Hüda Kaya
Hür Bakış
Size ne zamandır yazmak istiyordum sayın Başbakan.
O kadar çok konu vardı ki, size yazmalı, sizinle paylaşmalıydım. Önceleri evet paylaşma adına istiyordum size yazmayı. Siz bizden biri idiniz. Hatta ailemizin bir parçası, sevgilerimizin birleştiği insandınız.
İstanbul İl başkanı olduğunuz ve sonra Büyükşehir Belediye başkanı oluşunuzu bir bayramcasına kutladığımız günleri hiç unutmadık.
Sayın Başbakan!
Hani Mısır’lı Esma’ya yazılan mektubu dinlerken, hatırlayıp ağladığınız kızlarınız Sümeyye ve Esra Kadıköy İHL’de kızlarımla aynı yıllarda, aynı koridorlarda okuduğu günlerdi. Kızlarınızı, kızlarımız diye sevdiğimiz günlerin ardından, pek çok başörtülü kız gibi sizin kızlarınız da dışarıya, bizim kızlarımızın da içeriye girdiği 28 Şubat günlerine geldik.
Kızlarımın yaşıtları üniversite koridorlarında dolaşırken, onlar hapishaneler arasında gün doldular yıllarca. Üniversitelerde okuma imkânı bulan kızlarımız, geleceklerinin planlarını yaparlarken, Nurulhak, İntisar ve Nurcihan’ın, idamlık kızlar olarak geleceklerine ipotekler konduğu yıllardı.
28 Şubat bin yıl sürecek denilirken, bir gün içimizden biri, zulümleri bilen ve yaşayan ve zalimlerin hakkından gelecek, mazlumların sesi olacak dediğimizi biri, siz iktidar oldunuz.
Halkımızla barış ve adalet içinde güzel günler görecektik. Bizlerin yaşadığı gibi, başkaları da, bizim gibi düşünmeyen ve inanamayanlarda zulüm görmeyecekti artık. Kimse kimseyi ötekileştirmeyecek, aşağılamayacak, hakları ve onurları çiğnenmeyecekti. O balkon konuşmanız yok muydu? Gözyaşları içinde dinlediğimiz.
Size oy verende, vermeyende sizin vatandaşınız idi. Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Alevi, Sünni ayırımı olmayacaktı artık.
Hani hep örnek verdiğiniz Hz. Ömer’in sözü var ya. ‘Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu, adli ilahi Ömer'den sorar onu’ bunu her söylediğinizde ben onun devamında yine Ömer’in Halife olduğunda ‘Ben sizin hayırlınız olmadığım hâlde başınıza geçtim. Eğer benim doğru yaptığımı görürseniz destek olunuz, yanlış yaptığımı görürseniz düzeltiniz’ sözünü duymuş gibi olurdum ya da duymak isterdim herhalde.
***
Şu an iktidarınızın ustalık devresindesiniz. Yıllar geçti. Köprünün altından çok sular aktı.
O Dicle’nin kenarında, ne koyunlar ve ne körpecik can’lar gitti.
Hani bir Uğur Kaymaz vardı. 12 yaşında körpecik bir çocuk.
Bir de Ceylan vardı. 14 yaşında masum mu masum bir Dicle güzeli. Sabah koyunlarına bakmaya giderken, öğle yemeğinde annesine sevdiği makarnadan yapmasını söylemişti.
Sonra ne mi oldu?
Bir düşman ve komşu ülkeden değil, halkını düşmanlardan korumakla görevli olan askerlerimiz tarafından, sanki bir arenada aç aslanlara parçalatılan mazlumları seyredilişi gibi, karakoldan atılan bir roket ile Ceylan’a nokta atışı yapılmıştı.
Aynen Mısır’lı Esma gibi...
Makarna yedirmeyi beklediği annesi, Dicle güzeli Ceylan’ın beden parçalarını ağıtlarla eteğinde toplamıştı.
Bir gariplik vardı.
Birlikte darbelerin zulmüne uğradığımız insanlarımız, Filistin’li gençlerin, çocukların vuruluşuna yıllarca beraber ağladığımız, eylemler yaptığımız kardeşlerimiz Ceylan’a hiç ağlamıyorlar hatta hiç görmüyorlardı.
Dicle’de kaybolan koyunların hesabından korkarken, masum Ceylan’lara kıyılıyor fakat yaşanan zulümler görülmüyor, hatta halklar bilmesin, görmesin ve uyanmasın diye olaylar çarpıtılıyordu.
Tek bir Ceylan değildi elbette vurulan ve bedenleri parçalanan.
Sivil masum ve mazlum yüzlerce insanımız katledildi üç iktidar sürecinde.
***
Roboskili çocuklar.
Ürek, Uysal, Tosun, Alma ve Encü isimlerini hatırlarsınız Sayın Başbakan!
Kendi ülkemizin ordusuna ait uçaklar tarafından nokta atışı ile bombalanan çocuklarımız. Hani ayağına bir çift lastik alabilmek, kimi de sırtına bir okul ceketi almak, bir diğeri evdeki yetim kardeşlerine ekmek alabilmek için çıktıkları çileli sınır yolculuğunda bombalandıktan sonra, yaralı olanlarının kurtarılması için gelen ambulans bile askerlerce engellenen ve yarısına yakının bu sebepten donarak veya kan kaybından öldüğü anlaşılan masumlarımız. Hani parçalanan bedenlerini aileleri karlar arasından toplayıp da eşeklerin sırtlarında köye getirilebilen çocuklarımız.
Bizim Esma’larımız…
34 masum gencimize yüreklerimiz dağlanmışken, Dicle bir kez daha kan akıyorken, sizin bir kelimenizle, bir sözünüzle yürek yangınlarımızı yatıştırabilecekken ‘ben onbaşıma laf söyletmem’ dediğinizde, keşke Mısır’lı Esma’yı vuran askerlere meydan okurken, Esma’ya yazılan mektubu dinlerken, kızlarınızı hatırlayıp ağladığınız gibi Roboskili gençler içinde empati yapabilseydiniz. Onların bombalanan bedenlerini gördüğünüzde kızlarınız ve oğullarınız üzerinden yapacağınız ufacık bir empati ile bile kendi vatandaşınız olan bu mazlumlara da ağlayabilseydiniz böylesine acı üretmezdi bu topraklar.
***
Sayın Başbakan!
Zulme uğrayan, katledilen, asker ve sivil zulümlerini size sıralamak değil niyetim ama asker demişken hani hatırlarsınız, devlete emanet edilip askere gönderilen gençlerimizin dramlarını. Kendi komutanları tarafından vahşice, işkence edilerek katledilen masum askerimiz.
Mesela bir tanesi; Uğur Kantar, bir diğeri Sevag Balıkçı onlardan sadece iki tanesi. Annelerinin bir taneleri olan Mehmetçikler.
Bütün bu cinayetlerin failleri nerede mi?
Sayın Başbakan size bağlı devletin kurumları el birliği içinde, bu masumların katillerini hala koruyorlar ve açığa çıkmasını istemiyorlar.
***
Dicle kenarında ki koyunlardan önce bu canların hesaplarının sorulacağını siz de çok iyi biliyorsunuz sayın Başbakan.
Bu mazlumlar için ağlamıyor, gürlemiyor olsanız da, lütfen tıkanan ve güven kaybeden adaletin gerçekleşmesinin önünde ki engelleri kaldırın hiç olmazsa.
Bu gençler de bizim topraklarımızın Esma’sı. Bunu demek hiç de hoşuma gitmiyor aslında. Acıları, isimleri yarıştıran yarıştırana zaten.
Ama aynı Esma gibi hepsi öylesine genç, sivil ve masum ki.
Hangi birini yazayım sayın Başbakan!
Hapislerde, bir hiç yere okullarından ve hayatlarından alıkonulan binlerce masumdan mı bahsedeyim?
Koğuşlarında yatalak, felçli olarak, en acil işlerini göremeyen ve altlarına yapan ama tahliye edilmeye yeterli görülmeyen mahkûmlardan da bahsetmeyim.
Kısa keseceğim. Mektubuma son verirken hiç olmazsa Pozantılı çocukları unutmayalım.
Hatırlarsınız, hani yine devletin emanetinde, hapiste olan mahkûm çocukların başlarına gelenleri.
Hapishanelerde onları korumak ve yaşamlarına yardımcı olmakla görevli olan memurların taciz ve tecavüzlerine maruz kalan mahkûm çocuklar. Başlarına gelen olayı açığa çıkardıkları, suçluları aşikâr ettikleri için, zalimi ve suçluyu saklayan sistem tarafından tekrar tekrar mağdur edilen, işkence ve zulümlere maruz kalan çocuklar. Hatta çocuklara yardımcı olup da, bu olayı haber yapan bir gazeteci, genç bir kız Zeynep Kuriş’in hapsedildiği olay.
Her bir davanın, olayın utancı bir diğerini geçmekte ama ne bir ağlayanları var ne de sahiplenenleri.
Sayın Başbakan!
Başlarına gelen utancı yaşatan zalim görevlileri ortaya çıkardı diye defalarca zulmedilen çocuklara ne mi oldu?
Kimi yine hapislere konuldu, kimi dayak yedi ve işkenceler gördükten sonra intihar etti, kimi de dağa çıkmakta buldu yolu. Hani derler ya ‘gençlerin beynini yıkıyorlar’ diye.
Sayın Başbakan!
Gençlerin beyinlerini, zulümler yıkı-yor.
Sizin de oğullarınız ve kızlarınız var. Onlar da hepimizin kızları ve oğulları.
Ceylan gibi, Uğur’lar gibi, Sevag, Roboskili ve Pozantı çocukları gibi.
Aynı Mısırlı Esma ve Habibe gibi…
Bir de hani size oy vermeyenlerinde, Başbakanı olduğunuz vatandaşların çocukları olan Ethem Sarısülük ve Ali İsmail ve diğerleri de var. Kendi devletlerinin polisleri tarafından alenen ve vahşice katledilen gençlerimiz.
Bizim topraklarımızın Esma’ları olan muhalif çocuklarımız.
‘Onlar muhalifti ve ölmeyi hak ettiler’ diye düşündüğünüze inanmam zaten ama sayın Başbakan ağladığınız Esma da bir muhalif idi.
Ama ona ağladınız…