25 Nisan 2024 16:08
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) 62'nci kuruluş yıl dönümü töreni, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla gerçekleşti. Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Kadir Özkaya, Yargıtay ve AYM arasında Can Atalay kararıyla ilgili yaşanan tartışmalara isim vermeden değindi. Bireysel başvuruyu kabul eden bazı ülkelerde de tartışmaları yaşandığına, sıkıntıların ortaya çıktığına işaret eden Özkaya, “Dolayısıyla ülkemizde de sorun olarak görülen bazı durumlar için birtakım düzenlemeler düşünülebilir” dedi.
AYM Yüce Divan Salonu'nda düzenlenen AYM'nin 62'nci kuruluş yıl dönümü ve yeni üye Ömer Çınar'ın ant içme törenine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, milletvekilleri, yüksek yargı üyeleri ve çok sayıda davetli katıldı. AYM Başkanı Kadir Özkaya, açılış konuşmasında, bütün yargısal çabaların gayesinin adaleti tesis etmek olduğunu söyledi.
AYM Başkanı Kadir Özkaya, 62. yıl açış konuşması yaptı. Programda AYM’ye yeni atanan üye Prof. Dr. Ömer Çınar’ın yemin töreni de yapıldı.
Özkaya’nın konuşmasında öne çıkanlar şöyle:
“Yükseköğretim Genel Kurulunca gösterilen üç aday arasından AYM üyeliğine seçilen ve biraz sonra and içerek üyelik görevini ifa etmeye başlayacak olan Sayın Profesör Doktor Ömer Çınar'ı tebrik ediyor, üyeliğinin şahsına, ailesine, Mahkememize ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum ve başarılar diliyorum. En adil ve isabetli sonuçlara ulaşabilmek için farklı mesleki kaynaklardan gelen liyakatli kişilerin oluşturduğu AYM’ye yeni üyemizin de kendisinden beklenen katkıyı hakkıyla sağlayacağına inanıyorum. Bu vesileyle öncelikle Genel Kurulumuzun takdiri ile devraldığım Başkanlık görevimde, necip Türk milletinin bizlerden beklediği adaletin tecellisine, hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerinin korunması gayesine hizmet etmek iradesiyle, çok kıymetli mesai arkadaşlarımla birlikte bize emanet edilen bu bayrağı daha ileriye taşıyacağımıza olan inanç ve kararlılığımızı ifade etmek istiyorum.
‘Adalet mülkün temelidir’ sözü gereğince toplumlarda da barış, huzur ve refahın sağlanmasının ancak adaletin var olmasıyla temin edilebileceğini belirtmemiz gerekmektedir. Adalet her devirde, her toplumda, her inanç ve anlayışta en çok konuşulan, tartışılan konuların başında gelmiştir. Hukukla, felsefeyle, sosyolojiyle, psikolojiyle, sosyal bilimlerin neredeyse her alanıyla ilişkili anlamlar yüklenmiş bir kavramdır, ahlaki bir erdemdir. Toplumun örgütlü şekli olan devletin temeli adalettir, toplumsal yaşamın olmazsa olmazıdır. Yalnızca söz ve söylem değil, davranış ve eylem meselesidir. Bir şeyi yerli yerince yapmak, her şeyi yerli yerine en uygun şekilde koymaktır. Adil olmak, adaletli davranmak insanlara ve toplumlara en üst seviyede değer katan bir özelliktir. İnsanlar ve toplumlar adalete ve hakka uymazlar ve hakkı kendi keyfî arzularına uydurmaya kalkışırlarsa yeryüzünde düzen ortadan kalkar, kargaşa başlar. Herkes kendini haklı görmeye başlar, gerçek hak ve haklı asla bulunamaz. Zulüm egemen olur. Bu yüzden adalet terazisi hep hak ve haklıyı gözeterek keyfî arzuların değil, gerçek haklının memnun edilmesi için kullanılmalıdır. Ayrıca unutmamalıyız ki hiçbirimiz ebedî değiliz. Gün gelecek hepimiz için ortaya bir terazi konulacaktır.
Öte yandan şu da bilinmelidir ki adil olan insandan, adil olan toplumdan, adil olan akıldan ve adil vicdanlardan tüm kâinat yararlanır. Dolayısıyla hiçbir neden, insanları ve toplumları hiçbir zaman hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Yeryüzündeki kavgaların, hırgürlerin, çatışmaların, ölüm olaylarının birçoğu haksızlıktan, adaletsizlikten çıkmaktadır. Her kavganın, her kargaşanın, her çatışmanın, her ölüm olayının içinde bir mutlaka haksızlık vardır. Zira hakkı bilen, hakkı gözeten haksızlık yapmaz. Bütün yargısal çabaların gayesi adaleti tesis etmektir. Adalet esasen bir dengeyi ifade etmektedir. Adalet mutlak eşitliği değil, hak ettiği ölçüde davranılmayı anlatmaktadır. Adalet en yüce idealdir, evrenin ve hayatın üzerinde yürüdüğü temeldir.
Bununla birlikte hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk hâkimlere düşmektedir. Hâkimin terazisi aynı biçimde, hiçbir ayrım kayrım yapmadan hep doğru tartmalıdır. Hâkimler daima hak ve haklının yanında olmalıdır. Mesleğin vakarını korumalı fakat aynı zamanda yeryüzü gibi geniş ve alçak gönüllü olmalı, aklı ve bilimi ölçüt almalıdırlar. Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan hiçbir zaman alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Örnek ahlak sahibi olmalı, kişilik ve vicdanlarını asla kirletmemelidirler. Çekinmeden, endişe duymadan, iç dünyalarındaki öznel duygu ve düşünceleri de dâhil olmak üzere herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler. Unutulmamalıdır ki anayasal kimliğimizi oluşturan ilke ve değerlerin en önemli güvencesi olan bağımsız ve tarafsız yargının varlığı ancak bağımsız ve tarafsız hâkimlerin varlığıyla mümkündür. Dolayısıyla hâkimler fikri, vicdanı ve irfanı hür insanlar olmalıdır.
Nihayet hukukun nihai amacı adaleti sağlamaktır. Bu noktada ayrıca belirtmem gerekir ki söz konusu sorumluluk bakımından bütün yüksek mahkeme üyelerinin verdikleri kararların içtihat olma niteliğini ve doğurduğu sonuçları dikkate alarak diğer mahkemelere kıyasla adaleti tesis etme konusunda daha da hassas olmaları icap etmektedir. Bilindiği üzere toplum sözleşmeleri sayılan anayasalar, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alarak egemenlik yetkisinin nasıl kullanılacağını düzenlerler. Anayasa mahkemeleri de anayasal denetim yaparak demokratik toplumların insanı ve devleti adalet temelinde yaşatma ortak amacını gerçekleştirmeye hizmet eden kurumlardır. İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik toplumlarda temel öneme sahiptir. Hak ve özgürlükler demokrasinin esaslı unsurudurlar. Ancak bağımsız ve tarafsız mahkemeler ile yeterli hukuki mevzuat ve güvencelerin varlığı hâlinde korunabilir.
Anayasa’mız, AYM’ye diğerlerinin yanında bazı normların anayasaya uygunluğunu denetlemek ve bireysel başvuruları karara bağlamak görev ve yetkisini vermiştir. Türk yargı tarihinin en büyük reformlarından biri olan bireysel başvuru, yüz yıllık Cumhuriyetimizin hukuk sistemimize ilişkin en büyük kazanımlarından biridir. Bu kurumun kabul edilmesindeki amaç, anayasa koyucunun ifadesiyle ‘Bireylerin sahip oldukları temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunmasını sağlamak ve sorunu ülke sınırları içinde çözerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) yapılan başvuru sayısını azaltmaktır.’ AYM, bugüne kadar bireysel başvuru kapsamında yaşama hakkından ifade özgürlüğüne, mülkiyet hakkından örgütlenme özgürlüğüne hak ve özgürlüklerle ilgili olarak yüz binlerce karar vermiştir. Mahkememizin bireysel başvuruları karara bağladığı yaklaşık 12 yıllık süreçte, ülkemiz aleyhine AİHM'e yapılan başvurular önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır.
Mahkememize bugüne kadar toplam 601 bin bireysel başvuru yapılmış, bunların 500 bini yani yüzde 83'ü sonuçlandırılmıştır. 2023 yılında çıkan, işin gelen işi karşılama oranı yüzde 101 olarak gerçekleşmiştir. Bununla birlikte bugün için önümüzde derdest hâlde yaklaşık 102 bin bireysel başvuru bulunmaktadır. Bugüne kadar makul sürede yargılanma hakkı hariç, karara bağlanan yaklaşık 355 bin başvurudan 16 bin 646'sında başvurucuların temel hak ve özgürlüklerinden en az birinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. 16 bin 646 ihlalin önemli bir kısmının da usul güvencelerinden kaynaklı ihlaller olduğunu gözettiğimizde ortaya çıkan esaslı ihlal oranının yaklaşık yüzde 3-3 buçuk rakamlarına denk geldiğini görüyoruz. Sonuç olarak AYM, verdiği kararlarla adalet, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler gibi değerlerin gerçekleşmesine katkı yapmaktadır. Bu kararların, bireylerin adalet duygularını tatmin etmek suretiyle onların devlete ve hukuka olan güvenlerini artırdığına inanıyoruz.
Bu bağlamda ayrıca belirtmeliyim ki AYM’nin hak ve özgürlükleri sağlama bakımından, hayatın her alanına dokunan kararları arasında kamuoyunda tartışmaya konu olanı esasen çok az sayıdadır. Ve bireysel başvuruyu kabul eden bazı ülkelerde de tartışmaların yaşandığı, zaman zaman birtakım sorunların ortaya çıktığı, yaşanan veya yaşanılması muhtemel olan sorunların ortaya çıkmasının önlenmesi veya giderilmesi için bazı tedbirlerin alındığı müşahede edilmektedir.
Dolayısıyla ülkemizde de sorun olarak görülen bazı durumlar için birtakım düzenlemeler düşünülebilir.
Bununla birlikte zatıâlilerinizin de büyük katkısıyla hukuk sistemimize kazandırılmış olan bireysel başvuru yolunun bugünkü işlevselliğiyle mutlak gerekliliği konusunda toplumumuzda ortak bir kanaat oluşmuştur. Bu kanaatin de bir gereği olarak yapılabilecek anayasal veya yasal düzenlemelerde müessesenin bugünkü işlevselliğini kaybetmeden korunması gerektiğini düşünüyoruz. Zira yaklaşık 12 yılını geride bıraktığımız bireysel başvuru yolu, geldiğimiz nokta itibarıyla, birçok dertlinin derdine derman olmak suretiyle insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak Cumhuriyet’imizin topluma dokunmasının, insanımızın temel haklara ilişkin sorunlarını çözmesinin bir aracı olarak kurumsallaşmış bulunmaktadır. Bu bağlamda ayrıca belirtmem gerekir ki Mahkememiz, bireysel başvuruyla birlikte Anayasa ile kendisine verilen tüm görevleri herhangi bir aksama olmadan Anayasa ve kanunlara uygun şekilde yerine getirmeye devam etmektedir.
Mahkememizin bugünlerinde olduğu gibi bir başkanın ayrılıp diğerinin başladığı anlar bize bu makamların geçici olduğunu hatırlatmaktadır. Hiç kuşkusuz ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ sözü, kadim kültürümüzün bizi bu bilinçte tutmaya yönelik uyarılarından biridir. AYM üyeleri olarak bizlerin de görevlerimizi makamların geçici olduğunu unutmadan emanetin, adaletin, hürriyetin ve milletçe birlik ve beraberliğin ne demek olduğunun idraki içinde, tam bir sorumluluk duygusu ile Anayasa ve kanunlara uygun şekilde yerine getirme gayreti içinde olduğumuzun bilinmesini isterim. Bu noktada unutmamamız gereken bir başka husus da hâkimler olarak kullandığımız yetkiyi, huzurunda yemin ettiğimiz Türk milleti adına kullandığımız gerçeğidir. İki gün önce idrak ettiğimiz 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı bize her sene bir kez daha olmak üzere Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılan egemenliğin esasen Türk milletine ait olduğunu hatırlatmaktadır.
Temel anayasal prensiplerden biri olan kuvvetler ayrılığı ilkesinde yer alan ‘ayrılık’, aslında büsbütün bir ayrışmadan ziyade, başta temel hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi olmak üzere, devlete yüklenen görevlerin daha iyi yerine getirilmesi için işlerin anayasal organlar arasında bölünmesini ancak bunların tam bir uyum ve iş birliği içinde yerine getirilmesini ifade etmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, erklerin kendi anayasal sınırlarını aşmadan iş birliği içinde çalışmalarını gerektirmektedir. Anayasa’nın Başlangıç bölümünde de kuvvetler ayrılığının ‘medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu’ ifade edilmiştir. Dolayısıyla anayasa koyucunun anayasal organların kendilerine verilen görevleri yerine getirirken birbirleriyle işbirliği içinde, düzenli ve uyumlu çalışmalarını arzu ettiği görülmektedir. Anayasa’ya göre yasama, yürütme ve yargı organları arasında hiyerarşik bir ilişki olmadığı gibi yüksek yargı organları arasında da böyle bir ilişki yoktur. Her bir yüksek mahkeme, Anayasa ve kanunlarda kendilerine yüklenilen görevleri yapmakla mükelleftir. Her birinin görev ve yetkileri, işleyiş biçimleri, kararlarının nitelikleri Anayasa ve kanunlarda açık bir biçimde düzenlenmiştir. Her birinin görevlerini, Anayasa ve kanunlarda kendilerine verilen yetki çerçevesinde, Anayasa ve kanunlara uygun şekilde yerine getirecekleri tabiidir.
Bununla birlikte anayasal organlar arasında iş birliği, düzen ve uyumun sağlanabilmesi için, bu organların insanlardan müteşekkil olması, insanın olduğu yerde her zaman için farklı yaklaşımların, farklı fikirlerin oluşabilmesinin ve ihtilaf doğabilmesinin muhtemel olması nedeniyle Anayasa ve kanunlara uygun hareket etmenin yanında, aralarında daima iyi bir iletişimin bulunmasına da ihtiyaç bulunmaktadır. Bu yaklaşımla geliştirilecek çözümlerin milletimizin genel olarak devletine ve tek tek anayasal organlara güvenini artıracağına olan inancımı da paylaşmak isterim. Bu bağlamda ayrıca ifade etmek isterim ki başta Cumhuriyet’imizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere birçok devlet büyüğümüzün, birçok düşünce ve fikir insanımızın defaatle söylediği gibi; tefrikacılıktan, zümrecilikten ve nifaktan her daim uzak durmalıyız. Millet olarak ortak menfaatlerimiz ve ortak geleceğimiz için, insanlık için ortak noktada toplanıp, birleşip, kenetlenip bir vücut gibi ahenkle çalışmalıyız.
Türk milleti neciptir, her güzel şeyi başarabilecek güç ve kabiliyettedir. Bunun için gücünü ve enerjisini israf etmemeli, doğru kullanmalıdır. Birlik ve beraberliğini bozmak isteyenlere fırsat vermemelidir. Bu durum, yeryüzünde adaletin hâkim kılınmasında söz sahibi olabilmek bakımından elzemdir. Unutulmamalıdır ki güçsüz adalet aciz kalmakta, adaletsiz güç de zulüm hâline gelmektedir. Güç ve kudretin insanların ve toplumların barış ve huzur içinde daha mutlu, müreffeh ve güzel yaşamalarına imkân sağlansın diye verildiğine, verilen bu güç ve kudretin insanlığın yararına kullanılması hâlinde güç ve kudret sahibi insan ve devletlerin uzun ömürlü olacaklarına, aksi yönde kullanılması hâlinde ise söz konusu güç ve kudretin bir gün ellerinden uçup gideceğine, varsa yaptıkları zulmün bir gün dönüp dolaşıp kendilerine geleceğine, Hazreti Süleyman’ın varisi olduklarını düşündükleri hâlde onun misyon ve adaletine uygun davranmayanların da bu kapsamda olduklarına inanmaktayım. Bu vesileyle Gazze başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında yaşanan zulümlere karşı gösterilen çifte standardı, ikiyüzlülüğü kabullenemediğimizi maşerî vicdanın sesi olarak dile getirmeyi bir görev biliyorum.
Ayrıca ifade etmeliyim ki adaletin insanlığın evrensel ortak değeri olması gerektiği gerçeğine karşın insanlığa adaleti, hakkaniyeti, insan hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi anlatan, bunları kutsayan birçok söylem geliştiren, birçok etkinlik düzenleyen, pek çok kitap basıp yayımlayan, üniversite açıp eğitim veren ekonomik ve askerî güç sahibi devlet ve kurumların ne yazık ki dünyanın birçok yerinde mağdur ve mazlum insanlara karşı yapılan insanlık dışı muamelelere, zulme ve haksızlığa, ölçüsüzlüğe gözlerini ve vicdanlarını kapatmaları, insanlığı gelecek adına umutsuzluğa düşürmektedir. Bununla birlikte yine de belirtmem gerekir ki insanlığın ortak geleceği ve sürekli barış ancak ahlaki değerlere ve adalete dönülmesiyle, yeryüzünde adaletin hâkim kılınmasıyla mümkündür.”
Başkan Özkaya’nın konuşmasının ardından AYM’nin yeni üyesi Prof. Dr. Ömer Çınar’ın özgeçmişi okundu. Çınar’ın kürsüde yemin metinin okumasının ardından Özkaya, Çınar’a kisvesini giydirdi. Çınar törenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanına giderek kendisiyle selamlaştı. Çınar’ın çocukları Erdoğan’ın elini öptü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, beraberindeki heyetle birlikte AYM Başkanı ve üyeleriyle makam odasında bir süre sohbet etti. (ANKA)
© Tüm hakları saklıdır.