Yaşam

'Askerlik gibi olan Kuran kursundan eve çıktığımızda oruç tutmama, kız arkadaşlar ve bira alışkanlığı başladı...'

Fatma Barbarosoğlu'nun 'Sitemkar Erkekler' yazı dizisinden...

28 Ağustos 2015 16:29

Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarasoğluİsmail Kılıçarslan'ın ortaya attığı “Neşeli dindar kızlar” ifadesine atıfta bulunarak, başlattığı muhafazakâr gençlerin neler yaşadıklarına dair başlattığı yazı dizinin bugünkü bölümünde "Sitemkar erkekler"den gelen bir mektubu paylaştı. Hukuk fakültesinde araştırma görevlisi olan erkek, gönderdiği mektupta, "Askerlik gibi olan Kuran kursundan eve çıktığımızda oruç tutmama, kız arkadaşlar ve bira alışkanlığı başladı..." diyor.

Barbarosoğlu'nun Yeni Şafak'ta "Sitemkar Erkekler/ 'Bilinçli ve şuurlu mümin eksikliği' (2)" başlığıyla yayımlanan (28 Ağustos 2015) yazısı şöyle:

 Gençlerin evlenme sıkıntılarını paylaşmaya devam ediyoruz.

Mektubumuz bir hayli uzun. Dolayısıyla mektubu takdim etmeden hemen dikkatinize sunmak zorundayım. Anne babaların özellikle bir kaç defa okumasını, kendi aralarında analiz etmesini tavsiye ediyorum. Buyurun:
“Merhabalar Fatma Hanım,

1990 yılında orta halli bir ailenin ilk çocuğu olarak Ankara'da dünyaya geldim. Ankara Üni. Hukuk Fak. mezunuyum. Babam memur, annem ev hanımı. Anaokulunu ABD'de okudum. İlkokul birinci sınıfı atladım.
16 yaşında Ankara Hukuk'un kapısından girip eğitime başladım. Okul bitince avukatlık stajımı başlattım ancak mukadderat 4 ay sonra babamım beni ileride profesör olarak görmek istemesi ve Cenab-ı Hakk'ın da bu yolda bir anda önümü açması ile akademik kariyerim başladı.
Eğitim ve yabancı dilimi geliştirmem için Alman hükümetinin bursuyla yurtdışında bir yıla yakın kaldım. Döndüm ve iş icabı İstanbul'a yerleştim.

Geçmişten bu güne doğru kendimi anlatmalıyım…
Babam beni çocukluğumdan beri hiç boş bırakmadı. Hafta içi top oynamak ve bilgisayar oynamak yasak. Hafta sonu da sınırlı olarak izin vardı. Hafızam fena değildi. 2 yaşında kısa sureler ve müezzinlik eğitimi, 5 yaşında Türkçe ve İngilizce okuma yazma, ileri seviye matematik eğitimi.

İlkokul sonuna kadar hep sınıf birincisiydim. Ortaokul yıllarında ergenliğin de etkisiyle notlarım çenemle doğru orantılı olarak biraz düşmüş sınıfın vasat ve vasat altı grubuna demir atmıştım. Bu da başarı delisi olan babamla özellikle veli toplantıları sonrası çok sıkıntılı süreçleri yaşamama vesile olmuştu.

Bu böyle gitmezdi. Evden uzaklaşmanın yollarını aramaya başladım. Daha 13 yaşındaydım ama evde hep huzursuzdum. Dahası okuldaki notlarımın düşmesi annemle babamın arasını açıyordu. Babam hep başarılı kısımlarımı üstleniyor başarısızlıklardan annemi sorumlu tutuyordu.. Sonuç olarak ben halk arasında … olarak bilinen … Efendi'nin Kur'an kurslarına yerleştim. Zaten ailem de bu gruba mensuptu böylece ailem sevindi ben de evden uzaklaşma imkanı buldum.

Kurs ortamı askerlik gibiydi. Sabah namazından bir buçuk saat önce kalkıyorduk. Temizlik, gece nöbet gibi görevlerimiz vardı. Yurdun her türlü işi talebeler tarafından görülüyordu. Günlük bir buçuk saat de dini ders vardı. Hem maddi hem manevi iki yönlü olarak yetişme imkanı ailemin bu durumu kabullenmesini sağlıyordu. Kur'an tecvidli olarak muazzam biçimde öğretiliyor, ezberler ve ilmihal dersi de takriben bir iki sene içerisinde başarıyla geçilirse Arapça eğitimine geçilerek medrese usulu ile ilmi sarf ve ilmi nahiv öğretiliyordu. Emsile, Bina, Maksut, Avamil, İzhar, Kafiye, Ömer Nesefi gibi kitaplar okuduklarımızdan bazıları. Ancak son kertede işin iç yüzü hiç iç açıcı değildi. Her ne kadar tasavvuf nedir, nefsin mertebeleri nedir, nefsi emmareden nasıl kurtulunur, ruh nasıl kemale erer gibi mevzular dillere pelesenk olsa da, bireyler bazında özellikle önemli bir sorun ortaya çıkıyordu: İlmiyle amel eden, dış dünyada duruşunu bozmayan bilinçli mümin yetiştirmek.

Yurtta herkes kontrol altında olduğundan dışarıda sürtmek gibi bir şansın olmuyor, en süfli talebe olarak tanımlayacağınız kişi ya sigara içen ya da bir kız arkadaşı olan kişidir(Kız arkadaşı dediğim durum günümüzle kıyaslanamaz bile).

2008 yılında babamın Viyana'ya tayini çıktı, ben de üniversite 3. sınıftaydım ve çeşitli bahanelerle yurtta kaldığım 2 arkadaşımla eve çıktım. Bende şuurlanmanın başladığı dönem tam olarak da bu zamana rastlar. Çünkü ev arkadaşlarım özgürlüğün dayanılmaz lezzetiyle, deyim yerindeyse sağa sola saldırmaya başladılar. İlk olarak Ramazan ayında çıktığımız evimizde ilk on günden sonra zor olduğu gerekçesiyle kimse oruç tutmamaya başladı. Ramazan sonrasında eve tanımadığım kızlar gelip gitmeye başladı. Diğer arkadaşım da okul arkadaşlarının etkisiyle bira alışkanlığı edinmişti ama benden çekindiğinden eve bira getirmeye cesaret edemiyordu. Ben bu durumları hayretler içerisinde izliyor ve uyaran ya da kontrol eden bir mekanizmanın olmadığı durumlarda mümin kimliği taşıyanların ne hallere düşebileceğini gördükçe kendi sonumdan korkuyordum. Beş vakit namaza başlamamın temelinde bu korku yatar aslında. Çünkü ben genel olarak fırlama birisiydim yurt hayatında. Sohbetlerden kaçar, sabah ve yatsı namazlarında yoklama alındığından sadece onlara iştirak eder, nasihat ve sözler babamın üstüme çok düşmesinden ötürü bende hep nefret ve sıkılganlık etkisi yapardı.

İlk senenin sonunda arkadaşlarla yolları ayırdık.
Kafamı kurcalayan soru şuydu: Bu kadar dini eğitim almış ve ailesi de yaşantı olarak bu çizgide olan kişiler çok alakasız bir hayatı vicdanları hiç sızlamadan nasıl yaşayabiliyorlardı?

Toplum baskısı olmadan mümin olma bilinci ve her ortamda irade sahibi olma şuuru dindar kesimin evlatlarına nasıl yerleştirilebilir?
Mezun olduğum yıl ailem Türkiye'ye dönmüş biz de o yıl, aradan geçen 8 senenin sonunda aynı çatı altına yerleşmiştik. Ancak işler daha da zorlaşmıştı. O yıl yine babamdan sürekli yağan direktifler, ve genel olarak benden kaynaklanan memnuniyetsizliği evin huzurunu yine kaçırmış, ayrılık benim için yine aranan ilaç olmuştu. Çok geçmeden şimdiki işime kabul alıp önce bir yıllığına Almanya'ya sonra da İstanbul'a yerleştim.

Şimdi çok şükür aramızdaki ilişki gayet güzel ve artık karşılıklı olarak dertleşebiliyoruz. Anne baba duası aldığınız zaman kesinlikle işiniz gücünüz rast gidiyor. Geriye dönüp baktığımda, evden ayrılıp kendi paramı kazandığım günden sonra babamın bana karşı duruşunun değiştiğini, tabiri caizse adam yerine koyduğunu söyleyebilirim. Ama gün geçtikçe anlıyorum babamın kıymetini, zorla öğrettiği dersleri, zorla okuttuğu Kimya-ı Saadet'leri, İhya-u Ulumi'd-din'leri, Mektubat'ları.
Buraya kadar eğitim başta olmak üzere genel bir hayat özeti çıkarmış oldum (Ayrıca yazımı yayınlamayacağınızı da garanti ettim sanırım, bayağı uzun olmuş çünkü).

Şimdi sıra evliliğe geldi. Ailem benim sosyal girişkenliğimden ötürü ailemle uyuşmayan bir kız arkadaş edineceğimden korkuyordu. Ama ben kız erkek ilişkilerinde prensip sahibi birisiydim. Niyetim ciddi olmadığı sürece bir hanımefendiye gereğinden fazla ilgi göstermem, yanlış anlamalara ya da acabalara yer verecek hareketlerde bulunmamaya çalışırdım. Öyle bir durum oluşursa bile bir yolunu bulur ilk fırsatta yolu engelleyecek bir cümle ile işleri düzene koyardım. Çaktırmadan el tutmalar, günaydın iyi akşamlar gibi selamlaşma kisvesi altında öpmeler, karşımıza çıkan her fırsatta kızlara inceden yazmalar bana ters geliyordu.
Niyetimizi hep hayır tutup, akıbetimizin hayır olmasını temenni ettik. Elbet insanoğlu beşerdir şaşardır. Günahkar olmadığını iddia etmek İslam ahlakının temel felsefesine ters düşer. Ancak evlenme ve eş seçme sürecinin çok sancılı olduğu da muhakkak.
S.E.C./Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi.

Not: Mektubun 2. bölümü Pazartesi devam edecek…