Dünya
Deutsche Welle

Amir-Moazami: Fransa'da homojen çoğunluk yok

DW'nin sorularını yanıtlayan Sosyolog Schirin Amir-Moazami, Fransa'da haşema ilgili tartışmaları yüzeysel buluyor. Fransa'nın sömürgeci geçmişine dikkat çeken uzman, Fransa'da homojen çoğunluk olmadığı kanısında.

29 Ağustos 2016 21:44


DW: Fransa'da Danıştay, Villeneuve-Loubet'deki kadınlara yönelik haşema yasağının geçerli hukuk sistemiyle bağdaşmadığını açıkladı. Siz Danıştay'ın kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Schirin Amir-Moazami: Önce, yasağa ilişkin bir söz etmek istiyorum: Yasak kararı, ahlaki bir panikle ilgili. Tüm yasak kararlarına baktığımızda ki sadece haşema değil, nikap gibi diğer fenomenlere yönelik yasaklar da, Fransa'da kamuya açık yerlerde giderek artan bir kısıtlama politikası uygulandığını gösteriyor. Bu kısıtlama da çoğunlukla İslami sembollere yönelik. Saldırılardan sonra güvensizlik kıyafetlere mal edildi. Devlet mesaj vermek için sembolik mesajlar veriyor: 'Tehlikeye karşı silahlanıyoruz' diyor.

DW: Fransa laik bir devlet. Bu miras sizce bu yasaklar üzerinde ne derece etkili?

Amir-Moazami: Laiklik geleneği Fransa'da çok etkili. Fransa Avrupa'da, Türkiye ile birlikte din ve devlet işlerinin anayasada ayrıldığı tek ülke. Bu çerçevede bakıldığında devlet, kamuya açık alanda ve bununla birlikte yaşam ve davranış biçimleri ve hatta dinin uygulanmasını bu gelenekle düzenliyor. Bu durumu oldukça karmaşık bir hale de getiriyor. Zira din ile siyaset arasındaki sınırın nerede başladığı konusunda bir belirsizliğe de yol açıyor.

DW: Sembolik anlamda yürütülen bir siyasetten bahsediyorsunuz. Peki, bir toplumdaki kültürel kimlikleri bir arada tutabilmek için bu sembollerin anlamını ne derecede önemli görüyorsunuz?

Amir-Moazami: Fransa'da homojen olarak tanımlanan çoğunluk toplumunun varlığından yüzyıllardan bu yana bahsetmek artık mümkün değil. Bunun sömürgecilik geçmişi ve daha sonrasında devletin göç politikalarıyla ilgisi var. Şu anda yaşadıklarımız, sömürgecilik geçmişinin etkileri. Bu nedenle de 'özel Fransız değerlerinden' özellikle de bedenin ne kadarının açıkta bırakılması gerektiğinden bahsetmek güçleşiyor. Bu değerler her zaman Fransa dışında bağlamlarla değerlendirildi. Bu açıdan Fransa'nın bu konuda geçmişine yönelik özeleştiri yapmaması ve bunun günümüze etki ve sorumluluklarını değerlendirmemesi çok üzücü. Ancak kesin olan şu ki, artık orijinal Fransız değerlerinden bahsetmek mümkün değil.

DW: Tam da işin bu kısmı Fransa'da hararetli bir şekilde tartışılıyor. Filozof ve yazar Alan Finkielkraut, birçok Fransızın kendilerini artık memleketlerinde gibi hissetmediklerinden yakındığını belirtiyor. Ne dersiniz?

Amir-Moazami: Bana böyle bir açıklama sorunlu geliyor. Çünkü geçmişinde memleketini dünyanın farklı yerlerine taşımış Fransa'da 'memleketinde hissetmek' ne anlama geliyor? Finkielkraut'un kendisi Yahudi asıllı. Kendisi de bu konuyu ele aldı. Ancak günümüzdeki durumu ele almıyor. Damgalanmış ve azınlık olmaları sağlanmış günümüzdeki azınlıkların durumuna dair görüşlerine yer vermiyor. Mağrip ülkelerinden Müslümanlar, Fransa'yı İslamlaştırmak amacıyla gelmediler. Daha ziyade postkolonyalizmin bir sonucu olarak başlayan bir göçtü bu.

DW: Bu gergin durumun toplumda başarılı bir uyuma dönüştürülmesi imkanı görüyor musunuz?

Amir-Moazami: Bir şeyleri mantıklı şekilde yoluna sokmak, halihazırda Fransa'da yanlış giden o kadar çok şey olması nedeniyle oldukça zor. Çünkü bu toplumdaki kutuplaşma - Almanya'da da şu sıralar benzerlikler bulunuyor- o kadar ileri bir düzeye geldi ki, düzelebileceğine dair bulgular hayal kırıklığı yaratıyor. Son olarak Danıştay'ın haşema yasağının kaldırılması kararı, mantıklı bir yöne işaret ediyor. Bu konunun daha fazla kaynamamasını sağlamak ve toplumun daha da kutuplaşmasını engellemek çok önemli. Haşemanın İslamcı ya da terörist bir tehlike olduğu ifadesine izin vermemek de akıllıca oldu. Bu tartışmayı kadınlar üzerinden yürütmek de yanlış. Bunun yerine daha fazla sosyal sorunlara eğilinmeli. Çünkü Fransa'da, Almanya'da da olduğu gibi çok sayıda Müslüman uzun yıllar içinde belirli bir kültürün oluştuğu ve daha sonra da marjinalleştiği belirli bir sosyal sınıfı temsil ediyor.

DW: Peki günümüzdeki kültürel-dini ihtilafın, aslında sorunun bölüşüm kaynaklı çatışmalar olduğu dolaylı bir siyasi ve ekonomik ihtilaf olduğunu söyleyebilir misiniz?

Amir-Moazami: Paylaşmak. Bu kesinlikle önemli bir bileşen. Ama Marksist klişede olduğu gibi bunun gizli bir sınıf çatışması olduğunu söyleyemem. Bu kadar ileri gitmem. Ancak banliyölere bir göz attığınızda, göçmenler ve onların nesillerinin yaşadığı metropollerin belirli ilçelerine baktığınızda, buralarda belirli bir sınıfın ortaya çıktığını da görüyoruz. Dindarlık biçimleri bir bakıma sosyal, politik ve ekonomik etkenlerle de bağlı diyebiliriz. Bununla beraber, şimdiki uzlaşmazlıklar, farklı dindarlık biçimleri ve bunların kamuya açık alanlarda nasıl yaşanacağına dair sorunların olması gibi mevcut durumla da bağlantılı. Örneğin haşema yasağıyla bu çok net ortaya çıktı: Kamuya açık alanda bedenin ne kadarının açıkta bırakılması gerektiğine dair sorunla ilgili çok farklı yaklaşımlar var.

Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştirDeutsche Welle