Politika

Babacan: 20 yılı bir torbaya koyamazsınız; milli geliri 3,5 katına çıkaran ekonomi yönetiminin başında ben vardım!

"Bugünkü krize bakıp 20 yılı birden karalamak doğru değil"

30 Nisan 2022 17:42

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, seçime parti logosu ve adıyla girme kararlarına ilişkin, “Biz bu açıklamayı yapma ihtiyacını, bu yasa teklifi Meclis’e sunulduktan sonra ve bu teklif Meclis’ten geçtikten sonra, siyasi partilerle ilgili düzenlemeler geçtikten sonra çıkarılan dedikoduların önünü kesmek için… Her partinin kendi ismiyle, logosuyla seçime girmesinden doğal bir şey yok ki” dedi.

Babacan, "Ülkenin içine düştüğü krize bakıp geçmişe doğru 20 yılı birden karalamak doğru bir değerlendirme değil. Kim ne derse desin 2002 yılında 3 bin 500 dolarlık bir milli gelirle yöntemi devralıp bunu 12 bin 500 dolara çıkaran bir ekonomi yönetimi var. Onun başında da ben varım" dedi. 

"20 yılı bir torbaya koyamazsınız" diyen Babacan, "Diyelim ki 2002’den 2015’e kadar o mahallede oturmuşum. Bugün o mahallede suçlar işleniyor, diyorlar ki ‘Sen de o mahallede oturmuyor muydun?’ ‘Oturuyordum da ben eskiden oturuyordum. Bir de suçu işleyen ben değilim, kusura bakmayın’ diyorum…" diye konuştu.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, gazeteci Özlem Gürses’in Youtube kanalına konuk olarak sorularını yanıtladı.

Babacan, şunları söyledi:

"Kendi kimliğimizi vatandaşlarımıza ulaştırmamız gerekiyor"

DEVA Partisi, Türkiye’nin en yeni siyasi partilerinden birisi. Biz, ikinci yılımızı henüz yeni doldurduk. Bugüne kadar 700’ün üzerindeki ilçede ilçe başkanlarımızı görevlendirdik. 81 ilde il başkanlarımız görevinin başında. Hızlı bir şekilde geri kalan ilçelerimizi de tamamlıyoruz. Ve biz, şu ana kadar hiç seçime girmedik. Kurulduktan sonra gireceğimiz ilk seçim, önümüzdeki genel seçimler olacak. Dolayısıyla biz, yeni bir siyasi parti olarak kendi kimliğimizi, mesajlarımızı münferiden oluşturmamız ve vatandaşlarımıza ulaştırmamız gerekiyor.

"Mesajı aldık, farkındayız"

Aslında kronoloji tam şöyle işledi. Biz, 12 Şubat’ta Ahlatlıbel’de ilk altılı masaya oturduk. Tabii altılı masaya oturunca altı parti birleşip tek parti olmuyor. Yine herkes ayrı ayrı bir parti. Ama ortak çalışma alanları, politikalarımızın kesişebileceği ortak müşterek paydaları bulmak üzere biz o masaya oturduk. 28 Şubat’ta da Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi açıkladık. Hemen bundan sonra hükümet, Meclis’e bir yasa tasarısı gönderdi. Daha doğrusu yasa teklifi. Bu, Seçim Yasası’nda değişiklikler yapan bir teklif. Bunu Meclis’e sundukları ilk günden itibaren hükümet yanlısı medyanın bir propaganda kampanyası başladı. Hatta devletin sahip olduğu, hükümetin havuçla veya sopayla kontrol ettiği medya diyelim daha açık ifade etmek gerekirse, onlar bir propaganda yapmaya başladılar. Belli ki tek merkezden, köşe yazarları aynı temayı işleyen yazıları eş zamanlı olarak hemen ertesi gün yazdılar. Dedik ki ‘Burada bir şey var. Bu sadece Seçim Yasası ile ilgili değişiklik değil. Bir de psikolojik bir operasyon var burada yani’. Buradaki mesaj da ‘Yeni partilerin işi bitti. Yeni partiler artık bir; ittifakta olmalarının çok anlamı kalmadı. İki; yeni partiler artık mecburen milletvekili adaylarını diğer partilerin listelerinden seçime sokacaklar.’ Bu propagandayı biz anladık. Mesajı aldık. Bir yandan muhalefet tarafındaki ittifakı zayıflatmaya çalışırken, yani ittifak içerisindeki bağları zayıflatmaya çalışırken bir yandan da çok korktukları, büyük dikkatle takip ettikleri DEVA Partisi’ni acaba nasıl bir psikolojik operasyonla sıradanlaştırabiliriz. Bunun hepsinin biz farkına vardık.

"Erdoğan psikolojisi, en yakından izledikleri biziz"

 Bizi büyük bir rakip olarak görüyorlar. Siz, sağda solda yayınlanan rakamlara bakmayın. Psikoloji, AK Parti, Tayyip Erdoğan psikolojisi, en yakından izledikleri biziz. Çünkü biliyorlar ki asıl ülkenin başarılı olduğu zamanda o başarıların altındaki imza bana ve arkadaşlarıma ait. Bunu biliyorlar. Zaten dikkat edin, bizden ayrıldıktan sonra 2015’ten bu yana hiçbir başarı üretmiyorlar… O yüzden biz de dedik ki ‘Tamam oyunu gördük. Oluşturmaya çalıştığınız psikolojik ortamın da farkına vardık. Dolayısıyla biz bu işlerde yokuz. Biz, yeni kurulan bir siyasi parti olarak kendi ismimizle, kendi logomuzla önümüzdeki seçimlere giriyoruz.’ İşte falanca parti hangi partinin listesinden seçime girecek, biz onlarda yokuz. Biz münferiden, Demokrasi ve Atılım Partisi olarak seçime giriyoruz. Zaten doğal olanı da bu. Ona da ben açıkçası hayret ediyorum. Doğalı zaten budur. Doğalı, partilerin kendi ismiyle, kendi logosuyla seçime girmesidir.

"Desteğin niteliği çok düşmüş durumda"

AK Parti’nin barajı geçeceğinin garantisi var mı? Ben, AK Parti’nin yüzde 80-90 oy aldığı, yani Cumhur İttifakı olarak, MHP’nin de desteğiyle yüzde 80-90 oy aldığı ilçelere özellikle gidiyorum. Bütün esnafı ziyaret ediyorum. Kahvehanelerde oturup insanlarla sohbet ediyorum. Sahada öyle bir tablo yok. Desteğin bir niceliği, bir de niteliği var. Desteğin niteliği çok düşmüş durumda.

Nitelik şunun için önemli; AK Parti’ye destek verecek vatandaşlarımızın verdiği kerhen bir destekse ve yeni kurulan bir siyasi partide de gerçekten bir güven, ümit görüyorlarsa o niteliği zayıf bir destek, hemen dönüp bize destek haline rahatlıkla dönebilir.

Gültekin Uysal açıklaması

Türkiye’de siyasi partilerin beraber çalışma kültürü yeni yeni oluşuyor. Altılı masanın bir hukuku var. O hukuka dikkat edilmesi gerektiğini de insanlar zaman içerisinde öğrenecekler. O bir tecrübe süreci… Geçici bir tatsızlık oluştu. Ama onun telafisi ve tamiri için de ciddi ve samimi bir çaba gördük. O ciddi ve samimi çabanın karşılığını da vermek zorundayız. Bu tür şeyler, hatalar olur ama hatasını yapan hatasını kabul ederse ve bir daha tekrar etmeyeceği konusunda da bir irade koyarsa ona da saygı duymamız gerekir. Aksi halde böyle en ufak konuyu mesele yapıp, Türkiye için bu kadar önemli bir konuda oyun bozan olmamız mümkün olmaz yani. Biz, kurulduk kurulalı zaten kendi logomuzla, kendi ismimizle seçimlere girmek üzere kurulmuş bir siyasi partiyiz. Biz bu açıklamayı yapma ihtiyacını, bu yasa teklifi Meclis’e sunulduktan sonra ve bu teklif Meclis’ten geçtikten sonra, siyasi partilerle ilgili düzenlemeler geçtikten sonra çıkarılan dedikoduların önünü kesmek için… Yoksa partiler için zaten doğal olanı budur. Yani her partinin kendi ismiyle, logosuyla seçime girmesinden doğal bir şey yok ki. Ben öyle bir şey zaten hiç düşünemedim. Biz yeni bir partiyiz. Kendimizi tanıtıyoruz. Bir kurumsal kimlik oluşturuyoruz. Her yerde logomuzu tanıtmaya çalışıyoruz. ‘DEVA Partisi diye bir parti kuruldu’ diye insanlarda farkındalık oluşturuyoruz. Ondan sonra seçim günü giriyor vatandaşlarımız, oy pusulasını açıyor bakıyor, ‘Ben DEVA’ya oy verecektim’ diyor, oy pusulasında DEVA’nın ismi yok. Böyle bir şey zaten düşünülmez.

AKP’nin 20 yıllık bir iktidar dönemi var. Şu anda ülkenin içine düştüğü krizi, şu anda ülkenin içinde yaşadığı büyük hukuk, adalet ve özgürlük sıkıntılarına bakıp geçmişe doğru 20 yılı birden karalamak doğru bir değerlendirme değil. İkincisi; kim ne derse desin, 2002 yılında 3 bin 500 dolarlık bir milli gelirle yöntemi devralıp bunu 12 bin 500 dolara çıkaran bir ekonomi yönetimi var. Onun başında da ben varım.

