mesleğe döndüm. Zaten dönmek için gitmiştim. İşin hakkını vermek hep önceliğim oldu çalışırken. Bundan başka ne tür yan tesirler doğar düşünmedim. Yarınla ilgili hesap yapmadım, kimin dostluğunu, kimin düşmanlığını kazanırım diye hiç bakmadım.

Dolayısıyla da çok düşman kazandınız.

Doğrudur. Kişisel hesapla hareket etmedim. Fakat yine de düşman kazandım. Bunu görecek kadar aklım vardı. Her ne yaptıysam bile bile yaptım. Yaptıklarımın sorumluluğunu taşıyorum. Hesap sormak isteyen varsa ben buradayım.

Başbakanlıkta çalışan mesai arkadaşlarınıza mı bu laf?

Sadece onlara değil, kamu sektörü ve medyadan da söz ediyorum. Çünkü yaptığım işin her tarafa değen tarafları vardı. Sadece başbakanlıkta bizim dar halka değil. İhtilafa düştüğümüz zamanlar oldu, görüş birliğine vardığımız zamanlar oldu. Sonuçta onlar benim arkadaşlarımdı.

Ama onlarla büyük kavgalarınız olduğunu biliyoruz.

Kimlerle mesela?

Ömer Çelik, Nabi Avcı, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış, Ahmed Davudoğlu... Başbakanın adamları arasındaki güç savaşında yenik düştünüz sanki.

Yenilgiyi kabul etmemek için psikolojik refleks gösterip, hayır dememi ve bunun aksini ispat etmemi bekliyorsunuz. Böylece aramızda bir güç savaşı yaşandığını da kabul etmiş olacağım. Yanılıyorsunuz. Bunu kaleye göndermenize izin vermeyeceğim.

Hakem okurumuz olacak. Görevden ayrılmadan kısa bir süre önce ensonhaber.com sitesinde yayınlanan bir haberde "Beki kovulacağını bizden öğrenecek" diye bir haber çıktı. Bu site Nabi Avcı'nın yakınlarından birine aitmiş doğruysa. Diyorlar ki, bazı mesai arkadaşlarınızla geçinemediğiniz için başbakan bundan rahatsız oldu. O kendi isteğiyle görevden ayrılmadı, kovuldu.

Kovulduğum doğru değil. Bu tür durumlara hep gülüp geçtim. Bunu da hep yukarıdan bakma olarak gördüler. Bunun aroganlıkla alakası yok. Bu kadar kıylü kale uğraşmayı kendime yakıştırmam. Falan sitede şu çıkmış. Bunlar benim mevzum değil. Ama söylediğiniz isimler önemli. Dediğim gibi ihtilafa düştüğümüz zamanlar olur. Ama hayır Nabi Avcı böyle bir şeye asla tenezzül etmez.

Ayrılmanızda Ömer Çelik faktörü var mıydı? Onu siz başbakanın yanından uzaklaştırmışsınız. O da intikam almış. Yumruklaşmışsınız, kavga etmişsiniz. Doğru mu bunlar?

Ömer Çelik ile hiçbir zaman yumruklaşmadık. Aramızın uzun süredir pek iyi olmadığı doğru. Fakat birbirimize kötü söz sarf etmedik. Bir zamanlar çok iyi arkadaştık. Sonra aramızda ihtilaflar oldu. Bunlar derinleşti. Bir başbakanla münasebette, belli bir yakınlıkta bulunanlar birbirlerinin ilişkisine nüfuz edemez. Herkesin başbakanla ilişkisi kendinedir. O ilişkide ilerleme ya da gerileme varsa bunun sebebini herkes önce kendinde arasın diyorum.

Başbakanı paylaşamamışsınız sanki. Herkes kendisinin öne çıkmasını istiyor gibi bir manzara var. Sizinle ilgili bazı şikayetler başbakana geldiyse, onun size "Artık beraber yürümeyelim arkadaş bu yollarda" demiş olma ihtimalinden söz edemez miyiz?

Eğer bu birilerini rahatlatacaksa öyle kabul etsinler. Ben rahatlamalarını isterim. Ama benim açımdan sonuç değişmiyor. Ben mesleğime dönmek istedim ve döndüm. İkincisi rekabet iyidir. Bir başbakanın etrafındakilerin rekabet halinde olması iyidir. Göze girmek için yalakalık yapanları hariç tutuyorum. Fakat iş üretme sürecinde başbakanın etrafındakiler rekabet ediyorsa daha iyisini yapmak için, bundan başbakan ve memleket fayda görür.

Başbakan sizin kendi aranızdaki itiş kakışlarınızdan fayda gördü mü?

Başbakanın olup bitenlerle ilgili farkındalığını soruyorsanız, farkındalığı tahmin edemeyeceğiniz kadar yüksek bir lider. Dışarıdan görünenden çok daha fazladır. Hani derler ya, senin şu kadar metreden yürüyüşünden anlarım. Başbakan, teleskopla falan bakılacak bir mesafedeki yürüyüşten anlıyor durumu.

Teleskopa ne gerek var. Siz Ömer Çelik'le ilgili olumsuz düşüncelerinizi Başbakan'la paylaşmışsınızdır.


Çok yüksek bir güven ilişkisi gerekir Başbakan'a yakın çalışabilmek için. O güvene layık olmayanlar o hatta giremez. Herkes kendi ilişkisine sahiptir. Böyle şeyler olmaz. Yani bunları sizin muhayyileniz kaldırabilir. Ama gerçek hayatta bunlar olmaz.

Peki öyle olsun.

Ne oldu size, skorum ne olacak benim?

Hangi skorunuz?

Muhayyileniz ile gerçek hayat arasında mukayese yaptım ya.

Bu gol mü şimdi?

Saymayacak mısınız golümü?

Yok sayamam. Orada ne yaşandığını tam bilmiyoruz. Belki de muhayyilem gerçek bir fotoğraf sunmuştur okuruma.

Tamam, bunu da kadınlığınıza verelim.

Bir daha bana kadınlıkla ilgili laf ederseniz sizi Recep İvedik ilan ederim, ona göre! (Gülmeler)

Peki ama bunu skora yazın bari.

İsrar etmeyin, kendi haneme yazarım bak! (Gülmeler) Zaman zaman çatışma içinde olduğunuz insanlara "Her şey elimin altında olsun. Ama ben elimi taşın altına koymayayım" dedikleri için mi sinir oluyordunuz?

Bu havada olan insanların hiç var olmadığını söyleyemeyeceğim. Bu tür şeyleri görmenin benim için çok yorucu olduğunu da itiraf ediyorum. Fakat hayır bununla ilgisi yok.

Ömer Çelik'le meseleniz kişisel miydi yoksa?

Sonradan kişiselleşti. Ben gerçekten sorun neydi, nasıl başladı bilmiyorum. Karşı taraf ile ilgili de geçmişteki arkadaşlığımızın hatırına kişisel analizlere girmek istemem. Fakat her nasıl olduysa bir şekilde, baktım ayrı düşmüşüz.

Acaba siz de "elimi taşın altına koyarım, ama herkes elini çeksin. Yoksa kırarım" dediniz mi?

Kabul ediyorum, tarzım böyle okunmaya müsaittir. Böyle okuyanların bana haksızlık yaptığını söyleyemem.

Sözcü ister istemez başbakanın gücüne ortak olur. Siz başbakan için çalışan diğer insanlarla bunu paylaşarak bir sinerji yarattınız mı, yoksa "güç bende" sendromuyla herkesle kavga mı ettiniz?

Birlikte çalıştığım çok arkadaşım var. Onlara büyük bir haksızlık yapmış olurum. Çok emeği olan insanlar var. Başbakanın yakın mesaisinde yer alan, arkada yer alan arkadaşlara kadar herkes çok ağır, çok önemli bir pozisyon icra ediyor. Herkesin orada bir varlık sebebi ve yaptığı bir iş var, doldurduğu bir boşluk var. Herkesin altına elini soktuğu bir taş var. bu arkadaşlara çok haksızlık yapmış olurum böyle yapsaydım.

Yani kimsenin elini kırmadım mı diyorsunuz şimdi bana?

Benim işime uzanan ellerden hazzetmedim.

Bu laf da bana skor yazar.

Hediyem olsun.

Peki parti ve hükümet içi çekişmelerde taraf oldunuz mu?

Ben işimi yaptım. Taraf olma güdüsüyle hareket etmedim. Parti içi ile alakam yok. Sayın başbakanın ofisi ve başbakanlık söz konusu olduğunda bana intikal eden boyutlarında yapmam gerekeni yaptım. Ne yana düştüğüme bakmadım.

Ama tabii ki başbakanı memnun edecek şeyler yapmak zorundaydınız.

Başbakanın hukukunu korumak birinci önceliğimdi her zaman. Görevim için elimden ne geliyorsa yaptım.

Acaba bu da sizi kraldan çok kralcı mı yaptı?

Geriye dönüp baktığımda, yeniden yaşasam, bütün bu tecrübelerden sonra tekrar böyle mi davranırdım? Evet yine böyle davranırdım.

Başbakanın diğer adamları arasında kıskandığınız biri oldu mu?

Rekabet güdüsü yüksektir bende. Ama kıskançlık yoktur.

Öyle mi? Egemen Bağış'ı kıskanmadınız mı mesela?

Geçmişte ihtilafa düştüğümüz zamanlar oldu. Ama bu dediğim gibi nerede durup, nereden baktığınıza bağlı. Size bir görev verilmiş. Başbakanın medya ilişkilerinden mesul tutuluyorsunuz. O alanda ben sayın başbakanın otoritesi hariç, bir başkasının müdahalesini istemedim, doğru bulmadım.

Ayrıldığınız zaman üzülmüş müdür, sevinmiş midir Egemen Bey?

Benim adıma sevinmiştir. Zor bir işti, zor bir yüktü. Ama "ne iyi oldu, Akif gitti" diye düşündüğünü zannetmiyorum.

Cüneyt Zapsu ile niye geçinemediniz?

Görüş ayrılığı yaşadığımız belki çok olmuştur. Ama geçinemediğim doğru değil

Onun yaptığı bazı organizasyonlarla ilgili kıyametleri koparmadınız mı?

Dışarıdan nasıl görünüyordu, hakikaten o zaman kıyamet mi kopardım, gökten taş mı yağdı, bilmem ne mi oldu bilmiyorum. Tabii ki tartıştığımız zamanlar oldu. İki mesai arkadaşı arasında olmaz mı tartışma?

Ahmet Davutoğlu ile ihtilafınız neydi?

Yine aynı şekilde görüş ayrılığına düştüğümüz çok olmuştur. Ama sonuçta onun yaptığı iş belli, benim yaptığım iş belli. Kesişen yerlerde ihtilafımız olmuştur. Sonuçta hepsinin medya ilişkilerine değen tarafları var. Ben oralarda işin içine dahil olurum. Ve işimi yaparım.

Herkes amirinden aferin almak ister. Başkan baba ve oğulları arasında onu paylaşamama çabası diye özetleyebilir miyiz durumu?

Farklı hayatların, farklı motivasyonların, farklı amaçların ve farklı kişiliklerin bir araya geldiği, bunların tek ortak noktasının da başbakan olduğu bir ilişki modeli düşünün. Herkesin ayrı bir hikayesi var. Geçmişi farklı başbakanla. Gitmek istediği yer de farklı. Böyle olunca bir daha söylüyorum, rekabet iyidir. İyi bir hasılat çıkıyorsa ortaya o rekabetten, onu kâr kabul edin. Görüş ayrılıkları da iyidir, ihtilaf da iyidir. Grup düşüncesi mağduriyetinden korur Sayın Başbakanı. Bütün bunlarda bir kötülük arayacaksak, o da sadece işi pozisyon kapma kavgasına indirenleri söyleriz, Bunun dışında kalanların tamamı çok iyidir.

Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar!

Birbirine benzeyen, aynı kişiliklerde, aynı geçmişe sahip, ayna meziyetlere haiz ve başbakanla aynı mesafede ilişkisi olan bir yakın çalışma grubundan iyi bir hasılat elde edemezsiniz. Zaman zaman hepimiz hata yapabiliriz. Zaman zaman nefsimize yenik düştüğümüz olmuştur. Hepimiz insanız.

Hasılat kötü ama. Başbakanın medya ile ilişkisi iyi mi yani?

Ona söyleyecek bir şeyim yok. Bizlerin de payı var tabii bunda. Ortada iyi gitmeyen bir şey varsa, medya ilişkileri iyi yönetilmediyse bu işe dahil adamlardan biri olarak ben kendi payıma düşenleri kabul ederim. İnsanın olduğu bir yer gösterin ki kimse kimseye omuz atmasın, kimse kimseye çelme takmasın. Kendi hayatınıza dönüp bakın. Olmadı mı böyle şeyler?

Benim sıcak haber takip ettiğim dönem kısadır. Daha çok özel haberle, röportajla geçti meslek yaşamım, kraliçeler gibi özgürdüm...

Benim üç buçuk yıl içerisinde Sayın başbakandan fiziken ayrı geçirdiğim gün sayısı çok çok azdır. Başbakanın temposu malum, haftanın yedi günü çalışıyor, dur durak yok. Kanuni seferi gibi yola çıkıp, üç il dolaşıp, üç gece ayrı ayrı yerlerde kalıp, sonra oradan yurtdışına gidip, bir hafta bir yerde kalıp, ondan sonra başka bir yurtdışı ayağına geçip, ondan sonra tekrar taşrada başka illere dönüp, sonra oradan Ankara'ya eve döndüğümüz zamanları çok bilirim. Şimdi böyle bir tempo, böyle bir mesai düşün. Ben tamı tamına üç buçuk yıl çalıştım. Bu üç buçuk yıl içerisinde de mutlaka hatam olmuştur. Siz kraliçe olabilirsiniz ama ben kral olmadım hiç. Hatalar bizim gibi tebadan insanlar için.

Beni sizlerden biri gibi değil de kraliçe yarattığı için şükretmem lazım öyleyse Allah'a...

(Gülmeler) Fakat yaptığım işe hep hakkını vermeye çalıştım. Hiç kaytarmadım. Üç buçuk yılın sonunda müsaade istedim. Tedirgindim, kendimi anlatabilecek miyim, anlayışla karşılayacak mı diye. Zorlamak zorunda kalmadım. Hakikaten anlayışla karşıladı. Ve ayrıldıktan sonra Sayın başbakan "canım ciğerim" dedi ya, bu sözleri o üç buçuk yılı taçlandırdı.

Taç ha! Demin kral olmadım diyordunuz. Demek ki içten içe sınıf değiştirip kral olmak istemişsiniz.

Yazın skora bir tane daha. Sayın Başbakanın sözleri benim üç buçuk yıllık emeğime, meşakkate, eziyete değdi gerçekten.

Ama yine de böyle taçlı bir başın dezavantajı yok mu? Şimdi eliniz kolunuz bağlandı. Onu sinirlendirmeyi göze alamazsınız. Rahat yazamazsınız eleştirmeniz gerektiğinde.

Bir defa kompleksim yok. Ben bir iş yaptım. Gittiğimiz yere geçmişimizi de beraber götürürüz. Geçmişe sünger çektim, onu sildim attım, yok. İyi de başbakanı nasıl eleştireceksin? Ya şunu da doğru bulmadım der geçersin. "Son Osmanlı padişahi birinci Recep" diye pankart. Başbakan bununla ilgili ne düşünmüştür, kendi tanıklığıma başvurmayacak mıyım? Bu kadar yanında bulundum, birlikte çalıştım, tanıyorum. Bundan dolayı insanlar bana öyle ya da böyle diyeceklermiş. Çok da umurumdaydı.

Bu işler belli olmuyor biliyorsunuz. Fehmi Koru'ya neler söyledi Başbakan. Günün birinde grupta yahut bir ilçe kongresinde "Yazıklar olsun sana Akif. Canın çıksın, ciğerin sökülsün" diye bir konuşma yapabilir mi?

(Gülmeler) Ben gelecekle ilgili kehanette bulunamam. Böyle bir durum olursa üzülürüm. Sadece bana olduğunda da değil.

Başbakan haksız mıydı o lafı söylerken?

Bazen insanlar tepki vermek zorunda kalabilirler. Biz de günlük hayatımızda yapıyoruz bunu. Gazeteciyken, yazarken, çizerken, televizyonda konuşurken yapıyoruz. Kendini haklı bulsan bile her zaman verdiğin tepkilerden hoşnut olmuyorsun. Sen de üzülüyorsun.

Başbakan da daha sonra üzüldü mü Fehmi Koru'ya o lafı söylediği için?

Söyledim söyleyeceğimi ben.

Başbakanın dili ile zihniyeti üzerine kitap yazmış biri olarak, başbakanın daha az konuşması gerektiğini düşünür müsünüz?

Başbakan çok yoğun çalışan biri. Bu da şu demek: Başbakan işte İstanbul'daki açılışta, Isparta'daki mitingde, İzmir'deki akşam yemeğinde, sonraki gün filan yerdeki mitingde konuşuyor. Bir günde on üç ayrı konuşma yaptığı vakidir. Bu bana çok geliyor.

Hata yapma ve dozu kaçırma ihtimali çok olur diyorsunuz bu kadar yorgunlukla.

Yorgunluk, risk doğru. Sürprize de, hataya da yol açar. Fakat bu bir tarz-ı siyaset. Başbakan çok erken başlamış siyasete. Siyasetin içinde yoğrulmuş. Bütün refleksleri, hayata, insanlara bakışında benim bakış açımla farkı var. Benim gördüklerimle onun gördükleri doğal olarak farklı oluyor. Benim anlayamadığım şeyler olur. Ona çok anlamlı gelir. Siyaseten gerekli görür. Bende çünkü siyasetçi kumaşı yok. Mesela şöyle düşündüğüm oldu: Ya gerçekten buna gerek var mıydı? Yani bu kadar da kendini yormasına, bütün bu teferruatlarla uğraşmasına gerek var mıydı? Sonra baktım onun başka türlü sonuçları oldu. Ha dedim, her zaman benim düşündüğüm gibi de olmayabiliyormuş. Siyaseten doğrusu öyle olmayabiliyormuş.

2003'de çıkan Erdoğan'ın Harfleri adlı kitabın ana fikrini "Gökten beklenen kurtarıcı yerden çıktı" diye özetleyebiliriz. Ama ben bunu başkaları gibi "Tayyip Erdoğan'a mehdi dedi Akif Beki" diye okumuyorum. Ama siyasal İslamcılığın bittiğini anlatmak için Musa peygamberle benzerliğini söylemenizi de biraz gayretkeşlik olarak görüyorum. Hatta kaş yapayım derken göz çıkardığınızı düşünüyorum.

İsmet Berkan ile Avrupa Birliği'ne yapılan seyahatlerden birinde dönüşte beraberdik uçakta. Tayyip Bey o zaman genel başkandı. Seçimleri kazanmıştı. Uçakta dönerken sohbet ediyoruz. Kabala'ydı, hurifilik'ti, dil-zihin ilişkisi vs. konuşuyoruz. Tayyip Bey'in kullandığı dilden örnekler veriyoruz. Hadi bunu dizi yazıya dönüştürelim Radikal için diye konuştuk, İsmet ile. Oturdum, bir dizi yazı yazdım. Bu dizi yazı iki parçadan oluşuyor. Bu parçalardan bir tanesi modern linguizmin dil zihin ilişkisini nasıl analiz ettiğine dair. Bunun diğer bölümü de eski zamanlardan beri harflere, dile ne tür anlamlar yükleniyordu? Özellikle dini, mistik gelenekler ve harflerin, dilin yeri nedir? Bir parçası da buna ait. Gökten gelecek kurtarıcının sandıktan çıkma meselesine gelince. Osmanlı İmparatorluluğunun parçalanma döneminde bir kurtuluş politikası olarak siyasi İslamcılığa yönelindiğini görüyoruz. Yani islam cumhuriyetleri birliği adı altında bir proje Bu Osmanlının yıkılışı, cumhuriyetin kuruluşu yıllarındaki müslümanın hayata, dünyaya, devlete bakışı. Bugün, alfabenin zihin üzerindeki etkisini inceleyen okullar var. Ben de dedim ki, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş Müslüman zihinde nasıl bir değişim meydana getirdi. Siyasi İslam, siyasi ümmetçilik ve İslam cumhuriyetleri birliği fikrinden bugün geldiğimiz noktada bir farklılaşma var mı? O anlayışın içerisinde ahir zaman anlayışı var. Mehdi meselesi var, Mesih meselesi var. Ben de dedim ki, Latin alfabesinin Müslüman zihnin düşünüş biçimlerinde bir dünyevileşme meydana getirdiğini görüyorum. Bunu da başbakanın örneğinde ortaya koyuyorum. Siyasi İslam geleneğinde de bir kırılmadır Tayyip Erdoğan ve Ak Parti. Buna ait bir takım emareler anlatıyorum. Ve diyorum ki işte gelinen nokta şu. Yani ahir zaman günleri geldi. Alametler belirdi. İşte iki buçuk minare boyunda deccal olacak, mehdi olacak, Mesih gelecek diye bekleyen bir zihin, bugün demokratik sisteme entegre oldu. Artık kurtarıcısını sandıkta arıyor. Gökten beklemiyor. Söylediğim bu. Sonra o gazetedeki yazı dizisi aynen kitaplaştı.

Bütün bunları biliyorum. Kitabın 14. sayfasında İbn Arabi'nin Hurufilik çizelgesine göre Erdoğan'ın Musa peygamberin soyundan geldiğini söylüyorsunuz.

Yazı dizisini şöyle düşün. Gün gün bir şeyler var. Ana anlatım var. Yani o dil-zihin ilişkisi. Bir de kutu içerisinde harf mistisizmi var. Bir gün hurufilik var, bir gün kabala var. Bir gün hermesçilik var. Şimdi bu söylediğiniz o günlerden birine ait bir kutu. Tamam mı?

Dizide öyle olabilir. Sonuç olarak bizim kafamızda bu kitaptan kalan iki cümle şu: Tayyip Erdoğan siyasal İslamcılıktan vazgeçmiştir. Ve Tayyip Erdoğan Musa peygamberin soyundan gelmektedir.

O zaman sizin zihninizde sorun var. Hiç kusura bakmayın. O söylediğiniz bölümün başlığını okuyorum şimdi size: "Bir Hurufi bu harfleri nasıl yorumlardı. Erdoğan ile Gül, Musa ile Harun gibi". Şimdi hurufilikte her harf burcuna tekabül eden bir peygamber var. Sizin de doğum tarihinize baksak, çizelgeyi alsak önümüze, oradaki harfinize baksak, oraya da tekabül eden bir peygamber var.

Sonuç olarak böylesine fantastik bir unsur, akılda gerçeklik gibi kalıyor.

Şikayetçi değilim bundan.

İronik olan şu, siyasal İslamcı değil, ama Musa'nın soyundan! İkisi bir araya geldiğinde tuhaf bir algı biçimi oluyor.

İkisi bir araya gelmiyor ki. Birisi 14. sayfada, öteki bilmem 70. sayfada. Arada var 50 sayfa, insaf.

Asıl siz insaf edin. Söylediklerimin sayfa ile alakası yok. Algıdan bahsediyorum ben.

Şaka gibisiniz ya! Kitabın temel tezi şudur: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında birçok devrim oldu. Bunların bir bölümü kanlı tepkilere ve kanlı bastırmalara yol açtı. Aslında etkisi şapkadan çok daha derin olan harf inkılabına tepki gösterilmedi. Yani şekli devrimler öze ilişkin devrimlerden daha çok tepki aldı. Fakat öze ilişkin, mesela harf inkılâbının etkileri çok daha derin oldu diyorum. Ve sonuçta cumhuriyetin modernleşme projesinin başarıya ulaştığını söylüyorum. Kanal 7'nin Ankara temsilcisinin Radikal'de yazdığı, Tayyip Erdoğan konulu bir dizide söylediği bir şey için çok daha ileri, çok daha çarpıcı bir cümle olarak geliyor bu bana. Ama kimsenin işine bu gelmiyor. Ben de herkesin içini tayin etme noktasında değilim.

Başbakan nasıl karşıladı bu kitabı?

O dizi yazı çıktığında sanırım ikinci günüydü. Çin seferi vardı. Ben de başka gazeteci meslektaşlarım gibi o uçaktaydım. Radikal'de o diziye baktı. Gülerek bana esprili bir tepki verdi. "Ne yani bundan sonra Perşembe günleri mi karar alacağız?" dedi.

Halbuki Musa soyundan gelen biri olarak "Ne yani Cumartesi günü çalışmayacak mıyız" diye espri yapmalıydı.

Kitabı okumuş olsaydınız Perşembe esprisini anlardınız. Hurufiliğe göre onun harfinin günü Perşembe. Skor tahtasına üç sayı yazın bana.

Kitabı gerçekten okudum. Perşembeyi şimdi hatırlamamış olabilirim. Benim şabat esprim de fena değildi yani, kabul edin.

Siz bana üç sayı yazdınız mı şimdi?

O üç golü kendi tarafıma aktarmam daha doğru olur. (Gülmeler)