Özel Dosya

Ankara katliamında hayatını kaybeden Sevim Şinik'in hikâyesi: Hiç ağız dolusu gülmedi...

Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün Barış Portreleri Murat Şevki Çoban'ın yazısıyla devam ediyor

30 Mart 2016 14:07

*Murat Şevki Çoban

Sevim Şinik istemediği bir hayatı yaşamaya mahkûmdu. Küstah zamana inat, didine didine, bazen suyuna giderek hayatın, çokça başkaldırarak aman vermez mecburiyetlere, yeni bir yol açtı kendine. Boyun eğmedi. Daha yolun başındaydı.

Ankara’da katledilenlerden Hasan Baykara’nın eşi Bedia Baykara ve teyzesi Emine Tekin ile dinlene dinlene çıkıyoruz dik basamakları. Alanya’dayız, Sevim Şinik’i dinleyeceğiz.

Kapıyı Baki Bey açıyor. 27 yıllık eşi, devletin verdiği adıyla Abdülbari, gerçek adıyla Baki Bey’in şekeri azmış katliamdan sonra, anmalarda da saatlerce bekleyince, ayak parmağını kesmişler, ne zamandır evden çıkmıyor. Salonun ortasında yatağı serili.

Gelini, devletin verdiği adıyla Nevruz, gerçek adıyla Newroz bir yandan elinde yazmasıyla dolaşan iki yaşındaki Bawer’in arkasından koşturuyor, bir yandan evi çekip çeviriyor. Yazma, Sevim Hanım’ın yadigârı, çocuklarının eline oyuncak niyetine yazma tutuştururmuş, huyu babasına çeksin diye Bawer’e de vermiş bir tane.

Şinik ailesi, Sevim Hanım’ın hiç görmediği bir evde yaşıyor şimdi. Kira karşılığı kurmay albay emeklisi Ali Rıza Bey’le eşinin evine yardıma gidermiş Sevim Hanım. “Bebek gibi bakardı onlara” diyor Baki Bey, “Bir dediklerini iki etmezdi.” Yedi yıl gitmiş Sevim Hanım, 2015’te işi bırakınca, kira vermeye başlamışlar.

10 Ekim’den sonra, daha Sevim Hanım’ın kırkı çıkmadan, Ali Rıza Bey de vefat edince, apar topar evden çıkarılmışlar. 20 yıllık komşuları bir başsağlığına gelmemiş.

Anlatıyorlar; Siirt’in Eruh ilçesinde, Baki Bey’in deyimiyle “şimdi sadece kuşların uçtuğu,” devletin verdiği adıyla Demir Emek, gerçek adıyla Dirişke köyünde başlıyor ailenin yolculuğu.

Sevim Hanım Alanya’da doğmuş. Yıl 73 mü 72 mi?

Nüfusuna bakarsanız, 73 doğumlu. Kimse bilmiyor doğduktan kaç yıl sonra nüfusa yazdırıldığını. 27 Aralık’ı doğum günü bilmiş, Newroz’a göre. Akşamları, ev işlerinden fırsat bulduklarında, yorgunluk kahvelerinden sonra fincanı muhakkak kapatır, telvenin sırlarının fotoğrafını çekip fal sitelerine yollarlarmış. Sevim Şinik, hep 27 Aralık’ın falına baktırmış günden çaldıkları o kısa zamanlarda.

O herkesin doğum gününü kutlarmış, onun doğum gününü hiç kutlamamışlar.

Altı kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya gelmiş Sevim Şinik. Dört kız, iki erkek. Erkekleri kayıran bir ailede büyümüş. Başkası olsa aldırmazmış da, Sevim Hanım bir türlü kabullenememiş. Dargınmış ailesine, zamanla daha da büyümüş yüreğindeki darlık.

“Kız çocuğu okuyacak da ne olacak”mış, o yüzden ilkokul terk Sevim Hanım. Okuma yazması yokmuş.

Bedia Hanım çocukluk arkadaşı. Birlikte bahçelerde koşturur, rüzgârla oynarlarmış. Sevim Hanım’ın hatırası silik. Anne baba kızları eve kilitler, çıkarmış. Çocuklar pencerenin altına gelir, adını bağırır bağırır, sonra vazgeçer giderler, Sevim pencereden onlara bakarmış.

Çocuksu ve narin

On altısında, amcası, oğluna istemeye gelmiş Sevim’i. Vermişler. Berdel usulü. Baki daha on dokuzunda o zaman, köyden hiç çıkmamış. Uçarı kaçarı yok, evlenecekler. İkisi de gönülsüzmüş.

Baki Bey razı gelmiş kadere. Gelmesin de n’apsın? Büyükler karar vermiş bir kere. Sevim Hanım saklamamış isteksiz olduğunu. Saklamamış da n’olmuş? Büyükler karar vermiş bir kere.

Düğün günü, âdettenmiş, damat gelinin başına bir elma atarmış. Kadınlar el ele verir, gelinin başını eğer, kimsenin canı yanmazmış. Sevim Hanım’a kimse yol yordam göstermemiş, duruyor öylece eşikte, Baki Bey de bileğine söz geçiremeyince, elma Sevim Hanım’ın başına gülle gücünde çarpmış. Düğünün ortasında “Eşşoğlueşşek” diye avazı çıktığınca bağırmış Sevim Hanım. Kaç yıl olmuş, hâlâ anlatılırmış...

“Biz köylüydük, onlar şehirli olmuş. Beğenmediler bizi” diyor Baki Bey, “Evlendik, ısındık birbirimize.” Alanya’ya yerleşmişler. Dört kolla sarılmışlar hayata. Baki Bey o zamanlar inşaatlara gidiyor, sıva, fayans döşeme, amelelik, ne iş olsa yapıyor. Bir hayat gailesidir başlamış...

Dört çocuk doğurmuş Sevim Hanım: Emre, Mahmut, Fırat ve Mert. Emre en büyükleri. Baki Bey düğünden sekiz ay sonra askere gitmiş, tezkereyi aldığı gün Emre doğmuş. O günden sonra, akşamdan sabaha ana oğul konuşurlarmış. “Belli belli, senin gözünde Emre’nin yeri ayrı” dese birileri, çocukları ayırmak olmaz ya, “N’apayım, ben Emre’yle büyüdüm. O benim arkadaşımdır” dermiş.

Adağı varmış Sevim Hanım’ın aslında, hep bir kızı olsun istemiş. Kim bilir, kendi çocukluğunun üstüne kilitlenen kapıları açacaktı belki. Kısmet değilmiş. Sonraları, torununun doğmasını beklerken, Allah biliyor, kız olsun diye çok dua etmiş. Olmamış.

Ağız dolusu gülmemiş Sevim Şinik hiç. Hiç mi gülmemiş ağız dolusu? Onu tanıyanlar, hep mahcup bir gülümseme taşıdığını söylüyor. Çocuklar büyüyünce rahatlamış biraz, yüzü gülmüş. “Mert’ten sonra hayatı benimsedi” diyor Baki Bey. Mert en küçükleri, daha 13’ünde.

Sevim Hanım’ı kime sorsanız, “Çok şıktı” diye başlıyor söze. Kendine bakarmış, giyinmeyi severmiş. Tertipliymiş, masa örtüsünden çocukların üst başına her şey düzenli olsun istermiş de, konu giysileri olunca ayrı bir özen gösterirmiş. Bir bakan bir daha bakarmış Sevim Hanım’a.

2002- 2003 civarı, heves etmiş, Halk Eğitim’in takı tasarımı kursuna yazılacak olmuş. Okuma yazma bilmediği için almamışlar. Azmetmiş, önce okuma yazma kursundan diplomasını almış, sonra da takı tasarımı kursunu bitirmiş. Yavaş yavaş küpe, kolye, derken çanta yapmaya başlamış. Takıları herkesin gözünde. Bir bakan, yine, bir daha bakıyor...

Bir de yürüyüşü varmış ki Sevim Hanım’ın... Toprağı incitmekten korkarmış adeta. “Yerin bile ahı var Sevim, o nasıl yürümek” dediğinde Emine Hanım, “Kim kız? Ben mi?” derken derken, gülümsemesi sıcacık yüzüne yayılırmış.

“İncecikti, tini miniydi” diyor Bedia Hanım. Emine Hanım “Çok kibardı, çok nazikti” diye ekliyor. Çocuksu bir edası varmış. Biri sesini yükseltecek olsa, yüzü düşermiş hemen. İçindekini saklayamazmış. Kırıldıysa birine, kin nedir bilmez, hemen gider barışırmış. Ağlarsa da, çocuk sesiyle ağlarmış.

 

“Ben güçlü değilim”

 

Oldum olası, Kürt Özgürlük Hareketi’ni desteklemişler. Baki Bey her sene açlık grevine girermiş. Fırsat buldukça Antalya’ya gider, parti çalışmalarına katılırlarmış, sonra Alanya’da ilçe örgütü açılınca, partinin kapısını aşındırmışlar. Sevim Hanım çalışıyor, ancak hafta sonları gidermiş partiye, kadın meclislerine katılırmış.

Bir gün Emine Hanım, siyasî mahkûmlara görüşe gidecek gönüllülerin listesini hazırlarken, “Sevim, elin kolun bağlı. Seni de yazdım, sen de geliyorsun” demiş. Gitmişler.

Önceleri sessizmiş Sevim Hanım. Görüş günlerine çekine çekine gelir, çok konuşmaz, dünyanın ağrısını dinler, dönermiş. Kıdemlilerin o masa senin bu masa benim koşuşturmasına, herkesin derdini sormasına imrenirmiş. İmrenirmiş imrenmesine de, yine de kendi masasından kalkacak cesareti bir türlü bulamazmış. Neden sonra, Emine Hanım'a utana sıkıla rica etmiş masaları değiştirmeyi. O günden sonra, tüm mahkûmların masalarına gitmeye başlamış.

Baki Şinik ve Bawer Şinik

Yavaş yavaş kabuğunu kırmaya başlamış Sevim Hanım. Partiye daha sık gider olmuş. Önceleri tuvaletlerde gizli gizli içtiği sigarasını, tıpkı Emine Hanım gibi, çekinmeden erkeklerin kadınların, herkesin yanında içmeye başlamış.

2015’te parti yönetimine girmiş. Eşbaşkanlık da teklif etmişler ama Sevim Hanım reddetmiş. “Ben güçlü değilim” demiş. Güç demek, para demek. “Maddiyatımız yoktu” diyor Newroz.

Sabahları sekiz demeden evden çıkar, akşam dönene kadar saat 10’u, 11’i, bazen 12’yi bulurmuş. Erken gelecekse, işçileri, öğrencileri, gençleri toplar yemeğe getirirmiş. “Masada bir tas yemek yok, o yine evi doldururdu” diyor Baki Bey, “Ne yapar eder, beş dakikada sofrayı donatırdı.”

Güzel yemek yaparmış Sevim Hanım. Sanırsınız, parmaklarından bal damlarmış. En çok hangi yemeği severmiş? Hepsini. Annelerin en sevdiği yemekler yoktur zira, babaların ve çocukların en sevdiği yemekler vardır sadece. “En çok dolma yapardık, herhalde dolmayı severdi” diyor Newroz. En çok dolmayı severmiş herhalde.

“Her Ramazan Müslüman”

Baki Bey elhamdülillah Müslüman, dini bütün, namazında niyazında. Hayatında bir kere oruç yemiş, o da askerde. Sevim Hanım’ın ise günü gününe uymazmış. Newroz’a kalırsa, “Her Ramazan Müslüman”mış. Gün olur erkenden uyanır, Baki Bey’i de kendisiyle namaza kaldırır, gün olur seccadenin yanından geçmezmiş. Baki Bey ne zaman “Borcun birikiyor Sevim” diyecek olsa, “Herkes özgür. Benim yerime sen mi gireceksin kabre?” dermiş.

