29 Kasım 2023 14:38
“Göçmen mahallelerde yaşam: Türkiye’de 2010 sonrası göçler ve göçmenlerin toplumsal katılımı” araştırmasının sonuçları paylaşıldı. Çalışma, yaşanan tüm hak kaybı ve olumsuzluklara rağmen göçmen ve mültecilerin önemli bir kısmının 4 ila 8 yıldır Türkiye’de bulunarak burada kalıcılaştığını ve Türkiye’de kalmak konusunda bir istekleri olduğunu ortaya koydu. Öte yandan aynı mahallelerde yaşayan göçmen ve mültecilerle Türk vatandaşları özellikle ekonomik koşullar ve sosyoekonomik durum konusunda birbirine yakın memnuniyet oranlarına sahip. Türkiye’nin en yoğun göçmen ve mülteci nüfusuna sahip 39 mahallesinde yapılan araştırmaya göre; göçmenlerle yerlilerin sosyal etkileşimi çok az.
Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği Proje Koordinatörü Cem Bico ile araştırma ekibini oluşturan Prof. Dr. Deniz Yükseker, Prof. Dr. Hatice Kurtuluş, Prof. Dr. Uğur Tekin ve Dr. Esra Kaya Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında açıklanan sonuçlara göre; “tüm olumsuzluklara rağmen mülteci ve göçmenler, Türkiye toplumunun bir parçası haline geldi”.
Araştırma sonuçlarına göre; göçmen ve mülteciler istihdama yoğun olarak katılıyor ancak kayıt dışılık ve güvencesiz çalışma en büyük sorunlardan bir tanesi. Sadece yasal olarak ikamet statüsü olan göçmen ve mülteciler eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor. Ayrıca ayrımcılık toplumsal katılımı olumsuz yönde etkiliyor. En çarpıcı sonuçlardan biri ise aynı mahallelerde yaşayan Suriyeli ya da diğer göçmen ve mültecilerle Türk vatandaşları benzer sorunları yaşıyor. Hatta gelir ve eğitim durumları daha iyi olmasına rağmen Türk vatandaşları, beklentilerinin daha yüksek olmasının da etkisiyle hayatlarından daha az memnun olduklarını belirttiler.
Türkiye’de bu kapsamdaki ilk örnek olma özelliği taşıyan araştırma, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği desteğiyle Prof. Dr. Deniz Yükseker, Prof. Dr. Hatice Kurtuluş, Prof. Dr. Uğur Tekin ve Dr. Esra Kaya Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. 2010 yılı sonrasında Türkiye’ye gelen Suriyeli ve diğer mülteci/göçmenler odağında gerçekleştirilen araştırmaya, toplumsal katılım, hem göçmen ve mültecileri hem de ev sahibi toplumu kapsadığı için Türk vatandaşları da dahil edildi.
Çalışma kapsamında Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı 16 il ve Van’da, 18-49 yaş arasında kadın ve erkek Tükiyeli, Suriyeli ve diğer göçmen gruplarından toplam 3 bin 877 haneden birer kişiyle görüşmeler gerçekleştirildi. Bu iller arasında yer alan 5 ilde ise (İzmir, Gaziantep, Konya, Mardin ve İstanbul) sivil toplum kuruluşlarının çalışanları, yerel yöneticiler, muhtarlar, sağlık çalışanları, öğretmenler, sendikalar ve işveren temsilcileri gibi yetkililerle mülakatlar yapıldı. Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği Proje Koordinatörü Cem Bico, sayısal verileri de üretmesi bakımından bu çalışmanın diğerlerinden ayrıldığını ifade etti.
Araştırmada toplamda 17 ildeki 39 mahalleden, sosyoekonomik durumları birbiriyle yakın bin 933 Türk vatandaşı, bin 427 Suriyeli ve 506 diğer göçmenlerden oluşan grupla görüşmeler yapılmasına rağmen hanehalkına ilişkin bilgiler de toplanabildiği için yaklaşık 12 bin kişilik bir göçmen, mülteci ve yerli grubunun toplumsal katılımına ilişkin veriler elde edilebilmiş oldu.
Basın toplantısında çalışma ekibi adına bulguları paylaşan Prof. Dr. Yükseker, Türkiye, dünyada en çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapmasına rağmen göçmenlerin toplumsal katılımlarına dair nicel yani sayısal verinin sağlıklı bir şekilde elde edilemediğini vurguladı. Göçmenlerin ve mültecilerin sosyoekonomik durumuyla ilgili verilerin yetersiz olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yükseker, 85 milyon civarındaki Türkiye nüfusunun tahminen yüzde 6,5-7’sini göçmen ve mültecilerin oluşturduğunu; bu verilerin de Türkiye’nin bir göç ülkesi olduğunu gösterdiğini vurguladı.
Çalışmaya katılanlar göçmen ve mülteciler arasında 4-8 yıldır Türkiye’de olan Suriyeli mültecilerin oranı yüzde 71,6; diğer göçmenlerin oranı ise yüzde 54. Araştırma sonuçlarını paylaşan Prof. Dr. Yükseker’in yorumuna göre; bu oran göçmen ve mültecilerin Türkiye’de kalış süresinin uzadığını, uzamakta olduğunu gösteriyor. Göçmen ve mültecilerin Türkiye’deki varlığı kalıcılaşıyor.
Çalışmanın temel bulgusu, tüm olumsuzluklara rağmen göçmen ve mültecilerin Türkiye toplumunun bir parçası haline geldikleri olarak açıklandı. Ancak tablo toz pembe değil. Kayıt dışı ve kötü koşullarda çalışmaktan, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden yararlanamama, ayrımcılık ve sosyal izolasyona kadar çok sayıda bulgu; Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 6,5-7’sini oluşturan göçmen ve mültecinin toplumsal katılımına ilişkin ipuçları veriyor.
Ancak bir diğer önemli bulgu ise çalışmaya dahil edilen Türk vatandaşı nüfusun, yaşadıkları mahallelerde benzer sorunlara sahip olması. Hatta çalışmada başvurulan Türk vatandaşı katılımcıların yüzde 58,6’sı ekonomik durumlarından memnun değilken bu oran Suriyeliler arasında yüzde 35,1.
Çalışmanın nicel araştırması kapsamında “Türkiye’de yaşamaktan ne kadar memnunsunuz?” Sorusunun yöneltildiği Türk vatandaşı katılımcılarım yüzde 35,7’si “memnun değilim” cevabını verdi. Suriyelilerde bu oran yüzde 14,2; diğer göçmenlerde ise yüzde 18,8.
Ancak araştırmacılar, bu konudaki saha çalışmalarının Suriyelilerin ev sahibi ülke hakkında olumlu konuşma yönünde bir eğilimi konusunda hatırlatma yaparak bu verileri aktardı.
Çalışmanın bir diğer çarpıcı verisi ise “Memnun değilim” yanıtını veren katılımcılar arasında en büyük grubu 18-24 yaş arasındaki Türk vatandaşı katılımcılar oluşturuyor. Araştırma, Türk vatandaşı gençlerin yüzde 48,8’inin Türkiye’de yaşamaktan memnun olmadığını ortaya koydu. Diğer yandan genç mülteci ve göçmenlerin Türkiye’de yaşamaktan memnun oldukları sonucuna ulaşıldı.
Ankete katılan toplam 3 bin 866 kişinin en son mezun olduğu okulun sorgulandığı soruda aynı mahallede yaşayan göçmen nüfusla yerli nüfus arasında önemli farklılıklar tespit edildi. Suriyeli mültecilerin yüzde 38,5’i ilkokul ve yüzde 30,7’si ortaokul mezunu olarak ölçüldü. Toplamda Suriyeli katılımcıların yüzde 75,3’ü liseye gitmedi. Bu oranı Türk vatandaşlarında yüzde 36, diğer göçmenlerde yüzde 75,5 olarak ölçüldü.
Suriyeli katılımcıların yüzde 8’i, Türk vatandaşı katılımcıların yüzde 25,8’i, diğer göçmenlerin ise yüzde 5’i üniversite mezunu olarak ölçüldü.
Araştırmaya göre göçmen ve mülteci çocukların eğitime devam etme oranı daha yüksek. Ancak bu oran üniversitede düşüyor. Prof. Dr. Yükseker, bu farkın Suriyeli hanehalkı sayısının daha büyük olmasından kaynaklandığını vurguladı. Araştırma sonucuna göre Suriyeli aileler için 0-18 yaş aralığındaki hanehalkı üye sayısı oranı daha yüksek.
Prof. Dr. Yükseker, çalışmaya katılan göçmen ve mültecilerin okula devam etme oranının tüm göçmen ve mültecileri temsil etmediğini vurguladı. 2022 MEB verilerine göre 0-17 yaş arasındaki Suriyeli çocukların üçte birinin okula kayıtlı olmadığını vurgulayan Yükseker, bunun toplumsal ve yapısal bazı nedenleri olduğunu anlattı. Savaştan kaçarken küçük olan çocukların o süreçte eğitimden koptuklarını, Türkiye’ye gelen mülteci çocukların okullara katılımının ancak 2016 yılında gerçekleştirilebilmiş olduğunu vurgulayan Yükseker; bu yıllar içinde okuldan uzaklaşmış çocukların okullara geri dönmediğini, dönseler de başarılı olamadıklarını söyledi.
Öte yandan ekonomik koşullar nedeniyle erkek çocukların çalışmak için; kız çocuklarının ise ergenlik sonrası çocuk yaşta evlendirme gibi nedenlerle okuldan uzaklaştıklarını vurguladı.
Bu tablonun COVID-19 pandemisiyle birlikte derinleştiğini aktaran Yükseker, Türkiye’nin eğitim sisteminden kaynaklanan sorunların da engelleyici bir etki yarattığını aktardı. Buna göre göçmen ve mültecilerin eğitimde desteklenmesine ilişkin bir program olmasına rağmen bu grubun Türkçe öğrenmesiyle ilgili destek yetersiz. Derslik sayıları az, sınıflar kalabalık; bu nedenle öğretmenlerin öğrencilerine ayırdığı vakitte ciddi bir düşüş yaşanıyor.
Öte yandan eğitim hakkının yalnızca yasal ikamet statüsü bulunan göçmen ve mülteciler için var olduğunu hatıratan Prof. Dr. Yükseker, düzensiz göçmen çocukların eğitim hakkından yararlanamadığını aktardı. Bununla birlikte Türkiye’de geçici koruma kayıtlarının yapıldığı illerde yaşamını sürdürmeyen mülteci ve göçmenlerin çocuklarının da okullaşmasının resmi olarak mümkün olmadığını hatırlattı.
Prof. Dr. Yükseker, ayrımcılık ve akran zorbalığının göçmen ve mülteci çocukların hem okullaşmasında hem de okulda kalmasında önemli engeller olduğunu kaydetti.
Her üç grup içinde de düzenli veya düzensiz bir işte çalışan katılımcıların oranı yüksek. Araştırmaya katılan Türk vatandaşlarının yüzde 63,9’u, Suriyeli göçmenlerin yüzde 58’i, diğer göçmenlerin ise yüzde 68’i çalışıyor. Hane gelirlerinde en önemli kalem ücret.
Sosyal yardım aldığını söyleyen Suriyelilerin oranı ise yüzde 22,3. Prof. Dr. Yükseker, yaygın kanının Suriyeli mültecilerin devlet yardımlarıyla geçindiği olsa da gerçekte durumun böyle olmadığını; göçmen ve mültecilerin çok büyük bir kısmının hayatınlarını aldığı ücretlerle sürdürdükleri sonucuna ulaştıklarını aktardı.
Çalışma oranının cinsiyete bağlı dağılımına bakıldığında Türk vatandaşı erkek katılımcıların yüzde 85’i, kadın katılımcıların yüzde 43,7’si çalışıyor. Suriyelilerde erkek katılımcıların yüzde 87,3’ü çalışırken, kadın katılımcıların sadece yüzde 16,7’si çalışıyor.
Araştırma, Suriyeli kadınların çalışma yaşamına katılımının düşük kalmasının, Suriyeli ailelerdeki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derin olması ve çocukların, yaşlıların ve engellilerin bakımının yerli nüfusun görece sahip olduğu sosyal destek mekanizmalarına göçmen kadınların sahip olmaması nedeniyle kadınların omuzlarına binmesinden kaynaklandığına işaret ediyor.