"Suçu işleyen ben değilim"

Telekom özelleştirmesi büyük yaygara çıkıyor. Bu Telekom’un genel anlamda yönetilmesi, borçlanması, borçlarıyla ilgili çözümler, son 5-6 yılda yoğunlaşan bir sürü sorunlar var. Ama ilk özelleşme yapıldığı güne dönelim. O zamanki özelleştirmeden sorumlu bakan Kemal Unakıtan…Telekom’un sadece yüzde 55’i için 6 milyar 550 milyon dolarlık nakit, devlet tahsilat yapmıştır. Bu paranın tamamı yurt dışından Türkiye’ye gelmiştir. Özelleştirilen, bir işletme hakkıdır. Bugün hala Telekom’un bütün gayrimenkulleri, altyapısı devlete aittir. ‘Telekom’u sattılar, şöyle böyle’ diyorlar. Neyi sattık? Sonradan yanlış yönetilmesi ayrı bir mesele. 20 yılı bir torbaya koyamazsınız… Dolayısıyla ben o mahallede oturmuş olabilirim zamanında. Üstelik diyelim ki 2002’den 2015’e kadar o mahallede oturmuşum. Bugün o mahallede suçlar işleniyor, diyorlar ki ‘Sen de o mahallede oturmuyor muydun?’ ‘Oturuyordum da ben eskiden oturuyordum. Bir de suçu işleyen ben değilim, kusura bakmayın’ diyorum… Üstelik bizim dönemde de o mahallede fazla bir suç da yok. Oturduğumuz dönemde o mahalle iyi bir mahalle.

"Kasımda açıklanacak bir tarihde seçim olabilir"

Biz, teşkilatlarımıza her an seçim olabilirmiş gibi hazır olmalarını konusunda uyarıyoruz. Ama artık nisan ayının sonuna geldik. Yarın 1 Mayıs. Şu anda seçim kararı alınsa, bu haziran sonu temmuz başı olur ve yazın ortasında seçim yapmak Türkiye’de çok şey değil. İnsanlar tarlada, yaylada, tatilde. Sıcakta kampanya yapmak zor. Dolayısıyla biz, bu yaz aylarında bir seçim artık beklemeyiz ama eylül, ekimle beraber havalar makulleşip, kasımda açıklanacak bir tarihte seçimin olabileceği ile ilgili biz, teşkilatlarımıza ‘hazır olun’ dedik. Ama bu sadece bir tahmindir.

"2018'de her parti kendi adayını çıkarttı, ülke 5 yıl kaybetti"

Bizim önümüzdeki seçimlerde gerçekten demokrasimiz için bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıya olduğumuzu önce bir anlamamız gerekiyor. Ve bu seçimleri kazanmak şart. Birinci turda cumhurbaşkanlığını açık ara ile kazanmak ve Meclis’te anayasayı değiştirecek bir çoğunluğu sağlamak; seçimi kazanmayı ben böyle tanımlıyorum. Ve şu anda hiçbir partinin tek başına böyle bir sonucu elde etme imkanı, ihtimali yok. Yani tek bir parti çıkacak, açık bir farkla cumhurbaşkanlığını kazanacak. Erdoğan yapabildi mi 2018’de, yapamadı. MHP’yi yanına katmasa yapamıyordu… Bu gerçek ile karşı karşıyayız. Ben, bu altılı masada hem son toplantımızda hem de önceki toplantımızda genel başkanlara bunu tekrar tekrar ifade ettim… 2018’de bir Millet İttifakı kuruldu ama ortak bir aday konusunda uzlaşma sağlayamadılar. Her parti kendi adayını çıkarttı. Sonuç, ülke tam beş yıl kaybetti. Dolayısıyla bizim A planı dediğimiz, o masanın mutlaka uzlaşma ile tek bir cumhurbaşkanı adayı çıkartması.

İsim bazında hiç konuşmuyoruz. Partimiz içinde dahi isim bazındaki görüşmelere tartışmalara ben rıza göstermiyorum.

Ortak aday, altı genel başkandan birisi de olabilir. Mutabakat gerekiyor.  

"A senaryosu, altılı masasının devamı..."

Bu altı partiden bir tanesi bir noktada ‘ben yokum’ derse değişebilir. Ya da mesela ortak cumhurbaşkanı adaylığı konusunda mutabakat sağlayamayabiliriz. İş öyle bir noktaya gelir ki partilerden birisi, ‘Ben kesin kabul etmiyorum’ der. Beşe bir kalınabilir. Öyle bir şeyler olabilir. Buradaki A senaryosu, altılı masanın devamı, altılı masanın mümkünse bir ittifaka evirilmesi bizim için en azından, biz bunu önemsiyoruz. Yani bir ittifak perspektifi ile bu çalışmalara biz katkı veriyoruz. Sonunda ittifak olur olmaz, ayrı. Mesela ortak aday için ittifak da şart değil. Bazen o da karıştırılıyor.” (ANKA)