ABD'de yapılan bir araştırma, hayatlarına mutlu devam edenlerin ortak noktasının pozitif duygularla dolu bir hedefinin olduğunu ortaya çıkardı. Kalp rahatsızlığından ölenlerin yüzde 99'unun ortak özelliği ise "Hayatta amacınız nedir?" sorusuna yanıt verememeleri...
Habertürk yazarı Neva Çiftçioğlu, "New York’taki Roosevelt Hastanesi’nde Dr. Alan Rozanski ve ekibinin (yeme alışkanlıkları birbirine benzeyen Amerikalı ve Japonlardan oluşan) 136 bin kişi üzerinde yaptığı istatistiki araştırma gerçekten kayda değer ilginçlikte" dedi. Çiftçioğlu yazısında "Katılımcıların yaş ortalaması 67. Takip edilme süreleri 7 yıl. Bu süre içerisinde aralarından ölen sayısı 14.500. Kalp krizi ve felç gibi ciddi rahatsızlıklarla yüz yüze geldiği halde yaşamını sürdürenler ise 4 bin kişi civarında. Ufak tefek sağlık sorunları dışında hayatlarına mutlulukla devam eden ve kendilerini iyi hissedenlerin ortak noktaları araştırıldığında ortaya tek bir faktör çıkıyor: Yaşamlarında pozitif duygularla dolu bir hedefleri var" ifadelerine yer verdi.
Neva Çiftçioğlu'nun Habertürk gazetesinin bugünkü (7 Aralık 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
“Amacınız nedir” kızgınlıkla sorulan bir soru gibi gelebilir kulağa. Sesinizi yükseltip sonuna “kardeşim” ekler, bir de kaşlarınızı çatarsanız tam olur:“Amacınız nedir kardeşim?”
Benim başlık olarak attığım sorum ise aynı kelimelerden oluşmakla beraber ne kızgınlık içerir ne de hesap sorma niyetindedir. Ufak bir hatırlatma sadece. Ses tonum ise asla yüksek değil. Sakin sakin soruyorum: “Hayatınızdaki amacınız nedir?” Sabah kalkıp işe gitmek, eve dönüp, dinlenip ertesi gün aynı döngüye devam etmek... Kısacası herkes gibi “rutinler silsilesini” aksatmamak mıdır? Bu arada büyütülen “bireysel yumağı” başkalarının yumak ölçüleriyle mukayese ederek sonu gelmez bir yarış içerisinde, kanınızın son damlasına kadar “Benim yumak daha iyi, üstelik sizinkinden çok daha büyük” mücadelesi vermek midir?
Geçen hafta Journal of Biobehavioral Medicine isimli bilimsel dergide çıkan bir makaleye göre bu sorulara vereceğiniz yanıtlar kalp hastalığı sebebiyle ölüm riskinizin ne kadar yüksek olduğunu belirliyor. New York’taki Roosevelt Hastanesi’nde Dr. Alan Rozanski ve ekibinin (yeme alışkanlıkları birbirine benzeyen Amerikalı ve Japonlardan oluşan) 136 bin kişi üzerinde yaptığı istatistiki araştırma gerçekten kayda değer ilginçlikte.
Katılımcıların yaş ortalaması 67. Takip edilme süreleri 7 yıl. Bu süre içerisinde aralarından ölen sayısı 14.500. Kalp krizi ve felç gibi ciddi rahatsızlıklarla yüz yüze geldiği halde yaşamını sürdürenler ise 4 bin kişi civarında. Ufak tefek sağlık sorunları dışında hayatlarına mutlulukla devam eden ve kendilerini iyi hissedenlerin ortak noktaları araştırıldığında ortaya tek bir faktör çıkıyor:Yaşamlarında pozitif duygularla dolu bir hedefleri var. Bu hedefler elbette bireylerin aile düzenlerine, iş imkânlarına, maddi durumlarına, yaşadıkları tecrübelere ve kültürlerine göre farklılık gösteriyor. Ve farklılık ne olursa olsun yaşam amaçlarını açıklarken herbirinin yüzünde bir rahatlama ve bir tebessüm dikkat çekiyor. Sıkıntısız, stressiz, hatta biraz çocuksu davranıyorlar... Gelelim hayatlarını (kalp rahatsızlığı ile) kaybedenlerdeki ortak psikolojik özelliğe: “Hayatınızdaki amacınız nedir?”diye sorulduğunda % 99’u hiçbir yanıt veremiyor; sürekli kaçamak sözlerle konuyu değiştiriyor. Soru ısrarla tekrar edildiğinde ise verilen yanıt bizdeki“Artık unumuzu eledik, eleğimizi astık” tarzında... Yaptıkları her yorum yorgunluk, vazgeçmişlik ve umutsuzluk kokuyor...
