Barış talep eden basın açıklaması nedeniyle gözaltına alınan ve 17 Şubat 2018’den bu yana tutuklu olan HDK Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, tutuklu bulunduğu Ankara Sincan Cezaevi’nden 24 Haziran seçimlerine ilişkin değerlendirmede bulundu. Hamzaoğlu, "Seçimlerde yüzde 10 barajı yalnızca barışa ve barış talep edenlere uygulandı. Ancak, barış , barajı geçti. Sandıktan ne çıktı, bir cümleyle ifade edin derseniz; sandıktan, ‘değiştirebiliriz, asla vazgeçmeyelim’ çıktı derim” diye konuştu.
“Yargı eliyle özgürlüklerimden alıkonulalı beş ay biterken, sizinle yazı üzerinden de olsa karşılaşmak güzel. Size ve aracılığınızla dostlarıma öncelikle ‘merhaba’ demek istiyorum” diyerek sözlerine başlayan Prof. Hamzaoğlu, Cumhuriyet'ten Sibel Bahçetepe'nin sorularını yanıtladı:
-24 Haziran seçimleri yapıldı.
Ülkede yeni bir rejime resmen geçildi. barış talebinin bundan sonraki ‘macerası’, öyküsü hakkında öngörüleriniz nedir? Seçimlerde yüzde 10 barajı yalnızca barışa ve barış talep edenlere uygulandı. Ancak, barış , barajı geçti. barış ve barış talep edenler AKP’ye ikinci defa TBMM çoğunluğunu kaybettirdi. Bu gerçekliğin de etkisiyle, 2018 itibarıyla barışın daha büyük bir saldırı altında olacağını düşünüyorum.
21. yüzyıl insanının niteliği
Barış ve barış talebinin muhalefetin değiştirme umudunu yükselttiğini söyleyebilirim. Eğer, sandıktan ne çıktı, bir cümleyle ifade edin derseniz; sandıktan, ‘değiştirebiliriz, asla vazgeçmeyelim‘ çıktı derim. barış talebi ve barış mücadelesi ile savaş karşıtlığı 21. yüzyıl insanının görevi değildir, niteliğidir. barış talebi ve mücadelesi ‘suç’ olarak ilan edilse de herkes, aynada kendi yüzüne bakabilmeli. Çocuklarının, birbirinin yüzüne bakabilmeli. İnsan olabilmenin ve insan kalabilmenin neresinde olduğunun sorgulamasını yapabilmeli. Eğer böyleyse ki benim için böyle, daha az zarar görerek nasıl yapabilirim sorusu, geçerli bir soru değil. Aksi halde insanlığın barbarlığa dönüşünün izleyicisi, hatta pasif destekçisi, parçası oluruz. Hem ‘başkaldırıp’ hem de başkaldırdıklarımıza ayak uydurmaya çalışmamalıyız. Böyle bir durumda ayak uydurma gayreti, diğerleriyle irademizle açtığımız mesafede ortaya çıkan/çıkacak olan uçuruma düşmemize neden olur.
"322 kelimelik suç unsuru"
-Hakkınızda düzenlenen iddianame içeriğiyle ilgili neler düşünüyorsunuz?
