Dünya

Taner Akçam: Amerikan tarihinin Erdoğan'ı Lyndon B. Johnson

Taner Akçam, Başbakan Erdoğan ile eski ABD Başkanı Johnson'ı karşılaştırdı ve Johson'ın başkanlığının Los Angeles'ta başlayan olaylar nedeniyle sonlandığını hatırlattı

24 Haziran 2013 21:18


Akademisyen ve Taraf yazarı Taner Akçam, Başbakan Tayyip Erdoğan'ı ve eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson'ı karşılaştırdı. AKP iktidarı ile benzerlikleri vurgulayarak Johnson'ın yüzde 61.1'le iktidara geldiğini ve liberaller ile demokratlardan destek aldığını belirten Akçam, Johnson'ın "iktidar ve yenilmezlik sarhoşluğundan dolayı başlattığı başarılı kampanyaların çöküntüye uğradığını" yazdı. Akçam, "Aynı İstanbul'da başlayan Gezi Parkı protestolarında olduğu gibi Los Angeles'ta başlayan olayların bilançosu ağır olur ve Amerikalı Başkanı'n dönemini sonlandırır" ifadesini kullandı.

Taner Akçam'ın Taraf gazetesindeki köşesinde yayımlanan (24 Haziran 2013) yazısı şöyle: 

Keşke birileri Sayın Erdoğan’a Amerikan Başkanı Johnson’u ve onun siyasi sonunu anlatsa... Aradaki benzerlikler önemli dersler çıkartılabilecek boyutta. Johnson, Siyah-Beyaz eşitliği için en çok uğraşan Amerikan başkanlarının başında gelir. 2 Haziran 1964 Vatandaşlık Hakları ve 6 Ağustos 1965 Oy Hakkı kanunları onun yoğun çabalarının ürünüdür. Johnson’un hem ırkçılığın kalesi Güney eyaletlerinden geliyor olmasının hem de kişiliğinin bu kanunların çıkmasında çok etkin olduğu söylenir. Irk ayırımı önündeki engelleri tek tek yıktığından emin olan Johnson yaptıklarını büyük bir başarı olarak kutlamak istemektedir. Ama beklenmedik bir sürprizle karşılaşır.

6 Ağustos kanunundan sekiz gün sonra Los Angeles, Watts Ayaklanmaları diye anılan ve 11 gün süren Siyah ayaklanma ile sarsılır. Ayaklanma boyunca 34 kişi ölür, 1032 kişi yaralanır ve 3438 kişi tutuklanır. Yangın, yakma ve yıkmalarla ortaya çıkan zarar 40 milyon doların üzerindedir.

Cevabı aranan iki merkezî soru vardı: birincisi, niçin olaylar başka yerde değil de, oldukça zengin bir şehir olan Los Angeles’ta başlamıştı ve daha da önemlisi niçin ayaklanma, ırkçılığa vurulan büyük bir darbe olarak kutlanması gereken Oy Hakkı Kanunu’nun çıkartılmasından hemen bir hafta sonra meydana gelmişti?

İlerleyen yıllarda da Siyah ayaklanmaları değişik boyutlarda devam edecektir. Özellikle Martin Luther King’in öldürülmesinden sonra 150’nin üzerinde yerleşim yerinde Siyah ayaklanmaları yaşanır.

Watts Ayaklanması sadece Johnson’un “aşırı kibirli politik yenilmezlik duygusunu” derinden sarsmakla kalmaz, Johnson yönetimi bir daha belini doğrultamaz. Ne Johnson ne de çevresinin Watts Ayaklanması’nı ve nedenlerini anlayabildikleri söylenir. Sayılan nedenlerin başında ise Johnson’un pederşahi- ataerkil bir biçimde her şeyi kontrol altında tutma arzusu gelmektedir. Her şeyi başlamadan bitiren ölümcül hata buydu denir.

Watts Ayaklanması’ndan sonra Johnson’un, “nasıl olur? Bütün bu yaptıklarımdan sonra bana bu nasıl yapılır”, diye çok hayıflandığı söylenir. İleri yıllarda da onu en çok kızdıran şey insanların kendisine karşı nankör davranmalarıdır. “Benim kendilerine verdiğim bu kadar şeyden sonra, nasıl bana karşı bu kadar nankör olabilirler”, diye şikâyetlerde bulunduğu aktarılır. “Siyahlara bakın... makama geldiğim ilk andan itibaren onlar için savaştım; Vatandaşlık Hakları Kanunu için tüm enerjimi verdim... Karşılığında sadece küçük bir teşekkür, küçük bir kıymet bilmeden başka bir şey istemedim... Fakat aldığıma bakın, 175 şehirde ayaklanma, yağma, yangın, çatışma...”

1965 Watts Ayaklanması’nın başlangıç nedeni de çok ilginç: polis şiddeti. Bu şiddet o boyutlardadır ki, insanların bu şiddet karşısında kendi onurlarını korumak ve kendilerine olan saygıyı yeniden kazanmak için direnmeye başlarlar.

Elbette temelde yatan sosyal neden Siyah-Beyaz dengesizliğidir. Kanunlar gerçi hukuken ırkçılığı ortadan kaldırıyordu ama asıl sorun toplumun her düzeyinde eşitsizliğin sürüyor olmasıydı. Hukuk, sadece yapılması gereken sosyal değişim için altyapıyı hazırlamış; adaletsizlik önündeki barajları yıkmış gibiydi ama asıl yapılması gereken yapısal dönüşümlerdi. Ayaklanmaların, Siyahların hukuki statülerinin düzelmesini takip etmesi çok ilginçtir. Sorun, bu diyalektik ilişkiyi anlamakta yatmaktadır.

Oysa Johnson, Watts Ayaklanması’nı kendi ideal toplum tasavvuruna yönelik bir saldırı olarak algıladı. Yaratabilmek için uğraş verdiği her şeyin tek tek yıkılmakta olduğu hissine kapıldı. Olayların yapısal sosyal reformları şart kıldığını anlamaya başladığında ise iş işten geçmişti artık.

Watts Ayaklanması’nda yaygın şiddet uygulanmıştı. Bu nedenle, şiddetsiz direnişi savunan Martin Luther King’in ayaklanmaya karşı tavır alması beklendi. Oysa King, yapısal bir probleme dikkat çekerek, “toplumumuzun, üyeleri üzerine uyguladığı günlük şiddeti anlamadan, sadece [Watts’taki] şiddeti kınamak boşunadır”, der. King’in, şiddet olarak tanımladığı şeylerden birisi, insanların insan yerine konmaması, aşağılanmasıdır. Ciddi devlet adamlarına ve yaratıcı liderlere ihtiyaç olduğunu söyleyen King’e göre, eğer yönetenler inatçı tutumlarını sürdürürlerse durum daha da kötüye gidecektir.

Nitekim öyle de olur. Amerika, Martin Luther King’in öldürülmesiyle tepe noktasına ulaşan derin bir bölünme yaşayacaktır.

Başbakan, Gezi Parkı ile birlikte başlayan eylemleri kendi yaptıklarına yönelik bir nankörlük gösterisi olarak algılıyor. Türkiye için hayal ettiği, “büyük ülke” idealinin yıkılmak istendiğini düşünüyor. Oysa, nasıl ki 1964-5 Siyah-Beyaz eşitliğini sağlayan kanunlar, Siyah ayaklanmalarının zeminini hazırlamıştı, AKP’nin 2002’den beri gündeme getirdiği değişimler Gazi Parkı ile birlikte başlayan direniş sürecinin altyapısını hazırlamıştır.

Bu nedenle, hem Gezi olayları sırasında meydana gelen, kimsenin tasvip etmeyeceği şiddet gösterileri üzerine boş gevezelik yapmaya hem de toplumu AKP iktidara gelmeden önceki fay hatları üzerinden okumaya bir son vermek gerekir.

 

İlgili Haberler