Politika

'Atatürk diktatörlük kurdu'

Ahmet Altan, Mustafa Kemal Atatürk'ün ve arkadaşlarının bir diktatörlük kurduğunu dile getirdi.

25 Kasım 2011 02:00

T24 - Ahmet Altan, Mustafa Kemal Atatürk'ün ve arkadaşlarının bir diktatörlük kurduğunu dile getirdi. Altan yazısında ''Halkın büyük bir çoğunluğunun desteğine sahip olmayan, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki birçok silah arkadaşının bile karşı çıktığı bu diktatörlüğü ayakta tutabilmek için çok ciddi baskı yöntemleri uygulamak zorundaydılar.'' dedi.

Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan'ın ''Tarih ve yalanlar'' başlığıyla yayımlanan (25.11 2011) yazısı şöyle:


Tarih ve yalanlar


Bana Türkiye’de en tehlikeli üç mesleğini say deseniz, ben size, “bomba imha uzmanlığı, madencilik ve tarihçilik” derim.

Diğer iki meslek yeryüzünün her yerinde tehlikelidir ama tarihçilik sadece bizim ülkede ya da bizimkine benzer ülkelerde tehlikeli bir meslek haline gelmiştir.

Tarihçilik neden tehlikelidir peki?

Çünkü tarihî gerçekleri söylediğinizde “Kemalizm” denen diktatörlük sistemini havaya uçurursunuz.

Kemalizm, üç büyük “sahte tehlike” üzerine bina edilmiştir.

İrtica, Kürtçülük ve komünizm.

Mustafa Kemal ve arkadaşları, bir “diktatörlük” kurdular.
 
Halkın büyük bir çoğunluğunun desteğine sahip olmayan, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki birçok silah arkadaşının bile karşı çıktığı bu diktatörlüğü ayakta tutabilmek için çok ciddi baskı yöntemleri uygulamak zorundaydılar.

“Kendimizi ve iktidarımızı korumak için baskı yapıyoruz” diyemedikleri için bu “baskıları” meşru gösterecek nedenler bulmaya mecburdular.

Hem o günkü ortamda yandaş edinebilmek, hem de bu diktatörlüğün sorgulamayan kulları olarak yetiştirilecek yeni kuşakları ikna edebilmek için “baskı nedenlerine” ihtiyaçları vardı.

İrtica konusunda, İttihatçıların da alabildiğine sömürdüğü hazır bir “neden” bulunuyordu ellerinde.

31 Mart ayaklanması.

Yandaşlarını, her an bir irtica ayaklanması olabileceğine ikna edebilmek için Kemalistler de 31 Mart ayaklanmasını kullandılar.

Bu “ayaklanma” çok büyük bir ayaklanma olarak gösterildi.

Gerçekleri bilmeyenler 31 Mart’ta “geniş halk yığınlarının ve ordunun irticacı kanadının” ayaklandığına inandırıldılar.

Bu, yalandı.

31 Mart’ta “kimin kışkırttığı” hâlâ bilinmeyen bir ayaklanma girişimi oldu gerçekten ama bu “büyük bir ayaklanma” değildi.

Sadece, “bu ayaklanmaya kaç asker katılmıştı” diye sormak bile size gerçeği gösterir.

Bu “korkunç ve büyük” ayaklanmaya yalnızca “bin beş yüz ile üç bin arasında” asker katılmıştı, başlarında bir komutanları bile yoktu, bir taktikleri, bir stratejileri bulunmuyordu, dağınıktılar, disiplinsizdiler...

Ve, onlar ayaklandığı sırada İstanbul’da koskoca Birinci Ordu bulunuyordu.

İttihatçılar, Birinci Ordu’nun harekete geçmesine izin vermediler.

Şehri, din adına ayaklandığı söylenen ve tüfeğini bir şişe içkiye satan “sarhoş bahriyelilere”, softa çavuşlara ve yağmacılara terk ettiler.

Sonra da Harekât Ordusu ile İstanbul’a gelip iki gün içinde “büyük ayaklanmayı” bastırdılar ve iktidara yerleştiler.

İttihatçılar bunun “muazzam” bir ayaklanma olduğunu söylediler, Kemalistler de aynı yalanı sürdürdüler.

Bugüne dek uzanan bir “irticacı ayaklanma” korkusu yarattılar.

İkinci yalan Kürtlerle ilgiliydi.

Kürtleri, “bu ülkenin efendileri Türk’tür, Türk olmayanların yapacağı tek iş hizmetçiliktir” zihniyetiyle ezdiler, Kürtlerin bir gün mutlaka “ayrılacaklarına” inandıkları için o bölgeye yatırım yapmadılar, Kürtleri kontrol altında tutabilmek için feodal yapıyı sonuna kadar desteklediler ve bütün hakları inkâr edilen Kürtlerin her ayaklanmasını “emperyalizmin” bir oyunu olarak gösterdiler.

Kürt ayaklanmalarını olduğundan daha büyük ayaklanmalar olarak yansıttılar ve bunu alabildiğine kullanarak ülkenin her yanındaki muhaliflerini susturdular, bir kısmını hapse atıp, bir kısmını idam ettiler.

Kürtlerin de bu ülkenin vatandaşları olduğunu, Türkler kadar bu ülkede hakları bulunduğunu asla söylemediler, ayaklanmaların bu haksızlıktan kaynaklandığının konuşulmasını yasakladılar.

Ve, son otuz yılda da yaptıkları gibi kendi baskılarını sürdürebilmek, “vesayet rejimlerini” yaşatabilmek için “Kürt tehlikesini” öne sürdüler, Kürt meselesinin gerçeğinin anlatılmasına izin vermediler.

Üçüncü sahte tehlike komünizmdi.

Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nden hem parasal, hem askerî destek aldı, buraya Sovyet generalleri geldi, savaş bittikten sonra Sovyetler’den uzaklaştı.

Bir avuç komünisti yakalayıp hapse attı.

Arkasından gelenler, Atatürk’ün imzasını taklit ederek “komünizm her görüldüğü yerde ezilmelidir” türünden sahte belgeler üretip, bu “atasözünü” ülkenin her yanına astılar.

Ülkede “çok büyük” komünist bir hareket varmış gibi bir görüntü yaydılar. 

Bu gerçekleri benden çok daha iyi ve çok daha derinlemesine bilen tarihçiler bunları anlatsalardı, Kemalist diktatörlüğün üzerine kurulduğu “sahte” kolonlar çökerdi, onun için önce tarihçileri susturup, yalan bir tarih yazdırdılar.

Bu yüzden tarihle ilgili gerçeklerin ortaya çıkması bu ülke için çok önemlidir.


Ortaya çıkan her gerçek, bizi biraz daha özgürlüğe, eşitliğe ve demokrasiye taşır.