Gündem

Anayasa Mahkemesi, 2,5 yıl sonra 'ihlal' dedi; 'Çocuklar ölmesin' diyen Ayşe Öğretmen'e tahliye yolu açıldı

Karar, 'Bu Suça Ortak Olmayacağız' bildirisini imzalayan akademisyenler için de emsal oluşturabilecek

09 Mayıs 2019 18:00

Anayasa Mahkemesi, Diyarbakır Sur'da operasyonların devam ettiği dönemde telefonla katıldığı televizyon programında, "Çocuklar ölmesin" dediği için mesleğinden olan, "terör örgütü propagandası" yaptığı gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapse mahkum edilen Ayşe Çelik'in dosyasını, başvurusundan yaklaşık 2,5 yıl sonra görüştü. Kamuoyunda Ayşe öğretmen olarak bilinen Çelik, bu süreçte anne oldu, cezasının infazı için cezaevine konuldu. Yüksek Mahkeme, 2,5 yıl sonra cezanın "hak ihlali" oluşturduğu kararı verdi.  Bu kararla Ayşe Çelik için tahliye yolu açıldı.
 
AYM kararının gerekçesinde "Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez" ifadeleri yer aldı. 
 
Yüksek Mahkeme'nin bu kararı, propaganda suçundan yargılanan 'Bu Suça Ortak Olmayacağız' bildirisini imzalayan akademisyenler için de emsal oluşturabilecek.
 
 
8 Ocak 2016'da Diyarbakır'dan Beyazıt Öztürk'ün televizyon programına katılarak, "Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın" diyen Çelik'in yaşamı değişti. Ücretli öğretmenlik yapan Çelik, mesleğinden atıldı, hakkında soruşturma başlatıldı. Terör örgütü propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanan Çelik, 1 yıl 3 ay hapse mahkum edildi. Çelik'in avukatı Mahsuni Karaman, bu süreçte Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.Yüksek Mahkeme, cezası kesinleşen Çelik'le ilgili "tedbir" kararı verilmesi istemini reddetti ve o günden bu güne dosyayı esastan görüşmedi.

Cezaevine girdi

Bu süreçte anne olan Çelik'in cezasının infazı iki kez ertelendi. Ertelemeden sonra cezaevine konulan Çelik, yeniden infaz erteleme istedi ve cezası bir kez daha 6 aylığına ertelendi. Anayasa Mahkemesi, tüm çağrılara rağmen bu süreçte dosyayı görüşmedi. Erteleme süresi bittikten sonra Çelik, cezaevine konuldu.

Emsal olabilir

Çelik'in dosyasını gündeme alan Anayasa Mahkemesi, bugün kararını verdi. Anayasa Mahkemesi, Çelik'in sözleri nedeniyle mahkum edilmesini düşünce ve ifade hürriyetine aykırı buldu ve yeniden yargılanmasının yolunu açtı. Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca Çelik'in avukatları, tahliyesi ve yeniden yargılanması için başvuru yaptı.
 
Karar, özellikle Anayasa Mahkemesi'nin "terör örgütü propagandası" suçundan ilk kez ihlal yorumu yapmasından dolayı önem taşıyor. Yüksek Mahkeme'nin yorumu, başta Barış Akademisyenleri olmak üzere düşünce açıklaması nedeniyle yargılanan diğer isimler için de emsal oluşturabilecek.
 

"Şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan görüşler terör örgütlerinin görüşleri ile paralellik taşısa dahi propaganda kabul edilemez"

 
Anayasa Mahkemesi'nin tarihi kararının gerekçeli kararının değerlendirme bölümünde yer alan ifalerin bir kısmı şöyle:

"Bu bağlamda başvurucunun haksız ve gerekçesiz bir kararla terör örgütü propagandası yapmak suçundan mahkûmiyetine hükmedildiği iddiasının ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde esas alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar... Bu hürriyetlerin kullanılması, ... kamu düzeni[nin], ... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…”

Terör örgütleri, görüşlerinin toplum içinde yayılmasını ve fikirlerinin kökleşmesini hedefleyerek bu amacın gerçekleşmesine yönelik her türlü vasıtaya başvurabilmektedirler. Terörün veya terör örgütlerinin propagandasının da söz konusu vasıtalardan biri olduğunda kuşku yoktur. Bununla birlikte akılda tutulması gereken ilk şey Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklamasının değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandanın yapılmasının suç olarak kabul edilmiş olduğudur.

Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesi'nin daha önce ifade ettiği gibi devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için rahatsız edici olsa bile- açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır.

