Aydın Engin*
Tam da yazının başlığındaki gibi. Sırtımdan ter dereleri akıyor; kafa pelteleşmiş gibi ve bugün yazı günüm. Üstelik bir Tırmık kotarmakla iş bitmiyor. Gazetenin bazı ıvır zıvır işleri benim omuzuma bindi ve “ıvır zıvır”lar bitmiyor, artıyor.
Bu koşullarda meslek hilesine sığınıp güne uygun üç dört fıkrayı alt alta sıralayıp günü kurtarmak var.
Gel gör ki gün, o gün değil.
Sen masa başında sıcaktan yakınıp yazıyı kotarmaya çalışıyorsun. Üşenmezsen dolaplardan birindeki eski vantilatörü çıkarır, fişe takıp az da olsa serinlersin. Zaten açıkta da değilsin; yani güneş tepende değil...
Yani yakınma!..
Ayıp...
Çünkü şu dakikalarda, birkaç ay sonra 69’u bitirip 70’ine basacak bir adam ardında on binlerle Adapazarı dolaylarında, kızgın asfalt üstünde yürüyor.
“Klavye şövalyeleri” güneşten ve boğucu sıcaktan uzak “Bu yürüyüşün neden desteklenmemesi” gerektiği üstüne fetva üstüne fetva düzerken, önceki gün 18’lik bir genç kız endamıyla 88’lik bir kadın, Gülriz Sururi o kızgın asfaltta Kılıçdaroğlu’na eşlik ediyordu.
Dün kızgın asfalt üstünde, çöl sıcağının boğuntusunda yürüyenlere 17 barodan 300’ü aşkın avukat katıldı. Umut yeşertiyorlar. “Ne çok Akın Atalay, ne çok Bülent Utku, ne çok Mustafa Kemal Güngör varmış” dedirtip parmak ısırtıyorlar.
Dün çevre katillerinin karabasanı yeşile ve doğaya vurgun kadın ve erkek çevreciler, o kızgın asfaltta adalet arayışına omuz verdiler. İlerici kadınlar, sosyalist kadınlar, demokrat kadınlar “Kadınlar adalet istiyor” bayrağını açmış sıcağa da, “Kâbesi borsa, duası para olmuş”lara da meydan okuyarak yürüdüler. Halkevleri’nden kadınlar “Eşitliği de, adaleti de kazanacağız” pankartlarını yükseltip eşitlikle adaletin ikiz kardeş olduklarını vurguladılar.
Dün İhsan Eliaçık arkadaşım yanında “Antikapitalist Müslümanlar”, el ele tutuşmuş ve küresel kapitalizmle nikâh kıymış zalimlere inat “adalet ile kapitalizmin uzlaşmaz çelişkisini” ele güne, bilene bilmeyene sergilediler...
Sırtta ter dereleri akarken, sıcak beyni pelteleştirirken kızgın asfaltta yürüyenler bu yazıyı gürül gürül akıtıyor; yazıyı adeta onlar yazdırıyor. Bana sadece kâtiplik düşüyor.
***
Aslında bu yazı burada biter.
Ama Silivri’nin mapus damındaki 12 arkadaşım için de birkaç satır yazmazsam çatlarım.
İlle de Murat Sabuncu kardeşime “Dayan müdürüm, sık dişini müdürüm” demezsem bu yazıya nokta koyamam. O Murat Sabuncu ki karakışın ortasında bile bizim yazıişleri masasının yakınındaki klima cihazını “serinden soğuğa” çevirmeden çalışamaz; biz de ona çaktırmadan “Bu adam bizlerle değil kutup ayılarıyla arkadaş olsa daha mutlu olacak” diye dalga geçeriz.
Dalga geçerdik...
Oysa o şimdi üç kişilik bir F tipi mapushane hücresinde Reis’in devletine ve çöl sıcağına tutsak.
Ne diyeyim?
-Dayan müdürüm, dayan benim aslan arkadaşım. Dışarıda, kızgın asfalt üstünde on binler durmadan artarak, büyüyerek, çoğalarak yürüyorlar. Bilesin, onlar senin için de yürüyorlar...
Bu yazı Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır.