Spor

Arda Turan: Kılıçdaroğlu başbakan olursa Erdoğan'a gösterdiğim saygıyı ona da gösteririm, kimseye biat etmem

"Ekşi Sözlük'te bana inanılmaz geçiriyorlar. Bazıları mantıklı"

21 Şubat 2016 10:34

Barcelona'lı futbolcu Arda Turan, kendisine yönelik eleştirilere yanıt vererek, "Herkese eşit mesafede duruyorum. Eğer bir gün Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkenin başbakanı olur ve soyunma odasına gelirse, Erdoğan’a gösterdiğim saygıyı ona da gösteririm. Benim için herkes aynı. Ben hayatta kimseye biat etmedim" diye konuştu.

Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Arda Turan, Ekşi Sözlük'te kendisine yönelik yapılan “Devlet büyüklerine minnetlerini, şükranlarını her ortamda sunan ama mafya babalarına selam gönderen, kupa hediye eden bir adam” yorumuyla ilgili olarak, "Mafya babası dedikleri Mehmet Ağar mı? Ne ayıp! Mehmet Ağar, benim için ülkesine hizmet etmiş eski bir bakan. Sevdiğim bir büyüğüm. Saygıda kusur etmem. Hiçbir büyüğüme etmem" dedi.

Ayşe Arman'ın Arda Turan'la yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:

Nasıl oluyor da, kafayı yemiyorsun?

- Ben tevekküle inanan bir insanım. İnançlarım gereği, her şeyin Allah’tan geldiğine inanıyorum. Bu duygu da beni kafayı yemekten koruyor. Bir de gerçekçiyim. Evet, futbolda gelebileceğim en üst noktaya geldim. Ama bir gün bu rüya bitecek. Buna hazırlıklıyım. Şu anda futbolculuğumda elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Üzerinde Arda formasıyla top oynayan bir küçüğü görmenin verdiği manevi tatmin, anlatılır gibi değil. Doğru bir rol model olmak istiyorum.

Ne güzel, ne olgun laflar bunlar! Oysa biz kafayı yiyoruz... Senin kazandığın parayla, attığın, atamadığın gollerle, gittiğin partilerle, gezdiğin kızlarla, like’ların, mike’larınla... Bunlar bize dert oluyor. Sen nasıl bu kadar cool kalıyorsun! 

- E çünkü başka türlü davranırsam annem kızar! Evet benim attığım her adım haber oluyor. Ama Barcelona’nın herhangi bir oyuncusu da haber olur. Ben içimden nasıl geliyorsa öyle yaşıyorum. Kendimden başka bir adam olursam, kendimi kasarsam, ben, ben olamam. Kasmıyorum...

 

Kibirli davranırsan annen ayar çeker, öyle mi? 

- Kızar diyelim. Aileme saygım büyük, onları utandıracak bir şey yapmam.

Ulaştığın bu konum seni ne kadar zorluyor?

 - Kendime ait zamanım neredeyse hiç yok. Eve gelince küt diye devriliyorum. Sponsorlar, röportajlar, fotoğraf çekimleri, yardım kuruluşlarıyla ilgili bir şeyler, hep bir aktivite. Futbol oynamak neredeyse işimin en kolay yanı. Senede 60 maç oynuyoruz. Antrenmanlar, seyahatler, sürekli yollardayım...

Olduğun yeri muhafaza etmenin sırrı ne?

- Galiba ‘farkındalık’. Sana yardım edecek kimse yok aslında, bir tek sen varsın. Konsantrasyonun hep yüksek olmalı. Dış etkenlere karşı kendini kapamalısın. Polemikleri, yazılanları ciddiye almamalısın. Benim düşünmem gereken annem, babam ve sevdiklerim, o kadar. Gerisi sağlığımı korumak, işime odaklanmak ve sahaya çıkıp elimden gelenin en iyisini yapmak.

Peki bu, nasıl bir stres, nasıl bir baskı? Ne kadar büyük yani?

-Valla benim açımdan kalması en zor yer Atletico Madrid’di. Bugün daha az baskı var. Yarın öbür gün Barcelona’dan ayrılsam, kariyerimi en üst seviyede bırakmış olacağım. Başardım yani. Artık kimseye bir şey ispatlamak zorunda değilim.

Yaşadığın hayatı ve stresi başkaları kaldırabilir mi?

- Elbette! Ben nasıl yaptıysam, başka gençler de yapabilir. Ay’dan gelmedim! Türk insanı bu yetenekte ama doğru yönlendirmek gerekiyor. Mesela Galatasaray’da oynarken bana yapmadıklarını bırakmadılar. İzin günümde istediğim yerde, istediğim kişiyle gezemeyecek miyim? Türkiye’de böyle saçma kısıtlamalar var. 21 yaşında bazı fikirlerini söylediğinde, “Çok konuşuyor! Her şeyi biliyor! Ukala!” oluyor. Başarmanı istemiyor, saygı duymuyorlar. Avrupa’da doğru bir şey söylüyorsan, insanlar sana saygı duyuyor.

Öyle bir anlattın ki, sanki senin hiç hatan yoktu...

- Olmaz mı? 18 yaşında cebinde 500 bin doları olan, evini, Porsche’sini almış, bir anda şöhretin tepesine çıkmış bir çocuktan ne bekleyebilirsiniz? Tabii ki hata yapacak. Ben de yaptım. Ama kötü niyetli değildim. Heyecanlıydım, çömezdim ve sonradan görmeydim. E bunlar da normal.

Sonradan görme olduğunu çok az insan itiraf edebilir...

- Bizde yalan yok!

Bugün geldiğin noktada en çok kime teşekkür ediyorsun? 

- En çok Allah’a, anneme-babama ve bana destek olan hocalarıma, arkadaşlarıma. Ben çok arkadaşı olan bir adamım. Onların varlığı bana hep güç verdi, diri ve canlı tuttu. Her zaman evimde beş-altı çocukluk arkadaşım olur.

Hâlâ mı?

- Tabii tabii, Bayrampaşa’dan arkadaşlarım, Yeşilköy’den ve Galatasaray altyapısından arkadaşlarım. Dostluklarım bin yıl sürer. Vefa önemlidir bizde.

Herkes senin için, “Müthiş bir futbol zekâsı var!” diyor... 

- Onu bilmem, bildiğim şu: Kuvvetli yanlarımı da, eksik yanlarımı da görebiliyorum.

Bunu nasıl öğrendin?

- İzleyerek. ‘Görsel antrenman’ yaparım. Futbolcuların çoğu çok fazla maç izlemez. Ben izlerim. Mesela, 30 metreden kaleye şut atmam. Çünkü iyi şut atamadığımı biliyorum. Hiçbir zaman rakibin sağından atıp, solundan geçmeye çalışmam. Çünkü süratime o kadar güvenmiyorum. Hep topu kaybetmemek üzere kısa çalımlar ve paslar atarım.

Kendini keşfetmende birileri sana yardımcı oldu mu?

-Çok kişi oldu. Fatih Terim’in bir cümlesi hiç aklımdan gitmez mesela. Taktiksel açıdan kenarda oynuyordum. “Kenarda oynarsan, sadece bir mevkiinin özel oyuncusu olarak kalırsın. Ama içeriye girersen, oyununu çeşitlendirir, dünya starı bile olursun!” demişti. 

 

Futbolcunun yaptığı işe bak!

 

Kısa pantolonlu bir çocukken de, “Ben dünya starı olacağım” diyor muydun?

- Büyük işler başarabileceğime inanıyordum. Genç Milli’de biz, 16 yaş grubunda, 40 maç yenilmeyen, 87 doğumlu bir gruptuk. Rakiplerimiz şu an dünya starı olan futbolcular. Biz onları 16 yaşındayken yeniyorsak, 21 yaşında niye yenemeyelim? 23 yaşında niye onlarla aynı seviyede olamayalım? Olabilirdik. Ama işte o çocukların bir kısmı kaybolup gitti. Ben hep şunu iddia ettim: Türkiye’deki sistem sıkıntılı. Genç futbolcularda da sorun var ama ille de ‘suçlu’ aranacaksa, hocalar ve sistem suçlu.

