Oral Çalışlar
(Radikal, 9 Haziran 2012)
Özel yetkili mahkemelerin yetkileri ve yol açtığı sorunlardan hükümet açıktan şikâyetçi. Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin ardından A Haber’de, yargının yaptıklarını ‘devlet içinde devlet’ diye tanımlaması, kritik bir dönüm noktasıydı. “Beni hedef aldılar” ifadesi, konunun geldiği boyutu ortaya koyuyor.
CMK’nın 250. maddesindeki değişiklik Başbakan tarafından doğrulandı. Cemaate yakın yayın organları ve yazarlar buna karşı: “Bu değişiklik, darbecilerle mücadeleyi zaafa uğratabilir ve bir süre sonra darbeciler serbest kalabilirler.” Bu vurguyu, günlerdir kararlı ve ısrarlı şekilde sürdürüyorlar.
Başbakan Erdoğan, bu iddiaların doğru olmadığını, kendilerinin Ergenekon, Kafes ve Balyoz davalarının arkasında durduklarını ve yargıya destek verdiklerini, bu tutumlarının değişmeyeceğini söyledi. Başbakan’ın açıklamalarına rağmen, ‘Cemaate yakın’ isimler, eleştirilerini ve kaygılı yazılarını devam ettiriyorlar.
Hüseyin Gülerce
Zaman gazetesinin etkili isimlerinden Hüseyin Gülerce dünkü yazısında bu kesimin tepkilerini özetliyor: “... özel yetkili mahkeme savcı ve yargıçları, bu ülkede yüz yıllık vesayet sistemini çözdüler. Kimsenin cesaret edemediğini, evet kahramanca yaptılar. Birkaç hatadan dolayı onların devlet ve ülke için yaptıklarını zan altında bırakacak, onları pasifize edecek adımlar, telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir...
...devam eden darbe davalarının özü zedelenirse, bu davaların sulandırılması, bulandırılması ve itibarsızlaştırılması için direnen, çabalayan Ergenekon dostlarının oyununa gelinmiş olur. Nitekim şimdiden, ellerini ovuşturanlar, zil takıp oynayanlar, intikam ve rövanştan söz edenler var...”
Konu yalnızca mahkemelerin yetkileriyle Ergenekon davaları üzerindeki duyarlılıkla sınırlı değil.
Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi hazırlanırken ve sürerken çok yoğun bir KCK tutuklamasının başlaması, bu farklılaşmanın bir yansıması olarak değerlendirilebilir mi?
İki tarafı da yakından tanıyan bir arkadaşıma sordum. “Hiç şüphen olmasın, bu son iki operasyonun arkasında da bu çekişmenin izlerini görebilirsin” dedi.
Başbakan ne demişti: “Yargı yürütmenin alanına el atıyor.” Başbakan gerçekten örgütlü bir güce mi işaret ediyor?
Güç kavgası
Cemaatin etkili yazarları Başbakan’ın şikâyet ettiği savcılara arka çıkıyorlar.
Kısa bir süre öncesine kadar, AK Parti ile cemaatin, temel konularda neredeyse hiçbir ciddi sorunu olmamıştı. Militarizm tasfiye oldukça, dindarlar ekonomide ve devletin her kademesinde güçlendikçe, ‘iç egemenlik mücadelesi’ adım adım öne çıktı.
Yaşanan yalnızca yargıda ve poliste bir egemenlik kavgası mı, yoksa daha ötesi mi? Hangi güç daha radikal, hangi güç daha ılımlı bir duruş sergiliyor? “Türkiye’nin geleceğine ilişkin iki farklı tasavvurun karşı karşıya geldiği” değerlendirmesi yapılabilir mi? Sorular çoğaltılabilir.
Ne olursa olsun, tartışmanın geldiği aşamayı şu şekilde özetleyebiliriz: Yargı ve polis içindeki etkisiyle Anadolu’dan dünyaya açılan yeni işadamları ve eğitimciler örgütlenmesiyle ‘ilerleme’ kaydetmeye devam eden cemaatin ‘iktidar alanını maksimalize etme’ye odaklandığını düşünen geniş bir kamuoyu var. Hükümet ise kendi iktidar alanına el uzattığını düşündüğü güçleri sınırlandırma ve hatta iktidar mücadelesinden tasfiye etme kararlılığını giderek daha net bir şekilde ortaya koyuyor.
İktidar ve güç kavgası derinleşerek sürecek gibi görünüyor.
Konrad Adenauer’in “Devletin gücünün hem sınırları hem de rotası; bireyin onur, özgürlük ve bağımsızlığına tabi olmak zorundadır” diye bir sözü var. Yaşanan ‘güçler ayrışması’ karşısında bizim duyarlı olduğumuz nokta, bireysel özgürlüklerin ve evrensel insan haklarının gerekliliğini hatırlatmak.