T24 Haber Merkezi
Avukat, eski Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, cezaevlerinden erken tahliye koşullarını düzenleyen infaz indirimine ilişkin yasayı eleştirirken, "tutuklular için adım atılmamasının en büyük eksiklik olduğunu" vurguladı. Atalay; "Düşünün ki, aynı tarihlerde aynı suçu işlediği iddiasıyla yargılanan iki kişiden birinin suçlu olduğu kesinleşmiş ve 6 yıl ceza verilmiş ise bu kişi tahliye olacak. Buna karşın davası halen devam eden hukuken masum sayılan ise cezaevinde kalacaktır. Bu durumun kabulü elbette akıl sağlığında arıza olmayan biri için imkânsızdır. Tutuklular, kanunun koruması kapsamına alınmayıp, kendisini tutuklayan hâkimin inisiyatifine terk edilmiştir" dedi.
"Hukuk nezdinde hükümlü olanlara suçlu, tutuklu olanlara masum denilir. Bu niteliği itibariyle, eğer cezaevindeki suçlular için bir iyileştirme, af çıkarılacaksa, tutukluların da bundan yararlanması hayli hayli bir gerekliliktir. Aklın, mantığın ve vicdanın gereği budur" görüşünü dile getiren Atalay, "terör iddiasıyla suçlanan muhalif gazeteci, siyasetçi ve hukukçular tutuklandığı için" bu yola gidilmediğinin altını çizdi.
Avukat Akın Atalay'ın, infaz indirimlerine ilişkin olarak Twitter'daki hesabından paylaştığı değerlendirmeler şöyle:
"cezaevlerindeki sayının azaltılması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmişti"
"Dün parlamentoda AKP-MHP işbirliği ile kabul edilen infaz kanunu değişikliklerine dair şöyle özet ve genel bir değerlendirme yapılabilir:
Türkiye’de cezaevlerinde barındırma kapasitesinin çok üstündeki sayıda tutuklu ve hükümlü bulunuyordu. Normal kapasite sıkıştırılarak dahi en fazla 220 bin kişinin kalabileceği hale getirilebilmiş olmasına karşın cezaevlerinde şu anda ~300 bin tutuklu ve hükümlü vardı. Dolayısıyla cezaevlerindeki sayının azaltılması kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmişti.
Bu nedenle, cezaların infaz sürelerinden indirimi öngören kısmi, özel bir af düzenlemesi gerekliydi. Ancak anayasaya göre böyle bir affın çıkarılabilmesi için parlamentoda 3/5 çoğunluk gerektiği için AKP ile MHP’nin sayısal üstünlüğü yetmiyordu. Daha geniş bir partiler arası mutabakat gerekliydi.
AKP-MHP bu mutabakatı aramak yerine daha önce de uygulanmış bir hülle yöntemi ile "yaptığımız af değil, belli suçların cezasının infazındaki koşullu salıverme ve denetimli serbestlik sürelerinde indirim/değişiklik yapmaktır" diyerek bir teklif hazırladı.
Bu değişiklik ile amaçlanan cezaevlerindeki ~300 bin kişinin yaklaşık üçte birini ya koşullu salıverme ya denetimli serbestlik ya da infazın ertelenmesi yoluyla tahliye etmekti.
Fakat bunun için bir seçme, bir tercih yapılması gerekiyordu. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerden hangileri tahliye edilecek, bunun için nasıl bir kriter belirlenecekti. Çağdaş infaz hukuku anlayışı suçlar arasında bir ayrım yapılmaksızın eşit infaz ilkesini temel alıyordu.
Ancak AKP-MHP’nin siyasi tercihi bu temel ilke ile uyuşmuyordu.
Belli suçlar ve suçlular AKP ve MHP yöneticileri nezdinde dünya yansa (ki mevcut virüs salgını böyle bir şeydir) affedilemez, merhamet edilemez kategorideydi.
Bunların en başında mevcut iktidara muhalif olup bu kapsamda sözle, yazıyla, basında, sosyal medyada görüşlerini paylaşan, aktaran, yayan, siyasi faaliyette bulunan, toplantı, gösteri yapan kişiler geliyordu.
Siyasi iktidarın bir uzvu haline getirilmiş bazı yargı görevlilerinin bu türden eylemleri yargılayıp, verilen siyasi talimatlara uygun artık herkesin bildiği haksız tutuklama ve mahkûmiyet kararlarını bu bağlamda görmek gerekir.
Acaba cezaevlerindeki mahpuslar, hukuk nezdinde nasıl bir sınıflandırmaya tabii tutulabilir?
İlk akla gelen hükümlüler ve tutuklular ayrımıdır.
Hükümlü, kesinleşmiş bir yargı kararıyla suç işlediği sabit olan kişidir.
Tutuklu ise, hakkında henüz kesinleşmiş bir yargı kararı olmayıp, hukuken masum sayılan ancak kaçacağına veya delilleri karartacağına dair somut olgular bulunduğu için tedbiren hapsedilen kişidir.
Dolayısıyla, hukuk nezdinde hükümlü olanlara suçlu, tutuklu olanlara masum denilir.
"Hükümlülerin işlediği suçların türü bakımından infazda bir ayrıma tabi tutulması doğru değil"
Bu niteliği itibariyle, eğer cezaevindeki suçlular için bir iyileştirme, af çıkarılacaksa, tutukluların da bundan yararlanması hayli hayli bir gerekliliktir. Aklın, mantığın ve vicdanın gereği budur.
Diğer bir ayrım da, hükümlüler arasında hükmedilen cezaların miktarı, hükümlülerin yaşı, cinsiyeti, fiziki-bedenen rahatsızlıkları ya da özellikli durumları (hamilelik, bebek sahibi olmaları gibi) nedeniyle söz konusu olabilir.
Hükümlülerin işlediği suçların türü bakımından infazda bir ayrıma tabi tutulması ise çağdaş infaz hukukunda ilkesel olarak doğru değildir. Kişi ister cinayet, ister rüşvet, zimmet, hırsızlık, gasp, isterse devlet aleyhine bir suç işlesin aldığı cezanın infazı sırasında ayrımcılık infazda eşitliğe aykırıdır.
Suçların cezası ceza kanununda belirlenir ve suçun ağırlığına, önemine, haksızlık içeriğine, suçlunun kişiliğine göre mahkemece tayin edilir.
"İşlenen suça göre bir ayrım fazladan haksız bir uygulama"
Ceza bu şekilde tayin edildikten sonra infaz aşamasında işlenen suça göre bir ayrım fazladan haksız bir uygulama olacaktır.
Peki AKP-MHP’nin oylarıyla kabul edilen yeni kanun hükümlüler-tutukluların tahliyesi hakkında nasıl bir seçim/tercih yaptı?
En büyük haksızlık tutuklulara dair hiçbir adım atılmaması oldu.
Düşünün ki, aynı tarihlerde aynı suçu işlediği iddiasıyla yargılanan iki kişiden birinin suçlu olduğu kesinleşmiş ve 6 yıl ceza verilmiş ise bu kişi tahliye olacak.
Buna karşın davası halen devam eden hukuken masum sayılan ise (ki ileride suçlu olduğuna hükmedilecek olsa bile muhtemelen aynı cezayı alacak ve tahliye edilmesi gerekecekti) cezaevinde kalacaktır. Bu durumun kabulü elbette akıl sağlığında arıza olmayan biri için imkânsızdır. Tutuklular, kanunun koruması kapsamına alınmayıp, kendisini tutuklayan hâkimin inisiyatifine terkedilmiştir.
Peki bu akıl, mantık ve vicdana apaçık aykırı duruma neden olanak veriliyor?
Çünkü cezaevlerindeki yaklaşık 90 bin tutuklunun içerisinde terör suçu kapsamında gördükleri suçlardan tutuklu olan iktidarın siyasi muhalifleri de, gazeteciler, hukukçular da var.
Tutuklular dışında kalan yaklaşık olarak 210 bin civarındaki hükümlüden kimleri tahliye etmeyeceklerini de şöyle belirlediler:
Öncelikle terör suçu dedikleri ve kapsamını alabildiğine geniş tutarak sevmedikleri, hoşlanmadıkları, biat ettiremedikleri, siyasi rakip gördükleri herkesi kapsayacak şekilde uyguladıkları suçları bu indirimin dışında tuttular. Onlar cezaevinde ölümle burun buruna yatmalıydı.
Bunların yanına bir de toplumdan gelen, gelebilecek olan sert tepkileri dikkate alarak ağır nitelikteki cinsel suçları ve uyuşturucu ticareti suçlarını eklediler.
Geri kalan hırsızlık, yağma, yolsuzluk, rüşvet, irtikap, dolandırıcılık, cinayet, yaralama, mafya çetesi üyeliği gibi suçluları ise kanun değişikliği ile tahliye etmeyi tercih ettiler.
Bu kanunun önemli bir etkisi daha olacak. O da şu:
30 Mart 2020 tarihine kadar işlenen ama siyasi ve yargısal konjonktür nedeniyle yargı önüne götürülemeyen binlerce iktidar yanlısı failin ileride yargılanması halinde bile cezaevinde yatmaması garanti altına alınmış oldu.
Mesela, hakkında ite kaka ancak dava açılabilen eski bir AKP milletvekili olan anayasa profesörü hakkında yargılama sonucu mahkûmiyet kararı verilse bile bu kanundan yararlanarak hapse girmeyecek.
Bunun gibi mesela ihaleye fesat karıştırma ya da rüşvetten ileride hakkında dava açılabilecek malûm müteahhitler, siyasetçiler, bürokratlar vs için de suçlu olduğuna hükmedilip mahkûm edilseler bile artık hapse girmemeleri sağlanmış olacak; 30 Mart 2020 öncesine dair bir garanti verilmiş olacaktır.
Bu kanunun vebalini bu kanuna oy verenler hep taşıyacaktır."