Kerem Altıparmak*
Tüm ilgililere buradan biraz daha ayrıntılı açıklamak istedim. Aslında bu açıklamayı hükümetin yapması gerekiyor. Ama ben yine de kısaca söyleyeyim.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi olağanüstü hâle ilişkin. Buna göre; “1. Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme’de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.”
Ancak olağanüstü hâl ilanının uluslararası hukukta sonuç doğurabilmesi için ilan edilmesi yeterli değil bunun resmi olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine de bildirilmesi gerekiyor. 3. fıkra da buna ilişkin: “3. Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirir.”
Peki bu askı meselesi nedir? Sözleşmenin İngilizce metninde maddenin başlığı “Derogation in time of emergency” deniyor. Bunun Türkçe çevirisi de, muhtemelen daha iyi bir başlık bulunamadığı için “Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma”.
Bununla birlikte, bu Sözleşmenin o dönem içinde hiç uygulanmayacağı anlamına gelmiyor. Hükümet, Genel Sekretere sunduğu bildirimde hangi hakların, ne süreyle ne kapsamda uygulanmayacağını bildirecek. Bu bildirim her ihtimalde maddenin 2. fıkrası uyarınca “meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2. maddeye, 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ile 7. maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez”. Yani bu bildirime dayanarak ölüm cezası verilemez, çatışma dışı öldürmeler meşru görülemez, orantısız öldürme fiillerini meşru kılmaz, her ihtimalde işkence/kötü muameleye müsaade etmez ve geriye yönelik suç ve ceza verilemez.
Ama kısıtlar bununla da sınırlı değil. AİHM içtihadına göre, mutlak yasakları uygulanamaz kılacak diğer hak kısıtlamalarına da müsaade edilemez. Örneğin Aksoy/Türkiye davasının gösterdiği gibi, 15 gün süreyle avukat, hekime erişim hakkı olmaksızın gözaltı bu bildirime dayanarak sözleşmeye uygun kılınamaz. Aynı şekilde, bu dönem içinde hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin AİHMe gitmesine de engel yoktur. Bilindiği gibi Türkiye’ye yönelik en ağır ihlal kararları 1990lı yıllarda Güneydoğu’da Olağanüstü Hal uygulanırken gerçekleşen ihlallere ilişkindir.
Bu nedenle, Numan Kurtulmuş’un açıklamasını olağanüstü halin AİHS açısından sonuç doğurabilmesi için yapılan zorunlu bir açıklama olarak okumak gerekir.
Bu yazı mulkiyehaber.net'ten alınmıştır
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak