Gündem

'Andıç'ı bana 'iyi çocuklar' getirdi

Şiddetin Sefaleti adlı kitapta Sakık’ın ağzından yakalanma hikâyesi ve andıcın perde arkası şöyle anlatılıyor:

11 Mart 2010 02:00

T24- Şemdin Sakık, 12 yıl sonra yaptığı itiraflarda bazı gazeteciler hakkında “PKK’dan para alıp yazı yazıyorlar” şeklinde iftiraların yer aldığı andıç belgesini imzalatmaya çalışanların arasında, kamuoyunda “iyi çocuklar” olarak bilinen Şemdinli sanığı astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz’in de olduğunu söyledi. Sakık ayrıca o dönem askerler tarafından kendisine dayatılan isimleri ve yaşadıklarını da tek tek anlattı.

Taraf gazetesinin haberine göre, Lagin Yayınları’ndan çıkan Şiddetin Sefaleti adlı kitapta o döneme ilişkin çarpıcı bilgiler yer alıyor. Editörlüğünü Tuncer Günay’ın yaptığı kitapta Sakık’ın ağzından yakalanma hikâyesi ve andıcın perde arkası şöyle anlatılıyor:


Beni Yeşil yakaladı’

15 Mart 1998’de örgütten ayrılıp KDP peşmergelerine sığındım. Orada bulunan kardeşim Arif Sakık’la bir ev kiralayıp normal yaşama geçtik. Bu sırada KDP ve Türk yetkililer, Türkiye’ye getirilmemiz için bazı görüşmeler yapıp anlaşmışlar. 13 Nisan 1998’de başlarında Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın bulunduğu beş kişilik bir ekip bizi Kuzey Irak’tan alıp Silopi’ye getirdi. Silopi’de tutulduğumuz üç saat boyunca öldüresiye kaba dayaktan geçirildik. Bu sırada birisi işkence gördüğümüz odanın kapısını çalıp içeri girdi: “Ankara’dan talimat var, bu kişiler öldürülmeyecek ve en kısa sürede mahkemeye çıkarılacaklar, onları artık dövmeyin...” haberi verdi. Sonra bizi Diyarbakır’a getirdiler.


Her gün dosya karıştırdım


Beni Jandarma İstihbarat Merkezi’ne götürdüler, bir odaya bıraktılar. Her gün sabahtan akşama dek dosyaları karıştırıyor ve çözemedikleri noktaları soru olarak bana yöneltiyorlardı. Hakkında bilgi istenen kişiler arasında Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Akın Birdal, Salim Ensarioğlu, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler de bulunuyordu. Kısacası Türkiye’nin ne kadar önde gelen ismi varsa hepsi soruldu. Bu kişilerin örgütle ne tür ilişki içinde oldukları, örgütten para alıp almadıkları, neden Şam ve Bekaa Kampı’na gittikleri ve her biri hakkında ne düşündüğümü, sordular. Daha doğrusu ülkenin ileri gelen bu gazeteci, yazar ve siyasetçilerinin örgüte yardımcı olduklarını, para karşılığında örgüt propagandası yaptıklarını itiraf etmemi istediler.


Bunlara hain diyeceksin


Açıklamaya, “bu şahsiyetleri...” diyerek başladım ki, “bunlar şahsiyet değil, bunlar birer hain, bu hainler diyeceksin...” telkiniyle konuşmamı kestiler. Yine de birine iftira atmama kararlılığımı korumaya çalıştım: “Bu şahsiyetlerin örgütle ilişki içinde olup olmadıklarını bilmiyorum. Örgüt saflarında olduğum süre içinde onlarla hiç karşılaşmadım. Onları katıldıkları tartışma programlarından ve gazete köşelerinden tanırım...” türünde bir şeyler söylediysem de, onları ikna edemedim. Hiddetlendiler: “Eğer itirafta bulunmazsan ‘istediğinizi yapın’ deyip seni askerin eline vereceğiz, sana ne yapacaklarını tahmin edebiliyor musun; kimi ırzına geçer, kimi cop sokar...” tehdidinde bulundular. Gece boyunca süren sorgudan bir sonuç alınamayınca bana üç gün hücre cezası verdiler. Üç gün hücrede tutulduktan sonra tekrar eski yerime alındım. “

İki gün sonra, kamuoyunda “iyi çocuk” olarak bilinen personelin de aralarında olduğu birkaç kişi bulunduğum odaya geldiler, önüme birkaç kâğıt koyup imzalamamı istediler. “Bunlar nedir? Gözlerimi açamadığım için okuyamıyorum, okumadan imzalamak istemiyorum” deyince, “bunlar öyle önemli şeyler değil, ifadelerinden arta kalanlardır, tutanaklar arasında unutulmuş ifadelerindir” dediler. Gözlerim uzun süre bağlı kaldığı için ağrıyordu. Sadece koyu puntolarla yazılmış isimleri görebildim. Hepsi de sorguda isimleri geçen insanlardı. Belgeyi imzalamayı kabul etmedim.


‘İyi çocuklar’ geldi


Beni Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na çıkardılar. Başsavcı “İsmi geçen şahısların en azından birkaçının örgüt bağlantılarını deşifre edersen özellikle kardeşin için yararlı olur. Tekrar düşün, yoksa senin için iyi olmaz” deyip tehdit etti. Beni savcılıktan alıp hâkimin huzuruna çıkardılar. Atfedilen iddiaların doğru olmadığını tekrarladım: “Ankara’nın merkezinde oturan, çalışan, telefonlarını dinlediğiniz kişilerin ne kadar PKK’li olduklarını bana sormanızı anlayamıyorum. Ben bu insanları nasıl tanıyabilirim ki! Bu sözlerim hâkim beye mantıklı gelmiş olmalı ki, başını sallayarak beni onayladı.