Kalp rahatsızlıkları ve felç geçiren ama tıbbi destekle yaşamlarına devam edenler ise daha farklı bir ortak özelliğe sahipler. “Hayatınızdaki amacınız nedir?” sorusuna mantıklı ve anlamlı hedefler gösteriyorlar. Lakin geçmişte olan haksızlık ve üzüntüleri sürekli dile getirerek (yani sırtı geleceğe, yüzü geçmişe dönük) olarak affedemeyen, unutmayan ve kin tutan bir kişilik sergiliyorlar. Yüzlerinde ise tebessüm eksik. Varılan sonuç: Amaçsızlık, nefret ve affedememe duyguları kalp hastalıklarına sebep oluyor.
Tıbbi literatür bu anlattığıma benzer insan psikolojisinin hastalıklar üzerine etkisiyle ilgili yapılmış binlerce araştırmayla dolu. Bugün zaten sizlerin de bildiği konuyu çok taze bir bilimsel makaleyle gündeme getirmemin, sizlere yeniden hatırlatmamın sebebi hızla tırmanan umutsuzluk ve çaresizlik duygularımızın artık bir şekilde frenlenmesi gereği. Maddi ya da manevi, ruhsal ya da fiziksel her türlü yaşadığımız bireysel sıkıntımıza rağmen hayatımıza rutin dışı bir amaç ve bir anlam yüklememiz gerek. Kin, intikam ve bencillik duygularından uzak... Sürekli öğrenerek, incitmeyerek, severek, paylaşarak, dil değil el uzatarak, kendimize saygımızı yitirmeyecek eylemlere imza atarak yaşamak sanırım spesifik hayat amacımıza iyi bir temel olacaktır.
AĞRISIZ YAŞAMAK!
Aslında ağrı ve sızı vücudun “Benim bir sıkıntım var” demesinin tek yoludur. Ağrıyı geçirmek yerine ağrıya sebep olan etkeni bulmak çok daha doğru bir yaklaşımdır. Fakat bazı durumlarda (örneğin kronik ağrılarda) hareket edebilmek, hayatı devam ettirebilmek, hatta temelde yatan rahatsızlığı yok edebilmek için ağrının giderilmesi şart olarak görülür ve ağrı kesici kullanımına başlanır. Peki ağrısız yaşamak için çok sayıda ve yüksek dozda ağrı kesici kullanmak yerine geliştirilmiş, daha az yan etkisi olan başka bir yöntem yok mudur? Londra Üniversitesi araştırmacıları, geçen hafta basın aracılığıyla Nature Communications isimli bilimsel dergide “ağrısız bir yaşam” üzerine yayımlanan araştırmalarını halka açıkladı. Proje yöneticisi John Wood, “Bu araştırmayla insanların artık ağrısız bir hayata adım atacaklarını umut ediyorum” diyor. Araştırmanın kısa özeti şöyle: Sinir hücrelerinin hücre zarlarında sodyum kanalları bulunur.
Bu kanalların sinir sisteminde elektrik sinyallerinin iletilmesinde büyük rolü vardır. Eğer Nav1.7 ismi verilen kanal işlevini yerine getirmez ise o kişi (hayvan) ağrı hissetmez. Şimdiye kadar bu kanalların işlevini durdurmak için icat edilen bütün ilaçlardan tatmin edici bir sonuç maalesef alınamamıştır. Dr. Wood ve ekibi ise araştırmalarında doğuştan Nav 1.7 kanalı çalışmayanlarda yüksek dozda opiod peptidleri salgılandığını görmüşler. Bu peptidlerin Nav 1.7’yi inhibe etmelerinden yola çıkarak hazırlanan tedavi tekniği şu anda patentlenme aşamasında. Tek yan etkisi, kullanım sırasında koku alma özelliğinin zayıflaması. Kullanıma giriş tarihi olarak 2017 hedeflenmiş.
TİP-2 ŞEKER HASTALIĞINI YENEBİLECEĞİZ
Dünya nüfusunun % 9’u Tip-2 şeker hastalığından mustarip. İngiltere’de Newcastle Üniveritesi bilim insanlarının ilginç buluşu gerçekten hem çok umut verici hem de şaşırtıcı. Yapılan araştırmaya göre, Tip-2 şeker hastalarının hastalıkları süresince pankreaslarında yağlanma gerçekleşiyor. Şayet bu yağlanmadan diyet yardımıyla 1 gram (hatta daha az) yağ kaybedilirse ensülin dengesi yerine oturuyor ve Tip-2 şeker hastalığı gerilemeye başlıyor. Kilo verirken pankreastan nasıl yağ kaybedileceğiyle ilgili detaylı araştırma, Diabetes Care isimli bilimsel derginin aralık sayısında bulunmaktadır.