İddianamede tanımlanan suç unsuru, 322 kelime, 21 cümle ve 7 paragraftan oluşan bir basın açıklaması metni. barış çağrısı ve savaş karşıtlığı amaç ve içeriğine sahip metin, eş sözcüsü olduğum HDK’nin de aralarında yer aldığı 9 kurumun adıyla/imzasıyla, 4 Ocak 2018 tarihinde yapılan basın açıklamasıyla kamuoyu ile paylaşılmıştı. Suç olarak tanımlanan fiile, fiille ilgili delile Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğü görevlileri karar vermiş ve ilgili yazısıyla savcılığa iletmiş, savcılık da bunu kabul etmiş. Hazırlık savcısı, fiili hukuk kuralları ve kavramları ile ilişkilendirip, iddianamesine hukuki bir vasıf kazandırma, bir başka ifadeyle, hukuki muhakeme, gerekçelendirme ve yeterli şüpheyi delillere dayandırma gereksinimi duymaksızın TEM’den gelen resmi yazıyı iddianame olarak sunmuş. Bilebileceğim bir nedeni olmamakla birlikte, hazırlık savcısı, 9 kurumun toplam 17 temsilcisinden yalnızca 11’i hakkında soruşturma başlattı. Bu 11 kişiden de ikisi şu anda tutuklu yargılanıyor. Bunlardan birisi de benim. Ancak hazırlık savcısı tarafından hazırlanan, Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da kabul edilen iddianamede, tutuklu yargılanan iki kişi hakkında diğer dokuz kişiden farklı olarak; ne işlendiği iddia edilen suç, ne suç aletinin hazırlığı ne de yaygınlaştırılması ile ilgili herhangi bir delil, delil ile ilişkilendirme, hatta iddia dahi bulunmuyor. Yanı sıra, savaş karşıtlığı ve barışa davet olan bu basın açıklamasında propaganda niteliğinde bir fiil de söz konusu değildir. Kaldı ki, ‘suç unsuru’ olduğu iddia edilen basın açıklaması metni hâlâ kullanımda. Yani ne hazırlık savcısı ne de mahkeme heyeti “suç aleti”nin ortadan kaldırılması için herhangi bir işlem yapmamış. Bu durumda akla iki şey geliyor; ya ‘görevi ihmal’ ya da aksi yönde işlem yapmış olsalar da basın açıklaması metninin gerçekte suç unsuru olduğunu düşünmüyorlar. Şaka gibi değil mi? Ne var ki 11 kişi 8’er yıl hapis cezası talebiyle yargılanacağız.
"Mizah dergileri de var"
Bir ek yapayım. İddianamenin benimle ilgili olarak toplanan deliller bölümünde Leman, Gırgır ve Penguen mizah dergilerinin önceki yıllarda yayımlanmış sayılarının kapak fotoğrafları, 2012-2013 yılında Evrensel gazetesindeki ‘Çuravsu’ başlıklı köşede ve Toplum ve Hekim dergisinde yine yıllar önce yayımlanmış, içeriği barış talebi ve savaş karşıtlığı ile bunların bilimsel bilgiler ışığında nedenlerini ortaya koyan yazılarım da yer alıyor. Tabii ki bu dava dosyasının asıl sanığının “Savaş karşıtlığı, barış talebi ve barışmücadelesinden” oluşan, yüzyılımızın ayrılmaz üçlüsünün olduğunu belirtmek gerekiyor.
"Barış, değerli bir kavram"
- Barış sözcüğü bütün insanlar için ne anlam ifade eder?
Öncelikle, barışın herkes için aynı anlam ve tanıma sahip olmadığını söylemek isterim. Bunun somut kanıtları ortada. Benim için Türk Tabipleri Birliği’nde (TTB), HDK’de birlikte çalıştığım arkadaşlarım için, ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı metne birlikte imza attığımız ve bir kısmı KHK’lerle üniversiteden atılan, bir kısmı ağır ceza mahkemelerinde yargılanmakta olan barış Akademisyenleri için, HDK bileşenlerinin her birisi ve TTB yönetimi için barış , uğrunda mücadele edilmesi, hayata geçirilmesi ve sağlık çalışanları için yaşamak ve yaşatmak için bedel ödenmesi göze alınabilecek kadar gerekli ve değerli bir kavram. Öte yandan, başka bir kesim için, teröre destek vermekle eş değer negatif bir anlama sahip. barış talep etmek suç teşkil ediyor, barıştalep edenler ise terör destekçisi hatta terörist olmakla suçlanıyor. Barışı iki bağlamda ele almak mümkün.
"Bir saatte 35-40 kişi ölmez"
Bunlardan birincisi ve yaygın olarak kabul göreni silahlı çatışma ve savaşların sonlanması olarak barış. Yalnızca bu bağlamıyla barış , diğer bir ifadeyle dünyada savaşlar ve çatışmalar durdurulabilse her bir saatte 35-40 kişinin ölümünün, 80- 100 kişinin sakat kalmasının ve 900 kişinin evinden, kentinden, yurdundan ayrılmak zorunda bırakılmasının, göç etmesinin ortadan kaldırılmasını, engellenmesini, bu kötü sonuçlardan korunmasını sağlayacak. Yalnızca bu kadar değil tabii ki. Aynı zamanda, ekolojik felaketlerin önemli bir bölümünün, her hafta 800 kişinin kara mayınları nedeniyle ölmesinin ve/veya sakat kalmasının, kadınlara ve çocuklara yönelik tecavüz ve işkencenin önemli bir bölümünün ve savaş koşullarında yaşanan ancak sayılarla ifade edilemeyen korku, çaresizlik ve aşağılanmışlık duyguları ile tarifsiz pek çok acının yaşanmasının da önüne geçilebileceği için barışın bu bağlamı anlamlı ve önemli. Çünkübarış , günümüzün en önemli halk sağlığı sorunlarından birini ve etkilerini ortadan kaldırabilmek demektir. Barışın ikinci bağlamını, ilkinin sınırlılığının çok ötesinde olup, silah ve çatışma dışında, olağan toplumsal yaşantının olması gerekli bir özelliğidir. Toplumsal yaşamın hemen bütün alanlarında eşitlik temelinde tekçiliğin yerini farklılığın ve çeşitliliğin zenginliği ve kabulü alacaktır. Söz konusu içerikleri ve ulaşıldığındaki insanilik nedeniyle, barışın her iki bağlamda ele alınmasını, talep edilmesini ve hayata geçirilmesini özellikle önemsiyorum.
"İnsan yaşamı için bir zorunluluk"
-Peki soyut kalmasın, bu coğrafyada, bu topraklarda barış sözcüğü herkesin kulağına, kalbine, beynine nasıl ulaşıyor? Aynı mı? Farklıysa neden?
Biraz önce kısaca bahsetmiş oldum. Daha da genişleteyim. Barış; silahların susması bağlamında, Kürtler için yaşam demek. Ekmek gibi, su gibi, hava gibi. Yaşayabilmenin olmazsa olmazı. Gezi- Haziran isyanında ülkemizin dört bir köşesindeki gençler başta olmak üzere, iktidar ya da muhalefet partisine oy vermiş olmasına bakmaksızın toplumun büyük bir bölümü empati yapabilmiş, barışı kendi talebi olarak da dile getirebilmişti. Kürt sorununun siyasi ve demokratik yollardan, TBMM’de çözümü yerine silahlar konuştukça bu durumu bir daha yapmamız oldukça zor. Ya da daha çok zamana gereksinimimiz var denebilir. Çünkü, sağlıklı toplum için, toplumun refah ve mutluluğu için barışın bir zorunluluk, önkoşul olduğunun herkes tarafından kabul edilebilmesi gerekiyor. Bunun için de paylaşmaya, anlatmaya, gerektiğinde de öğretmeye devam etmeliyiz. Yorulmadan, usanmadan.
"Ekmek-emek mücadelesiyle örtüşmeli"
-Tartışmasız her insanın talebi olan barış talebinin gündelik yaşamda ekmek-emek mücadelesiyle ciddi mesafesi var. Buluşması mümkün mü? Nasıl?
Barış talebi ile emek-ekmek mücadelesini buluşturamadan barışın her iki bağlamdaki anlamıyla/ tanımıyla hayata geçirilmesi de ekmek-emek mücadelesinden işsizliği, yoksulluğu ve sömürü oranını azaltıcı sonuçlar elde edebilmek günümüz Türkiye’sinde neredeyse mümkün değil. Kapitalizmin ekonomik etkilerini insanlar etnik, inanç gibi alt kimlikleri üzerinden yaşıyor ve algılıyorlar. İnsanların üst kimliklerinin/ sınıf kimliklerinin bilincine varmasını beklemeden bir şeyler yapmak zamanı. Şöyle tamamlayalım, 2018 yılı ve sonrasında barış talebi ekmek-emek mücadelesiyle, ekmek-emek mücadelesibarış talebi ve mücadelesiyle örtüştürülemediği sürece, kendimizi her iki alanda da başarısızlığa mahkûm etmiş oluruz.
Duruşma 19 Temmuz’da
Kamuoyunun ilk olarak Kocaeli Dilovası’nda hava kirliliği üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığı ve Kocaeli Üniversitesi’ndeki görevinden KHK’yle ihraç edilen Prof. Hamzaoğlu’nun tutukluluk gerekçesi altında, eş sözcüsü olduğu Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) de imzası bulunan bir basın açıklaması. 5 ayı aşkın süredir Ankara Sincan 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde olan ve geçen aylarda iddianamesi hazırlanan Hamzaoğlu, “halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme” ve “terör örgütü propagandası yapma” iddiasıyla 8 yıla kadar hapis cezası istemiyle 19 Temmuz saat 10.00’da Ankara 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk kez hâkim karşısına çıkacak.