Aydın Engin*
Meğer dünya dönmeye, ırmaklar akmaya, denizler dalgalanmaya, rüzgârlar esmeye devam ediyormuş. Oysa biz öncesiyle, sırasıyla, sonrasıyla on gündür “Cumhuriyet davası”na kilitlenmişiz; İstanbul Adalet Hamamı’nda bir yandan zırıl zırıl terleyip, bir yandan hukuk dersi, gazetecilik dersi vermeye çabalıyorduk.
Bitti. Yani “biraz” bitti. Yedi arkadaşımızı kaptık. Dördünü şimdilik kapıp getiremedik. Bir de Emre İper, beş arkadaşımız hâlâ “Adalet ve hukuktan bağımsız yargının” tutsağı.
Bir sonraki duruşma günü 11 Eylül. O güne kadar günlük görevlerimizi sırtlayıp 93 yaşındaki delikanlı Cumhuriyet’i her gün okurların eline, beleşçi (şaka şaka; ama biraz da gerçek) okurların ise bilgisayar ekranına sunmaya çabalayacağız.
Mesela yeni bir “MİT TIR’ları” haberi elimize geçerse, sadece ve sadece haberin doğru olup olmadığını, olanca meslek titizliğiyle sağlama bağlayıp, doğru ise duraksamadan, “Yav başımıza yeni belalar açılmasın” gibi ödlekliklere sırtımızı dönerek yayımlayacağız.
Yapmazsak ne olur?
MİT TIR’ları bağlamında kısaca anlatayım.
Hatırlayın, 2013 sonuna kadar can ciğer kuzu sarması olup, el ele tutuşup 17/25 Aralık’tan sonra birer can düşmanına dönüşen AKP tepeleri ile Gülen Cemaati’nin tepeleri kapıştı. Birbirlerinin kirli ve kanlı çamaşırlarını gün ışığına taşımaya başladılar.
Eğer doğruysa -ki büyük olasılıkla doğru- FETÖ saflarında yetişmiş asker ve polisler, Suriye yönüne giden MİT TIR’larını durdurdular, aradılar, içindeki roketatarları, mermileri, silahları, bombaları kamera ile saptadılar.
Yarım yamalak haberler medyaya sızdığında İktidar kanadı açıklama yaptı:
-O TIR’larda silah yok. İnsani yardım malzemesi var...
Eğer Cumhuriyet olmasaydı halk o konuda bu açıklama ile yetinmek zorunda kalacaktı. Cumhuriyet açıkladı, kanıtladı:-Orada ilaç, mercimek, bulgur yok. Silah var silah. İşte kanıtı, işte görüntüleri...
İktidarın tepelerinden ikinci bir açıklama geldi:
-Evet, tamam, silah var ama onlar MİT’in bir istasyonundan, yurtiçindeki bir başka istasyonuna sevk edilen silahlar ve mühimmattır...
Eğer Cumhuriyet olmasaydı halk bu kez ister istemez bu açıklama ile yetinecek, “Haaaa, MİT’in işleri gizli ya, demek o yüzden önce insani yardım malzemesi denmiş” gibi avuntularla oyalanacaktı.
Cumhuriyet ifade tutanakları, tanık anlatımları ile yeniden açıkladı:
-Hayır, MİT Yasası’na göre istihbarat örgütünün silah deposu olamaz. O yüzden bir istasyondan ötekine açıklamaları mavaldan ibarettir... O TIR’lar Suriye’ye, İslamı kanlı ve karanlık bir din gibi algılayan ve algılatan dinbaz terör örgütlerine
gidiyordu...
Yani, eğer Cumhuriyet olmasaydı, halk bu karanlık ve kanlı ve ülkeyi bir savaşa sürükleyebilecek kadar önemli bir olayın içyüzünü öğrenemeyecekti.
“Bunu onların yanına komam” diye naralanan AKP Reis’inin sözlerini emir bellemiş hukuktan ve adaletten bağımsızlaşmış yargı, dava açtı. Erdem Gül ve Can Dündar arkadaşlarımız üç ay Silivri’de volta attılar.
Geri adım atmadık ve bu yüzden “Cumhuriyet operasyonu” için düğmeye basıldı. Bu kez de 11 arkadaşımız dokuz aylığına “Silivri voltası”na zorunlu kılındılar.
***
Bizleri casus, ajan filan ilan etmeye yeltendiler.
İşte geçen haftaki beş gün boyunca mahkemede anlatmak istediğimizin özü, özeti bu “gazetecilik anlayışı”ndan ibarettir.
Casuslar, ajanlar elde ettikleri gizli bilgileri elde edince, onları hizmet ettikleri yabancı devlete verirler.
Gazeteciler ise devlet sırrı örtüsünün ardında çevrilen dolapları elde edebilirlerse (ki zordur) o bilgileri halka verir, gün ışığına taşırlar.
Casusluk yüz karasıdır, sahici gazetecilik ise ertelenemez bir halk hizmetidir.
Gazetecilik suçlanamaz... Sahici gazetecilik susturulamaz.
* Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır