Kültür-Sanat

Aydın Doğan Ödülü, Orhan Pamuk'a verildi

'Ödül almaktan, sevilmekten, 'aferin çok güzel yazmışsın' denilmesinden güzel ne olabilir?'

18 Nisan 2015 20:41

Bu yıl 'roman' dalında düzenlenen 19. Aydın Doğan Ödülü, Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Orhan Pamuk'a verildi. Pamuk, 50 bin TL tutarındaki para ödülünü ve heykelciğini, Aydın Doğan Vakfı (ADV) Kurucusu ve Onursal Başkanı ve Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan'ın elinden aldı.

Doğan Hızlan başkanlığında, Prof. Dr. İnci Enginün, Prof. Dr. Nüket Esen, Semih Gümüş, Prof. Dr. Handan İnci, Prof. Dr. Turan Karataş, Prof. Dr. Jale Parla, Ömer Türkeş ve Metin Celal Zeynioğlu'dan oluşan Seçici Kurul, 6 Şubat 2015 Cuma günü yaptığı toplantıda; eserleri ile Türk edebiyatına romanın farklı türlerini getirdiği ve bu farklı türlerle kendisini izleyen genç romancılara yeni uygulama ufukları açtığı; burası ve ötesi, dünyevi ve uhrevi, Doğu ve Batı kutuplarını ustalıkla bir araya getirdiği; Türk romanını dünyada temsil eden ustalarımız arasında yer aldığından, 2015 Aydın Doğan Ödülü'nün “roman" dalında Orhan Pamuk' a verilmesine oy birliği ile karar vermişti.

Ödülü aldıktan sonra konuşan Orhan Pamuk, kendisini bu özel gecede yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederek şunları söyledi:

“Bu ödül için beni düşünen, beni öneren, beni seçen jüri üyelerine çok teşekkür ederim. Kendim de bir müze sahibi, bir vakıf sahibi olduğum için, bir vakfı yönetmek, faaliyet göstermek için ne kadar titizlik gerektiğini biliyorum. Aydın Doğan Vakfı'nın sahibine ve yöneticilerine çok teşekkür ederim. Ödül almaktan, sevilmekten, 'aferin çok güzel yazmışsın' denilmesinden güzel ne olabilir? Bundan 40 yıl önce ilk romanımı yazarken, yayınlanmamış romanlara verilen bir ödüle başvurmuştum. Bu ilk ödülümü yayınlanmamış romanın yayınlanabilmesi şartıyla yazmıştım. Yani o ödülü kazansaydım romanım yayınlanacaktı. Ama 35-40 yıl önce edebiyat ortamımız o kadar zayıf ve gelişigüzeldi ki, benim 600 sayfalık ilk romanımı ödüle rağmen yayınlamıyorlardı. Yayıncı kitabımı yayınlamıyor diye dava açmayı, gazetelere durumu açıklayan ilanlar vermeyi hayal ettiğimi hatırlıyorum. Bu 40 yıl önceydi. O zamanlar Türk edebiyatını kimse tanımaz, kimse Türk romanıyla ilgilenmezdi. Yalnız dünya değil, Türk vatandaşları da ilgilenmezlerdi romanlarla. Çünkü roman zevki olan güçlü bir orta sınıfımız o zamanlar henüz yoktu. Ben 1973'te ressam olma düşlerimi bir yana bırakıp, ressam olmak daha da zor diye düşündüğüm için belki, romancı olmaya karar verdiğimde… Türkiye’de senede 40-50 yerli roman yayınlanırdı. Bunların hepsini kitapçılarda görür şöyle bir karıştırır, yarısını, -burada kendisini anmak istiyorum- babamın verdiği harçlıklar sayesinde satın alıp okumaya başlardım. Tabii ki hepsini bitiremezdim. Ama o ayrı bir konu, girmeyelim böyle konulara... O günlerde Oğuz Atay'ın 'Tutunamayanlar'ı yeni yayınlanmıştı. Bu roman bugün artık bir klasiktir. Bu romanı Oğuz Atay TRT Roman Ödülü'ne katılmak için yazmış. Ödülü başka 7 romancıyla paylaştığı için de, ancak iki cilt halinde, zahmetler sonucunda yayınlanabilmişti. Eskiden ben romancılığa başladığımda halimizi hatırlatmak için bunları söylüyorum. Yine 1970'lerin başında Tanpınar'ın 'Huzur'unun ilk baskısı yapıldı. Bugün, neredeyse çeyrek yüzyıl sonra anca ikinci baskısını yaptı. Ve tabii ki çok fazla satmıyor, okunmuyordu. Bu ilk baskılar; unutmayalım 3-4 bin olur, 5 yılda tükenmişse, romancı başarılı bulunurdu. Avrupa'da roman sanatı bugünkü haline Balzac, Stendhal, Dickens zamanında, 1850'lerde, yani bugünden 150-160-170 yıl önce kavuştu. Biz de onlardan alıp bu edebiyat biçimini içine kendi dertlerimizi, kendi hayallerimizi, hatıralarımı doldurduk. Bizim her zaman iki büyük derdimiz olmuştur. Birincisi modern ve şehirli olmak, ikincisi yoksulluktan kurtulmak. Geçenlerde düşündüm de, bu ödülün bana verilmesinde etkili olduğunu düşündüğüm son romanım 'Kafamda Bir Tuhaflık' bile bu konular hakkındadır hala. Ama ben vatandaşlarımızın bireyliğini, tuhaflığını hep asıl hikâye olarak gördüm. Yani kahramanım Mevlüt'ün haline bakıp romancılarımızın hala 40 yıl öncesinin dertleriyle uğraştığını lütfen sanmayın, her şey değişti, demek istiyorum. 1970'lerde henüz yeterince güçlü olmayan romansever bir orta sınıfımız bugün var. Bunun en iyi kanıtı da Türk yayıncılık sanayinin son 15 yılda harikalar yaratarak gösterdiği büyüme, zenginleşme ve çeşitliliktir. Eskiden Türkiye'de 4 bin kitap çıkardı. Ben 4 binini de görürdüm, hepsini takip ederdim. Şimdi hiçbir şey takip edemiyorum. Benim eksikliğimden değil, kitap sanayinde ve başka yerlerde zenginleşmenin boyutları böyle. 1970'de her sene 40-50 yerli roman yayınlanırken bugün rakam 1000'lere ulaşmıştır. Kitapsever bu yeni okurlar, biz romancılardan Tanpınar'ın, Oğuz Atay'ın ve diğer büyük romancılarımızın araştırdığı asıl konulara dönmemizi bekliyor. O da toplumsal dertler kadar, kimliğimiz, kişiliğimiz, kendi özel dünyamız, birey olmamızın renkleridir. İnsanoğlu bu açtığım şeyleri, kimliğimiz, kişiliğimiz, birey olmamızın özel renklerini tarih bize 160-170 yılda gösterdi ki, en iyi romanlarla araştırıyoruz. İnsanoğlu kimliğini, kişiliğini, bireyliğini araştırmak, bu konuyu birbiriyle paylaşmak için romanı icat etti denebilir. Kendimizi en iyi romanlarla anlatıyoruz, insanlığımızı en çok bu yolda derinleştiriyor, araştırıyoruz. Bu yüzden de Türk romanının geleceğinin çok parlak olduğuna içtenlikle inanıyorum. Hepinize çok teşekkür ediyorum."