"Terörizmin soyut olarak propagandası ile propaganda sonucu provokasyonun gerçekleşmesi hâli arasında fark var"

Anayasa Mahkemesi, terörizmin soyut olarak propagandası ile propaganda sonucu provokasyonun gerçekleşmesi hâli arasında bir fark bulunduğu kanaatindedir. Açıktır ki terörizmin propagandası sonucu provokasyonun gerçekleşmesi hâlinde fail, işlenen suça suç ortaklığından veya eylem kanunlarda öngörülen başka bir suçu oluşturuyorsa o suçtan cezalandırılacaktır. Öte yandan propaganda suçunun soyut tehlike suçu olarak kabul edilmesi başta ifade özgürlüğü olmak üzere anayasal hak ve özgürlükler üzerinde bir baskı oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu sebeple yukarıda alıntılanan açıklayıcı raporun yüzüncü maddesinde ifade edildiği gibi bir propaganda faaliyetinin cezalandırılabilmesi için olayın somut koşullarında belirli oranda tehlikeye neden olduğunun gösterilmesi uygun olacaktır.

Başvurucunun düşüncelerini açıkladığı bağlam ve olayların arka planı ele alındığında Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyetine ilişkin kanaatini paylaşmamaktadır. Bahsi geçen konuşmasında başvurucu, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda yaşanan ölümler konusunda toplumda bir farkındalık oluşturmayı amaçlamış; programa katılan sanatçıların yaşananlara sessiz kalmamasını istemiştir. Başvurucu; çatışma bölgelerinde yaşananların medya organlarınca farklı aktarıldığını, çatışmalardan etkilenen kadın ve çocukların yaşadığı sıkıntılardan toplumun haberdar olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu; bir öğretmen olarak çatışmalar nedeniyle yaşanan ölümlere sevinenler bulunmasının kabul edilemez olduğunu, kurşun ve bomba seslerinden çocukların uyuyamadıklarını, bebeklerin açlık çektiklerini, temel gereksinimlerinin karşılanamadığını iddia etmiştir.

"Toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır"

İfade özgürlüğü; kişinin düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna etme çabaları, bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır.

Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası kamu yararına ilişkin sorunları kapsayan alanlarda ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına çok az yer bırakmaktadır. Somut olayda başvurucu, hendek olayları olarak isimlendirilen, on ay devam eden, kitlesel göçlere, pek çok kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olan olayları kendi bakış açısından kamuoyuna duyurmuş; uzun süren çatışmaları eleştirmiştir. Başvurucu, esas itibarıyla sebebi her ne olursa olsun çatışmaların durdurulması için kamuoyu oluşturulması çağrısında bulunmaktadır. Söz konusu konuşmanın kamu yararına ilişkin sorunlara ilişkin olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. Bundan başka başvurucunun açıklamaları kamu otoritelerini eleştiri olarak kabul edilse dahi kamu otoritelerinin -kamu gücünü kullandıkları için- kabul edilebilir eleştiri sınırlarının özel bir bireye nazaran çok daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Demokratik bir sistemde, kamu otoritelerinin eylemleri ya da ihmalkârlıkları yalnızca yasama ve yargı organlarının değil aynı zamanda kamuoyunun da sıkı denetimi altında olduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

Başvuruya konu olaydakine benzer konuşmalarda dikkate alınacak esas unsur konuşmaların kin ve düşmanlık barındırıp barındırmadığıdır. Devletin terör örgütü ile giriştiği meşru mücadelede yaşanan sosyal veya bireysel sorunlara ilişkin açıklamalar -bunlar tamamen öznel değerlendirmeler olsa dahi- tek başına terör suçlarını işlemeye hazır bulunan insanları bilinçlendirmeye veya cesaretlendirmeye olanak sağlayan, bu suçların işlenme riskini artıran düşünce açıklamaları olarak kabul edilemez.

"Spontane bir şekilde yapılan konuşmaya daha fazla tahammül gösterilmesi gerekir"

Sonuç olarak başvurucunun konuşmasının bir terör örgütünün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa çıkılması imkânsız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, örgütün mücadelesine karşı olan kişi ve kuruluşları ortadan kaldırmak, sindirmek, halkın örgüte sempatisini artırmak ve giderek aktif desteğini sağlamak amacıyla yapıldığı kabul edilmemiştir.

Başvurucunun olayların sıcaklığı içinde, canlı bir televizyon programında spontane bir şekilde yaptığı başvuru konusu açıklamalarına daha fazla tahammül gösterilmesi gerekmektedir. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır."