Brüksel’de geçen hafta perşembe ve cuma günü düzenlenen AB Zirvesi'ne sığınmacı krizi ve İngiltere tartışmaları damgasını vurdu. İngiltere Başbakanı Cameron, AB'nin sosyal yardımlar konusunda İngiltere'ye taviz vermesi sonrasında, ülkesinin AB'de kalmasından yana olduğunu açıklamıştı. Cameron, ülkesinin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili referandumun 23 Haziran’da yapılacağını duyurdu. Süddeutsche Zeitung'da İngiltere ile ilgili bir yorum dikkat çekiyor:
"İngiltere artık AB sözleşmesinin en yüce amaçlarından biri olan 'Avrupa halklarının daha yakın bir birlik etrafında birleşmesi' hedefine bağlı kalmak zorunda değil. Geriye kalan 27 AB üyesi ülke, pastanın kırıntıları ile yetinirken, İngiltere'ye kremayı yeme ayrıcalığı tanındı. Bu utanmazlık, bu adaletsizlik, bu İngiltere kültürünün temel taşlarından biri olan 'adalet' ilkesine aykırı. Peki, diğer ülkelerin Cameron ile böyle ayrıcalıklı bir anlaşmaya varılmasına onay vermesi yanlış mıydı? Avrupa'ya inanan bir Avrupalının bunu kabul etmesi zor olsa da bu doğru bir karardı. Zira bu zirvede geriye kurtarılabilecek ne kaldıysa o kurtarıldı. AB hayati tehlike içinde."
Kölner Stadtanzeiger gazetesinde de AB Zirvesi ele alnıyor:
"Merkel, AB üyesi ülkelerinde kriz baskısı altında hareket etmelerini istiyor. Ancak bu şu ana kadar gerçekleşmedi. Bu bir şüphe doğuruyor, zira baskı halihazırda zaten çaba gösteren ülkelerin üzerinde, harekete geçmesi gerekenlerin değil."
Hafta sonu Saksonya eyaletinin Clausnitz kentinde yabancı düşmanı bir grubun mültecileri taşıyan bir otobüsün önünü kesmesi ve sloganlarla mültecileri yuhalamasına ilişkin görüntüler ortaya çıkmıştı. Alman kamuoyunu şok eden görüntüler Alman gazetelerinin de başlıca yorum konuları arasında. Stuttgarter Zeitung:
"Hayır, Saksonya'nın Clausnitz kentinde saatlerce sığınmacı otobüsünün geçişini engelleyen, yeni gelenlere küfürler yağdıran, savaştan ve yıkımdan kaçarak bize sığınan insanları korkutan güruh 'halk' değil. Onlar zayıfları korkutarak kendilerini güçlü zannedebilecek kadar ödlek aptallar; öyle ki kendi zavallılıklarını örtbas etmek için güvence arayan bir topluluğu kullanmaktan çekinmiyorlar. Onlarla zaman geçirmemek, birlikte olmamak gerekir."
Aachener Zeitung'da aynı konuda bir yoruma yer veriyor:
"Clausnitz'de kullanılan 'Biz halkız' sloganı sadece 'yönetilenler yönetenlere karşı' anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, 'Biz Almanlar, bizim gibi olmayanlara karşıyız' anlamına da geliyor. Onlar için 'başkaları' farklı bir ten rengine sahip olanlar, farklı bir dil konuşanlar, farklı bir tanrıya inananları. Clausnitz'deki kalabalık, 'halk' tabirini kullanarak 1989/90 dönemindeki pazartesi gösterilerinin ismini lekeliyor. Ayrıca, sığınmacı krizi nedeniyle oluşan endişeleri dile getiren ve böylece tartışma kültürüne bir katkıda bulunan insanların çabalarını da gölgeliyorlar. Oysa bu tartışmaların mümkün kılınması gerekiyor; tıpkı Clausnitz veya Bautzen'deki olayların imkansız olması gerektiği gibi."