Mahmut 2010’da Newroz’la evlenirken, Sevim Hanım üç ayrı kıyafet yaptırmış kendine. “Sevim, yapma kız. Herkes seni gelin sanacak” demişler de, “Sansınlar. Gelinim zaten” demiş. Sonraları “Hey gidi Sevim, kaynana da oldun” demişler de, “Demeyin. Ne kaynanası, ben kendim gelinim daha” demiş. 2014’te torunu Bawer doğarken, “Sevim, Sevim. Bak, babaanne de oldun işte” demişler de, “Demeyin. Ne babaannesi, ben anneyim daha” demiş.

Bawer, Sevim Hanım’a anne, Baki Bey’e baba demiş hep. Babaanne, dede nedir, bilmiyor. Newroz’u gelini değil, kızı bilmiş Sevim Hanım. Hiç sahip olamadığı kızı. Yine de, “Oğlumu benden aldın” diye takılırmış arada. Newroz yanındayken örgüsünü, dantelini bırakırmış elinden. “Yanımda durma” dermiş, her örgünün modelini kapıyormuş Newroz hemen. “Anneyle hep birlikteydik” diyor, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş.

7 Haziran seçimlerinden sonra HDP binası ve iş yerleri yakılınca, Sevim Hanım da sürekli tetikte, sürekli ölüm korkusuyla yaşamaya başlamış. Bir hafta evden çıkamamış. Perdelerin ardından izlemiş hayatı. Bir korna sesi duysa irkilir, sokakta bir polis görse onu almaya geldiklerini düşünürmüş. “Korkaktı” diyor Baki Bey, “Kendini güçlü gösterir, güçlü durur ama bakmayın, çok korkardı.” Bir hafta sonra, korka korka da olsa, dışarı çıkmış Sevim Hanım. Öfke ve cesaret, korkuyla kardeş, yüreğini dağlamış çoktan.

Keçê, hem babaanne hem çocuk...

Bir züccaciye dükkânı açmak istermiş aslında. Yün, iplik, incik boncuk, ne varsa satacakmış. Takıları artık sadece kendi gerdanını süslemeyecekmiş. Geçen yıl kadın girişimciler için devlet teşvikine başvurmuş, uygun bulmamışlar. Ailesine diyecek olmuş, oralı olmamışlar.

Başını sokacak bir evi olsun istermiş; kira derdinden kurtulmalı, insanın karnı her türlü doyar. İki yıl oluyor, Eruh Festivali’ne gitmiş, ilk kez görmüş toprağını. “Nasıl daha önce gelmedim buralara” demiş, “Nasıl?” Her yıl gitmenin hayalini kuruyormuş artık. Bu yaz bir de araba alacaklarmış, dükkâna da lazım hem, gezeceklermiş gönüllerince.

Sevim Hanım, hayatında ilk kez ölümünden bir ay önce pantolon giymiş. Gizli gizli. Baki Bey eve gelmeden, pantolonu çıkarır, etek giyermiş. Üç kere yapmış bunu. Hayatında üç kere pantolon giymiş Sevim Hanım.

Geçenlerde Baki Bey’in rüyasına girmiş. “Giysilerim. Giysilerimi ne yaptınız Teğmen?” demiş. “Teğmen” dermiş Baki Bey’e Sevim Hanım. Baki Bey, uyanır uyanmaz sormuş soruşturmuş. Yıkayıp paklayıp başkalarına vermişler meğer.

Gözü gibi sakındığı elbiselerini şimdi başkaları giyiyor. Ailesi şimdi hiç görmediği bir evde yaşıyor.

Baki Bey, “keçê” dermiş Sevim Hanım’a; bilen bilir, “kız” demek Kürtçede. Keçê, hem babaanne hem çocuk, özgürlüğünü zamanla, özendiği danteller gibi ince ince işledi, özgürlüğünü kendi eliyle doğurdu. Daha yolun başındaydı.


Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.