Sence neden kaybolup gitti o çocuklar?

- Çünkü bu ülkenin futbola, futbolcuya bakışında sıkıntı var. ‘Topçu’ olarak değerlendiriliyorlar. Küçümseniyorlar. Tamam bindikleri arabalar, giydikleri kıyafetler, bir sindirememişlik oluyor. Birdenbire paraya, üne kavuşunca hazmedemiyorlar. Ben de benzer şeyler yaşadım. Yine de bu gençlere anlayışlı davranmalı, saygı göstermeli. İspanya’da halk kahramanı gibi algılanıyorlar.

E sen de kendi ülkende öyle değerlendiriliyorsun...

- İyi de, ben kapağı yurtdışına atıp başarılara imza attıktan sonra halk kahramanı ilan edildim! Galatasaray’dayken haylaz, yaramaz çocuktum... Biz futbolculara, “Ya işte kıyafeti şöyle!” diyoruz. Sana ne kıyafetinden! Sen yaptığı işe baksana! Bu çocuk kim bilir nereden gelmiş? Eleştirmeyi, yargılamayı keseceksin. Ona zaman vereceksin. Bir de bazı şeyleri öğreteceksin. Altyapılara, genç milli takımlara İngilizce eğitimi şart mesela. Psikolojik eğitim şart. Davranış bilgisi eğitimi şart. Profesyonel anlamda bir yere geldiği zaman, nasıl konuşacak, nasıl giyinecek, nasıl davranacak?

Bunları nasıl öğrendin?

- Kafamı gözümü yararak! Bakarak, görerek. Bazı komplekslerini de yenmeli insan. Bu dünyada en iyi giyinen futbolcu kim mesela? David Beckham mı? Nasıl giyiniyor, n’apıyor, hangi saati takıyor, açıp bakarım abi! Evet aynı giyinemem belki, fiziksel farklılıklarım da var ama ona yakın giyinirim. Taklit etme ama örnek al! Bunda çekinecek bir şey yok. 

 

'Haddimi bilerek buralara geldim'

 

Sanatçılıkta bile torpil olabilir ama futbolculukta olmaz. Her şeyi yeteneğe bağlamak da doğru değil. Çalışacaksın. Sürekli kendimi çalışıyorum ben. Haddimi bilerek buralara geldim. 

 

'Türkiye’de köşe yazarları bilmedikleri konuda sekiz yazı yazıyorlar'

 

Peşinde sürekli paparazzilerin dolaşması seni rahatsız ediyor mu?


- Etmiyor. Ama olanı yazsınlar. Cuma yemekteysem, pazar maç varsa, “Cumartesi gecesi dışarıdaydı!” demesinler. Enerji içeceği içiyorsam, “Votka enerji içeceği içiyordu” yazmasınlar!

Burada böyle şeyler olmuyor mu?


- Hayır! Burada Messi’yi bile kimse çekmez. Madrid’de Ronaldo’yu Irina’yla çekmiyorlardı, düşün. Türkiye’de delirdiğim başka şey de, köşe yazarlarının hâkim olmadıkları konular hakkında yorum yapıp, yazı yazmaları, bilmedikleri şey hakkında sekiz tane yazı yazıyorlar.


O zaman bir futbolcu için Türkiye’den gitmek rahatlatıcı bir şey...


- Yüzde yüz kendini geliştiriyorsun. 22-23 yaşında genç bir adam, yurtdışına gidince hayatıyla ilgili risk alıyor. Ki ben, Galatasaray’da ne olursa olsun, konuştuğumuz bütün olumsuzluklara rağmen prens gibiydim. Ama hayallerim büyüktü, “Bir gün Barcelona’da oynar mıyım? Yapabilir miyim?” O yüzden gittim. Şimdi dönüp bakıyorum da iyi ki hayallerimin peşinden gitmişim.

 

 

Futbolu bırakınca federasyon başkanı olabilirim

 

“Futbolu bırakacağım” dediğin bir yaş var mı?

- Hayalim üst seviyedeyken bırakmak. Fiziken tam düşmeden. O da 35’ler filan.

Ondan sonrası peki? 

- Zaman gösterecek. Belki federasyon başkanlığı, belki kulüp başkanlığı, belki de Galatasaray’a sportif direktörlük. Zamanı gelince bakacağız.

Türkiye’ye dönmek istiyorsun yani...

- Elbette! Bu birikimle mutlaka ülkeme dönmem gerekiyor. Türk futbol tarihinin özel oyuncularından biri olarak algılanıyorsam, o zaman bu işin yöneticilik kısmında da genç oyuncuların yetişmesi için uğraşmalıyım diye düşünüyorum.

Peki aile kurmak...

- Çok istiyorum. Ama hayatta hiçbir şeyle ilgili bir paniğim olmadı. Hayırlısı...

 

Senin durumundayken, kadınlar Arda Turan’a mı geliyor, sana mı?

- Şu anda bir kız arkadaşım olduğu için ona saygımdan dolayı sadece onun için konuşabilirim. Kız arkadaşım Aslı, benimle, ben olduğum için birlikte. Beni sevdiğine inanıyorum.

 

'Isınırken Kur’an dinliyorum'

 

Sahaya çıkarken ritüellerin var mı?


- Isınmam 18 dakika sürüyor. Kalça ve bel hareketleri yapıyorum. O esnada Kur’an dinliyorum. İyi geliyor.


Dinle ilişkin ne zaman başladı?


- Küçüklüğümde. Dedemle alakalı. Kendi içimde yaşarım. Benim Umre’ye gittiğimi de kimse bilmez. İki-üç sene önce...

 

Ekşi Sözlük’e baktım, 900 küsur sayfa yazılmış hakkında...

- Orada bana inanılmaz geçiriyorlar. Bazısı mantıklı. Ama içinde zekâ olmayan eleştiriler de var...


Senin için, “Allah, kitap, din, kandil gibi kelimeleri dilinden düşürmeyen, ancak âlemlere akmayı çok seven bir arkadaş” diyorlar, kızıyor musun?

- Hiç kızmıyorum...


“İkisi de benim” mi diyorsun?

- Bizim kitabımızda, hepimizin hesabı Allah’la. Kalplerdekini en iyi Allah bilir. Hiçbir kul, hiçbir kulu yargılayamaz. Ne ben seni yargılayabilirim ne sen beni. Ama İslam dini yanlış anlatıldığı için bizler pek çok sıkıntı yaşıyoruz. Benim evime, beş vakit namaz kılan da geliyor, ateist olan da, sabah-akşam şarap içen de... Hepimiz aynı sofrada buluşuyoruz, hepsinin de başımın üzerinde yeri var. İbadetimi de, sevaplarımı da, günahlarımı da kimse bilemez. Güzel bir söz var: “Günahından haberiniz olabilir ama tövbesinden var mı?” Kısacası hakkımda bu şekilde atıp tutanlara kızmıyorum, onlar için üzülüyorum.


“Devlet büyüklerine minnetlerini, şükranlarını her ortamda sunan ama mafya babalarına selam gönderen, kupa hediye eden bir adam” diyorlar senin için...

- Mafya babası dedikleri Mehmet Ağar mı? Ne ayıp! Mehmet Ağar, benim için ülkesine hizmet etmiş eski bir bakan. Sevdiğim bir büyüğüm. Saygıda kusur etmem. Hiçbir büyüğüme etmem. Bu arada, ben sporcuyum. Herkese eşit mesafede duruyorum. Eğer bir gün Kemal Kılıçdaroğlu, bu ülkenin başbakanı olur ve soyunma odasına gelirse, Erdoğan’a gösterdiğim saygıyı ona da gösteririm. Benim için herkes aynı. Ben hayatta kimseye biat etmedim.

Hürriyet'te yayımlanan söyleşinin tamamını okumak için tıklayın

 

 

İlgili Haberler