T24 - Sanatçı Sertab Erener, Piyano Virtiözü Fazıl Say'ın Facebook sayfasında "Arabesk yavşaklığı" tartışmasına katıldı. Erener'in arabesk müzik tarzı hakkıda düşüncelerinin sorulması üzerine, "Arabeski tanımlamak gerekirse daha kaderci, bütün sorunları dışarıda,
başkalarında arayan, kendi içine dönüp bakmayan... Kurban psikolojisi
yani. Hayatını, bütün yönetimin kendi elinde olduğu fikri ve felsefesi
üzerinden kurgulamış insanlardan biriyim ben. O yüzden aslında tam
tersiyim diyebilirim arabeskin" dedi.
Serteb Erener, Radikal gazetesinden Umut Eroğlu'nun sorularını yanıtladı. Eroğlu'nun "Artık popun dışında bir yerdeyim" başlığıyla yayımlanan (19 Temmuz 2010) yazısı şöyle:
Artık popun dışında bir yerdeyim
Sertab Erener, yeni albümü Rengârenk'te farklı türlerde iyi bir bütün oluşturmuş. Albümü hazırlarken 'pop müziğin ve pazarın kurallarına aldırmadığını anlatıyor ve 'Ben artık popun biraz daha dışında bir yerlerde durduğuma inanıyorum' diyor
Umut EROĞLU
Sertab tesirindeyiz bu yaz. Şarkılarını bilmiyor olsanız bile sokakta, kafede onun sesini duyuyorsunuz. Hemen herkes ağız birliği etmiş: “Yeni albümü güzel!”. Çıkış şarkısı ‘Koparılan Çiçekler’ dilinize dolanmak için bir uzanıverdi mi pop dinlemiyor olsanız bile kendinizi nakarat seyrinde bulabiliyorsunuz. Mustafa Ceceli, Soner Sarıkabadayı ve Sertab, kol kola şahlanmış Rengârenk’te. Güzelliğin özü, her parçanın ayrı telden çalması. Ceceli’nin yeni öğrendiğimiz hip hop merakı ‘Rengârenk’ şarkısında zirve yapmış, ‘İkimiz Bir Fidanın’ ise Fairuzvari rock altyapısıyla seslenmiş, ‘Bir Damla Gözlerimde’ klasik harmonilere bürünmüş... En ufak bir beğeniniz varsa Sertab’a, albümü dinleyin; yüzünüze renk gelsin.
Rengârenk, yeni tarzlar denediğiniz, zengin bir albüm. En ilgi çekici şarkılardan biri de ‘Ringa Ringa’ uyarlaması olan ‘Rengârenk’. Albüme neden bir cover parçanın ismini verdiniz?
Birbirinden doğan bir süreçti bu. Buna bir pop şarkı formu olur mu dedikten iki yıl sonra albümü yaparken o şarkının gündeme gelmesi... Aa güzel oluyomuş deyip söz için Nil’e gitmem, Nil’in ringa’dan ‘renga renga’ derken ‘rengârenk’i bulup onun üzerine bir öykü kurması... Hayat da zaten akar gider ya... Prodüktör gözüyle baktığımda albümün dediğin gibi çok renkli ve farklı tarzları bir araya getirdiğini gördüm. Sonra üstüne Rengârenk gibi bir şarkı, öyle bir isimle gelince dedim ki beni buraya götürüyor; adı Rengârenk bunun.
Şu sıralar müzik piyasamızda bir ‘arabeskle yüzleşme eğilimi’ görülüyor. Arabesk açılımı bile diyebiliriz. Siz de bu akıma ‘İkimiz Bir Fidanın’ şarkısıyla göz kırpıyorsunuz.
Denk gelmiş. Tamamen tesadüfi. “Şimdi böyle esiyor, böyle bir açılım var ben de mutlaka albüme böyle bir şey koyayım” fikri değil bu katiyen. Bazı anlarda ortak bilinç diye bir şey vardır ya... Çünkü kim ne çıkardı, hangi albüm geliyor haberlerini çok da takip eden birisi değilim.
Arabesk için nasıl hisleriniz var?
Genel arabesk ruhu sıfır, yerin altında, eksilerde dolaşan biriyim. Arabeski tanımlamak gerekirse daha kaderci, bütün sorunları dışarıda, başkalarında arayan, kendi içine dönüp bakmayan... Kurban psikolojisi yani. Hayatını, bütün yönetimin kendi elinde olduğu fikri ve felsefesi üzerinden kurgulamış insanlardan biriyim ben. O yüzden aslında tam tersiyim diyebilirim arabeskin.
Demir Demirkan’la uzun yıllardır birliktesiniz. Hep merak ederim, dengeli bir beraberlik yaşarken aşk şarkıları yazmak, örneğin ‘gözlerinde bir büyü, içim gitti adın neydi?’ gibi sözlere ilham bulmak nasıl oluyor?
Bu çok güzel bir soru... Bence iki yolu var bunun: Biri kafanda bir öykü yaratmak. İlla senin yaşaman gerekmiyor bunu. Ya da kendi yaşadıklarından, yeniden onları anımsatarak bir dünya kurup, hormonlarınla oynayıp, bir atmosfer yaratıp kendi içinde yapabilirsin. Bir kitap okursun, oradaki karakterler seni etkiler, ya da çok sevdiğin bir arkadaşının bir aşk öyküsünden, onun acısından esinlenerek yaşayabilirsin, empati geliştirebilirsin. Bir de çok canın yanar zaten ama canın yanarken yazamazsın ona mecalin yoktur. Sakinleşirsin sonra ve bunları bi yere dökmek istersin, o zaman da bir şarkı sözü olarak çıkar.
‘Bir Damla Gözlerimde’, Tuluğ Tırpan imzalı muhteşem bir klasik piyano solosuna sahip. Pop dinleyicisi daha karmaşık aranjmanları kabul eder hale mi geliyor?
Ben artık popun biraz daha dışında bir yerlerde durduğuma inanıyorum. O anlamda pazarın ya da popun kuralları içerisinde ne yapılır denilecek şeyleri pek fazla düşünmüyorum.
Painted On Water başarılı bir caz projesiydi, devamı gelecek mi?
İki yıldır maddi manevi oraya yatırım yapıyoruz, o bizim çocuğumuz gibi bir şey Demir’le. Dünyaya dönük, müzik endüstrisi çok üretken bir yerden çıkmadığımız için zorluklarını da yaşıyoruz. Haliyle kimse bilmiyor seni, ama mümkün olan en güzel bileşkeyi yaratıp bunda ısrar etmek ve süreklilik başarının en önemli anahtarı. Amerika’da iyi bir performansçıysan kimse kökenini sormaz. Avrupa’da Türksen yandın. Bu yüzden Amerika’dan başladık. Japonya’da bir şeyler yapmayı çok istiyorum. Çok hoşgörüllüler. Müzik pazarı hala canlı, potansiyeli olan bir ada.
Sıra size gelene kadar ulusça vazgeçmiştik Eurovizyon’dan...
O kadar vazgeçmiştik ki kimse benimle ilgilenmedi. Hiçbir gazeteci gelmedi, hiç kimsenin umurunda değildi, ta ki yarışmaya iki gün kalana kadar. O zaman “Bu kız favori gösteriliyor, ciddiymiş ayol” diye oraya gelmeye çalıştılar ama kimse gelemedi, uçak kalkmıyordu çünkü. Çok sevinmiştim, “Oh canıma değsin” diye... (gülüyor)
Web siteniz tam bir sosyal medya platformu, kimin fikri?...
Sosyal medyada sesler yükseliyor, neymiş diye araştırdığımız bir dönemde Özgür Alaz ‘herkesi kendi kurduğun siteye toplamaya çalışmasen büyük sitelerin içinde var ol, oradan kendini genişlet’ dedi. Bu mantık üzerine tamamen dışarıya link veren bir yapı kurmaya karar verdik.
Twitter mesajlarındaki sizsiniz o zaman?
O benim evet, kendim yazıyorum.
‘Sezen’den kitlelerle iletişim kurmayı öğrendim’
Vokalistiniz Zeynep Doruk’u Twitter’da keşfetmişsiniz...
Bana bir tweet atılmıştı, Zeynep TV’de benim bir şarkımı söylüyordu. Çok beğendim. Öğrendim ki Yalın’a vokal yapıyormuş, Gelişim orkestrasıyla çalışmış, okulunu birincilikle bitirmiş, İtalya’ya gitmiş. Birlikte çalışabilir miyiz dedim, sözüm var şu an gelemem dedi. O tavır da çok doğru bir şey. Durumunu organize etti, bundan sonra bizimle.
Anlaşılıyor ki Sezen hanım zamanından bu yana çok şey değişti. Ama siz bu mirası sürdürüyorsunuz; Özge Fışkın da vardı.
Aslında öyle bir mirastan yola çıkmadım, kendiliğinden oluyor. Özge’ye elimden gelen her şeyi yapamadım ama o buna çok da ihtiyaç duyan biri değildi. Kendi albümünü kendi yaptı zaten. Eskiden benimle çalışan Emre Altuğ, Göksel, onlar da kendi albümlerini yaptılar...
Sezen Aksu’nunki biraz daha okul gibi miydi?
İnsanlar böyle bir isim koydular ama Sezen’de benim için en önemli olan şuydu: sahne üzerinde, performans anında sanatçının kalabalıklarla olan iletişimi. Provalardan konserin sonuna kadar grupla olan ilişkisi, şarkıların sahneye uyarlanması, sahne üzerindeki etkin, şarkıyı nasıl söyleyeceğin, ne diyeceğin... Ben Sezen’den en çok bunu öğrendim. Yoksa zaten konservatuvar mezunuydum. Öyle bir okul değil, “sahnede bir şarkıcı kitleleri nasıl etkiler” okulu o. Sezen’le özel yaşadığım bir tarafı daha var; bir prodüktör olarak, yaratan, söz ve beste yazan birinin bunları ürettiği anlara tanık olmak da benim için çok önemliydi. Bir şarkıyı yazarken nerelerden etkilendiğini, çıkış noktasını görmek, o yolculuğunda birlikte olmak da bambaşka bir şeydi...