Göçmen ve mültecilerin beşte dördünden çoğu, Türk vatandaşlarının ise üçte biri aylık 6 bin TL altında hane gelirine sahip. Suriyeliler ve diğer göçmenlerin aylık hane gelirleri, 2022 yılındaki asgari ücret düzeyinde. (2022 yılının ilk yarısında asgari ücret 4 bin 200; ikinci yarısında ise 5 bin 500 TL idi.)
Suriyelilerin yüzde 44,1’inin ise aylık hane geliri 4 binin altında.
Çalışmaya katılan Türk vatandaşlarının ve göçmenlerin yaşadığı konutların mülkiyeti sorgulandığında yerliler içinde yaşadığı evin mülkiyetine sahip olanların oranı yüzde 51,1; kiracı olanların oranı ise yüzde 43,6.
Ev sahibi olan Suriyeli göçmenlerin oranı yüzde 0,8 (11 kişi), diğer göçmenler için ise yüzde 3 (15 kişi) olarak ölçüldü.
Türk vatandaşı katılımcılara oranla göçmen ve mülteci katılımcıları kiracılık oranları bir hayli yüksek. Bu oran, Suriyelilerde yüzde 97,5 iken diğer göçmenlerde ise yüzde 94,3.
Her üç grupta da katılımcıların yarısı Türkiye’de yaşamaya devam etmek istediklerini, diğer yarısı ise bundan ya emin olmadığını ya da bunu kesinlikle istemediğini söyledi.
Başka bir ülkede yaşamayı düşünebileceğini söyleyen Türk vatandaşlarının oranı yüzde 35,5; Suriyelilerin oranı yüzde 22,8 ve diğer göçmenlerin oranı yüzde 21,1 olarak ölçüldü. Yani Türkiye’de yaşamak istemeyen Türk vatandaşlarının oranı göçmen ve mültecilerin oranından fazla.
Gelecekte Türkiye’de yaşamak veya başka bir ülkeye göç etmek konusunda emin olmayanlar arasından en büyük grubu ise Suriyeliler oluşturuyor. Bunu yüzde 23,7 ile diğer göçmenler, yüzde 16,4 ile ise Türk vatandaşları takip ediyor.
Çalışmanın sonucuna göre; Suriyelilerin beşte biri Türkiye’de yaşarken haksızlığa uğradığını düşünüyor. Türk vatandaşlarının yüzde 12’si, diğer göçmenlerin yüzde 16,4’ü ise benzer bir algıya sahip.
Suriyeli mülteciler ve diğer göçmenler için haksızlığa uğrama nedenleri yabancılıkları, Türkçe’yi iyi bilmemeleri iken Türk vatandaşları arasında en çok öne çıkan nedenler din, etnik kimlik, siyasi ve dini görüş oldu.
Prof. Dr. Yükseker bu verilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından da toplumsal katılım konusunda sorunlar olduğunu vurguluyor.
Türk vatandaşları ile Suriyeliler ve diğer göçmenler arasında sosyal temas bir hayli az. Yerli, Suriyeli ve diğer göçmen katılımcıların kendileriyle aynı uyruktan olmayan komşuları ya da tanıdıklarının evine gitme veya onları ağırlama sıklıkları son derece düşük.
Kendi ülkedesinden olmayan komşularına ziyarete hiçbir zaman gitmeyenler en büyük grubu oluşturuyor. Çalışmaya katılan Türk vatandaşlarının oranı yüzde 67, Suriyelilerin oranı yüzde 37,6; diğer göçmenlerin ise yüzde 52,8’i komşularına ya da mahalledeki diğer insanların evine ziyarete gitmiyor.
Farklı türdeki sosyal etkinliklere katılım durumları sorgulandığında ise gerek yerli gerekse göçmen katılımcıların en çok katıldıkları etkinlikler arasında ibadet için gidilen ortak mekanlar ile park/bahçe/kahve gibi kamusal buluşma mekanları bulunuyor. Ancak bu mekanlar ve sosyal oramlarda, bir grubun katıldığı etkinliklerde diğer gruplardan katılımcıların oranının çok düşük olduğu ortaya çıktı.
© Tüm hakları saklıdır.