Birgün gazetesi yazarı Bülent Mumay, "Daha geçen ay, Atatürk’ün annesi için 'Genelevde çalışıyordu' terbiyesizliği yapan Mehmet Akar denen adamı, bırakın Interpol kararı çıkarmayı, yakalamışken serbest bırakan yine aynı devlet değil miydi?" diyerek Acun Ilıcalı'nın eşi Şeyma Subaşı'na hakaret ettiği ileri sürülen 1 kişi hakkında çıkarılan INTERPOL kararını yorumladı.
"Bütün gazeteleri taradım, hakaretlerin ne olduğunu öğrenemedim. Önemli şeyler olmalı ki, bir eğlence TV’si patronunun karısına hakaret edenleri bulmak için devletimiz Interpol’ü bile harekete geçirmiş" diyen Mumay, "Subaşı meselesinde Interpol falan devreye girdiğine göre, kesin Atatürk’e terbiyesizlikten daha büyük bir vaziyet vardır. Hani hazır Atatürkçü olunmuşken, o terbiyesiz serbest bırakılmazdı yoksa" diye yazdı.
Bülent Mumay'ın Birgün'deki yazısı ( 15 Kasım 2017) şöyle:
Önce yorumsuz bir gazete haberi ile başlayalım:
“Acun llıcalı’nın eşi Şeyma Subaşı’na sosyal medya hesaplarından hakaret ettiği iddiasıyla 3 kadın gözaltında. Yurt dışına kaçan bir kadını ise Interpol arayacak. 15 şüphelinin daha yakalanması için polis çalışıyor.”
Bütün gazeteleri taradım, hakaretlerin ne olduğunu öğrenemedim. Önemli şeyler olmalı ki, bir eğlence TV’si patronunun karısına hakaret edenleri bulmak için devletimiz Interpol’ü bile harekete geçirmiş.
“Ne güzel, kişilik haklarının korunması için devletimiz ne kadar duyarlı davranıyor” derdik normalde. Ama daha geçen ay, Atatürk’ün annesi için “Genelevde çalışıyordu” terbiyesizliği yapan Mehmet Akar denen adamı, bırakın Interpol kararı çıkarmayı, yakalamışken serbest bırakan yine aynı devlet değil miydi?
Subaşı meselesinde Interpol falan devreye girdiğine göre, kesin Atatürk’e terbiyesizlikten daha büyük bir vaziyet vardır. Hani hazır Atatürkçü olunmuşken, o terbiyesiz serbest bırakılmazdı yoksa.
***
Bahçeli’den Akşener’e iki dev hizmet
[ataturk-e-terbiyesizlik-eden-serbest-subasi-na-hakaret-edene-interpol-384308-1.]
Enteresan matematik hesaplarıyla bilinen MHP Lideri Devlet Bahçeli, bir hafta içinde iki büyük hesap hatası yaparak kendi kalesine gol attı. İlki, seçim barajına dairdi. Kamuoyunun önünde yaptığı “Yüzde 10’luk barajı indirelim” çıkışı, MHP’nin 2019’da parlamento dışında kalmasından korktuğunu ortaya koydu. Sonra Celal Adan’ı öne sürüp “Bizim baraj sorunumuz yok” dedirtmesi hiçbir işe yaramadı. Akşener’in, “Baraj bizim sorunumuz değil, kalabilir” çıkışı, Bahçeli’nin kendi kalesine attığı gol düdüğüydü adeta.
Hani insan ders alır değil mi? Nerde… Üzerinden üç-beş gün geçmeden ikinci golü attı kendi ağlarına. 15 Temmuz’dan bu yana “milli meseleler”de AKP ile örtülü koalisyon yapmasını tabanına zor da olsa anlatmayı başarmıştı. Gerçi 16 Nisan referandumunda seçmenlerine blok halde evet dedirtmeyi becerememişti ama yine de “milli-muhazakar cephe”yi tabanına zor da olsa anlatmaya çalışıyordu. Dün çıkıp, “2019’a kadar AKP ile beraberiz” demesi partinin anahtarını Saray’a bırakmaktan başka anlama gelmiyor. Referandumda evet demeyen MHP’liler, AKP ile yakınlaşmaya karşı olan seçmenlerdi zaten. Bahçeli, dün iradesini AKP’ye teslim ettikten sonra “hayır”cı MHP’lileri kendi elleriyle Akşener’e hediye etmiş oldu.
Üzerine sıcak bir çay içer artık.
***
AKP: Tek adayımız Kahraman
Erdoğan: Ben de yeni öğrendim
Medya: Karar geçen haftadan
Atatürkçülüğün aniden keşfedildiği günlerde, “Laiklik Anayasa’dan çıkarılmalı” diyen İsmail Kahraman’ın yeniden AKP’nin Meclis Başkan adayı olarak açıklanması, bir çuval inciri berbat edecek gibi duruyor. Aslında Kahraman’ın adaylığının arkasında da bir gizem yok değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün Soçi’ye giderken Kahraman’ın adaylığını soran gazetecilere şu yanıtı vermişti: “Ben de sizler gibi yeni öğrenmiş bulunuyorum. Bana düşen hayırlı olsun demektir.”
Erdoğan’ın Soçi’ye hareketinden hemen sonra AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş ise Hürriyet’e şu açıklamayı yaptı: “Partimizin tek adayı İsmail Kahraman.”
AKP kulislerinden başarılı kulisler alan gazeteciler ise kararın epey önceden alındığını yazdı dün. Hürriyet’in parlamento muhabiri Turan Yılmaz imzalı haberde, kararın geçen çarşamba Saray’da alındığı yazıyordu. Abdülkadir Selvi de köşesinde, Erdoğan ile Kahraman’ın baş başa yediği yemekte adaylığın kesinleştiğini yazdı.
Meseleyi özetleyecek olursak AKP’nin Grup Başkanvekili “Partimizin tek adayı Kahraman” diyor. İlçe kongrelerine bile müdahil olan, aynı partinin genel başkanı Erdoğan ise “Yeni öğrendim” açıklaması yapıyor. Gazeteciler ise kararın geçen hafta bizzat Erdoğan tarafından alındığını yazıyor.
Gel de çık işin içinden…
***
Ya ByLock olmasaydı?
Tek başına suç delili olup olmadığının tartışmasını hukukçulara bırakalım. Müzik indirme, namaz saatleri gibi başka uygulamaları indirince 1 saniyeliğine ByLock server’ına bağlanan mağdurlardan da söz etmiyoruz. Sadece şifre ve referansla aktive edilen uygulamaya defalarca girip, binlerce kez mesaj yazanlar bu yazının konusu…
F tipi çeteye bulaşıklığın en somut göstergesi ByLock olmasaydı, bu kadar çok isim nasıl deşifre olacaktı diye merak etmemek mümkün değil… Bir de, bir insan neden böyle bir uygulama ile “hizmet” etmek ister? Tamam, İslam hayır-hasenat işlerinin öyle uluorta, gösteriş gibi yapılmasını önermez ama dinde sözü edilen gizlilik ByLock gibi bir sistem olmasa gerek…
***
Cübbeli ile bilimsel sohbetler!
[ataturk-e-terbiyesizlik-eden-serbest-subasi-na-hakaret-edene-interpol-384309-1.]
Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’nu neden Teke Tek programına çağırmadığını soranlara şu yanıtı veriyormuş: “Kendisini tanımıyorum. Tanımıyorsam, bir kıymeti yoktur. Bir kıymet arz etmeyen insanları da bu programa almıyorum; çünkü biz burada bilimden, bilgiden konuşuyoruz.”
Altaylı’nın konuk seçimindeki bu kriterini dünkü köşesinden öğrendik. Tabi insanın aklına, Cübbeli Ahmet ile yaptığı “Teke Tek Özel”ler gelmiyor değil. “Tanımıyorum” dediği Mısıroğlu gibi Atatürk’e kâfir diyen, “Satranç oynayanlar lanetli” gibi açıklamalar yapan Cübbeli ile bilimden konuştular da bizim haberimiz olmadı demek ki...
***
Ahmet Hakan ve ırkçılık
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, dünkü yazısında Irak ve İran’ı vuran depremden sonra atılan tweetleri eleştirmiş. Yanlış anlamayın, “Gebersinler” tadındaki ırkçı tweetleri değil. “Acının dili, ırkı olmaz” diye yazılanları eleştirmiş. “Alicenap görünümlü ırkçılık” olarak nitelemiş. Kızdığı tweetlerin, ölenler arasında Kuzey Iraklı Kürtler var diye zil takıp oynayan ırkçılara tepki için yazıldığını bilmiyor olabilir mi? Yok artık, o kadar da olamaz.
***
Berberoğlu’ndan kurşun kalem ‘selfie’si
Cumhuriyet’te yayınlanan MİT TIR‘ları haberine aracılık ettiği iddiasıyla 25 yıl hapis cezasına çarptırılan Enis Berberoğlu ile uzun yıllar birlikte çalıştık.
Hürriyet haber merkezinde çalıştığım 90’lı yılların sonunda elimden tutup CNN Türk Haber Merkezi’ne “Biraz da televizyon haberciliği öğren” diye götürdü. O yıllardan Hürriyet Yayın Yönetmenliği’nden istifa ettiği güne kadar da gazetede birlikteydik.
Enis Abi enteresan adamdır. Bazen tek kelime ile anlatır derdini. Bazense öğle yemeklerinde verdiği “Cuma Hutbeleri”ni dinleseniz bile anlamanız mümkün değildir kendisini. Avusturya Lisesi’nin etkisi olsa gerek, öyle pek kendisini açan biri de değildir.
Bütün bunları niye anlatıyorum, 20 küsur yıldır tanıdığımı sandığım meslek büyüğümün, abimin, dostumun içindeki gerçek benliği sonradan keşfettim de ondan... Kahretsin ki bunu öğrenmek, cezaevinde yazmak zorunda kaldığı kitabı okumakla mümkün oldu. “Siz Yürürken, Ben Yatarken, Yazı-Yorum”dan...
MİT haberine aracılık iddiasının hiçbir kanıtı olmadığını, haberin zaten önceden yayınlandığı için suç olamayacağını, Türkiye’nin tanımadığı uluslararası mahkemede Erdoğan’ı yargılatmak gibi bir şeyin imkansızlığını tane tane anlatmış. Ama Enis Abi ilk kez, içini dökmüş. Hani o Alman çelik disipliniyle bize göstermediği yanlarını... Neye üzüldüğünü, neye ağladığını, hatalalarını, sevaplarını...
Kurşun kalemle yazdığı kitap için kendi görselini de kendi çizmiş. Tek başına kaldığı koğuşta, plastik sandalyedeki Enis Berberoğlu’nu... Gazetedeki odasına koyduğu beyaz tahtada, bize zulüm niyetine çizdiği “Fıskiyeli Medya Teorileri” belli ki işe yaramış. Çizim yeteneği bayağı ilerlemiş.
Kitabı bir gecede yarıladım. Memlekete adalet gelip de o çıktığında imzalatacağız artık. Ama kurşun kalemle değil, cezaevinde sadece kantine sipariş vermek için kullandığı, kağıdın üzerinde yağ gibi akan o tükenmez kalemiyle...