Yaşam

Altınay: Bu ülkede herkes defans oynuyor

Geçen haftaya damgasını vuran “Ötekileştirme Raporu” tartışmasının odağındaki kuruluş Açık Toplum Enstitüsü oldu.

29 Aralık 2008 02:00

Geçen haftaya damgasını vuran “Ötekileştirme Raporu” ve “George Soros” tartışmalarının odağındaki kuruluş Açık Toplum Enstitüsü (ATE) oldu.

ATE’nin Genel Müdürü Hakan Altınsay Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay imzasıyla yayımlanan 'Soru-Cevap’ın bu haftaki konuğuydu. Altınay tartışmaları değerlendirirken ATE ve Soros hakkında da bazı bilgiler verdi…

Soru-Cevap'ın konuğu açık toplum enstitüsü'nün Türkiye Direktörü Hakan Altınay Gelişmiş demokrasilerde bu kadarı olağan mıdır bilmiyoruz, ama bizde sık sık “sevenler” ayrılır, yeni aşklar bulur, sonra gün gelir elleri dostça birleşir, ama belki yarın yine ayrılır.
Liberaller, İslamcılar, ulusalcılar, solcular ve hepsinin kendi içindeki alt grupları, takımyıldızları, onların etrafındaki Samanyolu, tabii bir de gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar…
Öylesine renkli bir evrendir ki bu, bir bakarsınız Büyükayı’yla Küçükayı omuz omuza, ertesi gece Çoban yıldızı aralarına girmiş, bir sonraki gece ise ortada hiçbiri yok, meydan Ejderha takımına kalmış…

İşte bu toplanıp-dağılmaların en şiddetlilerinden birine geçen hafta tanık olduk. Prof. Dr. Binnaz Toprak ve ekibinin yaptığı bir araştırma, daha düne kadar Toprak’ı öve öve referans gösterenleri çılgına çevirdi, Toprak’a demediğini bırakmayanları ise mutluluktan havalara uçurdu.
Kavga çıkaran araştırmanın adı, “Türkiye’de Farklı Olmak. Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler.” Kavganın sebebi de araştırmadan “laiklerin ötekileştirildiği” sonucunun çıkması. İkinci bir tartışma konusu ise araştırmayı destekleyen kuruluşun bizzat kendisi, yani Açık Toplum Enstitüsü (ATE). Çünkü ATE’nin büyük patronu ünlü borsa spekülatörü George Soros.

Bu yüzden bu hafta ATE Türkiye’nin Genel Müdürü Hakan Altınay’la konuştuk. Altınay’a hem yıllardır tartışılan, ama muhtevası pek bilinmeyen ATE’yi sorduk, hem de bir “liberal sol” gözüyle şu son kavganın kritiğini yapmasını istedik:

- George Soros’un ATE-Türkiye’nin araştırma konularından haberi oluyor mu?
Çok nadiren, mesela bu son araştırmadan haberdar değil. İki-üç yılda bir Türkiye’ye geldiğinde kendisine yaptıklarımızı anlatıyoruz, o da “A ne kadar ilginç” diyor, hepsi bu. 

- Yine de son projedeki Gülen cemaatine dönük ifadelere bakıp “Soros, Gülen’e bayrak açtı” diyen çıkarsa?..
Kesinlikle böyle bir şey yok. Zaten bizim hiçbir projemiz kimsenin kimseye bayrak açması için yapılan çalışmalar değildir.

- Ama “operasyonel” diyenler var?
Çok yazık. Bu kadar hoyrat bir dil kullanmasak daha iyi olur tabii, ama bizim şu an “Kreşler nasıl organize olmalı”dan “elitler neden bu kadar kızgın”a kadar devam eden 10 ayrı projemiz var. Biz bunların hiçbirini belli bir sonuç alınsın diye değil, bu önemli konularda bilgi ve analiz üretilmesini önemsediğimiz için destekliyoruz. Toplum olarak aynaya baktığımızda olabildiğince tam bir resim görebilmek için…

- Peki hiç aklınıza gelir miydi, günün birinde Doğu Silahçıoğlu’yla aynı saflarda gösterileceğiniz?
Biz her zaman olduğumuz yerdeyiz; yani özgürlüğü, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü önemseyen yerde. Ama anlıyoruz ki bu rapor yeterince iyi okunmamış. Mesela bu rapor otoriter seçeneklerin peşinde koşanların, muhtıra verenlerin, parti kapatmaya kalkanların bu tür sorunların konuşulmasının zorlaştırdığını söylüyor. Dolayısıyla bu işleri yapanlara “Aferin” diyen bir rapor değil.

- Bu tarif ettiğiniz cephenin de rapora sahip çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz?
Bence laikliğe özel bir önem atfedenler bu rapora bakıp “Ya acaba zamanında bizim yaptıklarımızın böyle bir sonuç çıkmasında katkısı oldu mu” diye sorsalardı daha yararlı olurdu. Çünkü Türkiye’deki tek ötekileştirme en son raporda bahsedilen ötekileştirme değil. Türkiye’de bir sürü ötekileştirme var. Laikliği çok önemseyenler de zamanında ve hatta bugün “dindar” olanlara ötekileştirme uyguladı. Elbette bu, raporda bahsedilen resmi meşrulaştırmaz, ama herkesin özeleştiri yapma konusunda biraz daha cesaretli olması gerekiyor.

- Ya diğer taraf; raporu tu kaka ilan edenler?
Keşke muhafazakar arkadaşlarımız da “Bazı soru işaretlerimiz var, ama bu itirazlarımız baki kalmak kaydıyla Türkiye’de değil 401 kişi, sadece 100 kişi bile kendisini köşeye sıkışmış hissediyorsa biz bu işi önemseyeceğiz, bizim bir rolümüz var mı yok mu araştıracağız” diyecek kadar açık fikirli olsalardı. 

- Sizce her iki taraf da niye yapamıyor bu dediğinizi?
Hırçın bir tartışma ortamımız var. Bunun da nedeni galiba herkesin kendisini kuşatılmış hissetmesi. Bu ülkede herkes defans oynuyor. Halbuki sürekli savunmacı olmak zorunda değiliz. Biraz rahatlasak, kendimize güvenimiz biraz artsa o zaman her iki taraf da rapordaki şu öneriyi fark eder sanıyorum: “Bu saate kadar laiklikle ilgili sorunlardan bahsedenlerin bazıları otoriter seçenekler önerdiler. Burada bir sorun olabilir. Aslında biz bunu özgürlükçü demokrasi içinde çözebiliriz.” Bence asıl tartışılması gereken iddia buydu. 

- Sizce bu proje kimin işine yaradı?
Kimin işine yaradı bilemem, ama laikliği önemseyen ve Anadolu’da işlerin iyi gitmediğini hissedenlerin izlenimlerinin boş olmadığını gösteren bir araştırma diyebiliriz.

- Size “Hoş geldiniz” diyenlere yanıtınız nedir?
Ben bir yere geldiğimiz kanısında değilim. Bu araştırmada bizim öteden beri savunduğumuz açık toplum fikriyle çelişkili hiçbir şey yok. Ama elbette yeni şeyler de öğrendik. Mesela bazı insanların kendilerini bu derece köşeye kısılmış hissettiğini ben şahsen yeni öğrendim. 

- Peki o zaman “Cumhuriyet mitinglerine katılanların hepsi darbeci değilmiş, bu ülkeye bir dertlerini söylemeye çalışıyorlarmış” da der misiniz?
Sanırım buna birkaç yıl sonra daha sağlıklı bir cevap verebileceğiz. Fakat en azından Cumhuriyet mitinglerinin önemsenmesi gerektiği aşikar. Topluca herkese “darbeci” demek meseleyi açıklamıyor. Ancak unutmayalım ki o dönem darbe planlarının yapıldığını yeni yeni öğrenmeye başlamıştık. Dolayısıyla insanların bir miktar tereddütlü olmasını da ben anlayışla karşılıyorum. O mitingler darbelere ve darbe denemelerine çok daha net itiraz etmeliydi. 

Bazı ifadeleri çok hoyrat buldum ve üzüldüm

- Sizin içiniz rahat mı araştırmadan yana?
Hiç şüphem yok. Binnaz Hoca benim 22 yıldır tanıdığım, çok sevgi saygı duyduğum, bilimsel ahlakına, özgürlükler konusundaki hassasiyetine çok güvendiğim biridir. Her araştırmada mutlaka eksikler vardır, hiçbiri son söz değildir, ama ben bu araştırmanın ilginç ve önemli şeyler söylediği kanısındayım. En azından kendi adıma çok şey öğrendim.

- Araştırmayı ilk okuduğunuzda “Eyvah bir bu ekip saldırmamıştı, şimdi onlar da gelecek üstümüze” dediniz mi?
Hayır, doğrusu projelerimizin sonuçlarını “Bize kim kızacak” perspektifiyle değerlendirmiyoruz. Üstelik zamanında bu sefer kızanlardan daha güçlü ve daha ürkmemiz gerekenler de kızdılar bize, ama canları sağ olsun, biz buradayız ve doğru bildiğimiz işleri yapmaya devam edeceğiz.
- Tepki gösterenlerden sizi hayal kırıklığına uğratanlar oldu mu?

“Kolonyalistlerin yerli halkı değerlendirmesi” ifadesi ya da değerli bir yorumcunun “hayatında gördüğü en vahim araştırma” tanımlaması, bir başkasının “operasyonel” demesi… Doğrusu bunları fazla hoyrat buldum ve üzüldüm.

- ANAR Genel Müdürü İbrahim Uslu, “TÜİK kaale bile almaz bu araştırmayı” dedi; peki bu ifade sizin için bir veri mi?
Benim için bir veri değil. Çünkü zaten bu istatistiki bir araştırma değil, oysa TÜİK istatistik yapıyor. Ama bu arkadaşımız böyle değerli bir tepkide bulunmuş, kendisine çok teşekkür ederiz.

- Sizce bu araştırma “bilimsel” mi, yoksa kuvvetli bir “kanaat” mi?
10 yıl sosyal bilim okudum ve bu araştırmada izlenen yöntemin bilim adına anlamlı bir yöntem olduğu kanısındayım. Bu bir anket çalışması değil. Türkiye için genelleme yapma iddiası olan bir araştırma da değil. Ama bilime atfedilecek bir araştırma. Kaldı ki bilimsel olmasaydı daha mı az değerli olacaktı? Anadolu’da 100 kişi bile böyle bir çaresizlik içindeyse bunu önemsemeyecek miyiz? Bir toplum olmak insanlarla bir kader birliği içinde olmak demek değil midir? Bu ülkede istisnasız herkesin başının dik yürüyebilmesini, makul ve hoşgörülü olmayı önemseyen insanlar bunlara kayıtsız mı kalmalı?  


Muhafazakarlarla 2004’teki noktada değiliz

- Aydınların kendilerini belli “düşünce çeteleri”ne hapsetmemeleri iyi bir şey olmalı, değil mi?
Şüphesiz…
- Peki bu izlediklerimizin tamamı acaba gerçekten bağımsız tepkiler mi yoksa içinde bulundukları cemaatlerin toplu çıkarlarıyla da mı ilgili; burada sizin bir kuşkunuz var mı?
Sadece bu araştırmayla ilgili değil, benim bir süredir zaten toplumsal tahayyül ortamımız konusunda böyle bir izlenimim vardı. Birincisi dediğiniz gibi çok renkli bir fikir dünyamız var. Köşe yazarlarının bu kadar önemli olduğu başka bir toplum ben bilmiyorum. Her konuda gece yarılarına kadar tartışma programlarının sürdüğü, araştırmaların ısrarla manşet olduğu başka bir örnek şahsen duymadım. New York Times’da manşet olmuş bir araştırma var mı, hatırlamıyorum. Türkiye ise sosyal bilimler için bir cennet.
İkincisi de tartışmanın tonundaki hoyratlıklar “Toplum olarak daha olgun, daha sakin olamaz mıyız” dedirtiyor insana. Hemen söylenebilecek en sert, en salçalı şeyi söylemeyi fazla önemsiyoruz. Her şeyi bir ölüm kalım meselesiymiş gibi tartışıyoruz. Bunlar benim genel gözlemlerimdi zaten. Bu kanım geçen hafta daha da güçlendi.

- Acaba şimdi şöyle bir tespit de yapar mısınız: “Liberallerle muhafazakarlar arasında bir süredir devam eden ayrışma bu araştırmadan sonra çatlağa dönüştü”? 
Tabii, eskiden benzer tavırlar alan grupların şimdi almadığını ben de görebiliyorum. 2004’te olduğumuz noktada olmadığımız aşikâr.

- İlk ne girdi araya sizce?
Bilmiyorum, belki de zaten çok uzun sürmeyebilecek bir şeydi.

- Sebep AKP olabilir mi?
Bana AB konusundaki konsensüsümüzün sulanmış olması daha önemli geliyor. Eskiden çeşitli gruplar AB’de kendi önceliklerine hizmet edecek bir perspektif buluyordu, ama sonra bu değişti sanırım.

- Yanılmışsınız yani?
Evet, ben kendi adıma 2004’te müzakere kararı alındıktan sonra 2005’te reformların hızlanacağını düşündüm. Bu konuda yanılmışım. AB konusunda daha güçlü bir konsensüs olduğu kanısındaydım, bu konuda da yanılmışım. Reformları biz kendimiz için yapacaktık, Frenkler için değil. Belli ki bu da doğru değilmiş.

- Şimdi durup baktığınızda AKP’ye ve çevresine yönelik eleştirilerinizi gerektiğinden az tuttuğunuzu, hatta bir nevi “pozitif ayrımcılık” yaptığınızı düşünür müsünüz?
Bizim kurumsal olarak bu tip bir tutumuz hiç olmadı. Mesela biz AKP’nin başarılı olmasını istediğimiz kadar CHP’nin de ciddiye alınması gerektiğini hep Avrupalı dostlarımıza söyledik. Onlara “Taktikleri yüzünden laiklerin önceliklerini görmezlikten geliyorsunuz. Bu yanlış. Laiklerin de duyarlılıklarının dikkate alınması gerekiyor” dedik.  



Bütün endişelere paranoya muamelesi yapamayız

- Bu laiklere bakış açılarıyla ilgili Avrupa’ya olan eleştiriniz sanki çok bilinen bir bilgi değil, bugüne kadar neden pek paylaşmadınız?
Ama ona bakarsanız ben AB’ye şüpheyle bakanların da itirazlarının yüzde 50’sine katılıyorum. O anlattığım trendeki insanlar endişeli ve bunların hepsine birden paranoyak muamelesi yapamayız. AB’nin Türkiye’ye çifte standartlı yaklaştığı konusundaki itirazlara ben de katılıyorum. Hatta bunu en iyi bizim “Kant’ı Aramak” raporumuzun belgelediği kanısındayım. Ama tabii gönül ister ki AB’ye şüpheyle bakanlar da Türkiye’deki özgürlükleri genişleteceklerini açıkça ilan etsinler.

- AB süreciyle Irak işgalinin aynı döneme denk gelmesi de Türkiye’nin şanssızlığı mı oldu acaba?
Aynen! Bir bakıyoruz ABD burnumuzun dibine kadar gelmiş ve hiçbir uluslararası normu dikkate almadan bir milyon insanın hayatına mal olacak bir operasyon yapıyor.

- Bu da özellikle o bahsettiğiniz arka vagondakileri çok endişelendiriyor?..
Kesinlikle ve bu endişe de mantıklı bir şeydir. Buna hiç kimse paranoya muamelesi yapmamalıdır. Burada iktidarıyla, muhalefetiyle siyasi liderlere bir rol düşüyor. Clinton bence Amerika’da bunu yaptı. Kendisi iktidara geldiğinde Amerikalıların bacakları titriyordu, “Bu Japonlar gelecek, memleketin tamamını alacak, biz küreselleşmede başarısız olacağız” diye. Ama Clinton bu insanların gözlerinin içine bakarak “Bakın sizin için şunu şunu çözebilirim, şunu şunu da çözemem, bu tren kalktı” dedi. İnsanlar da “Ya bu adam bizi anlıyor galiba” diye rahatladılar ve sonunda da kazandılar. Türkiye de bunu yapabilir.  



En ufak bir kuşkumuz olsa ATE’de durmazdık

- George Soros’la ilk ne zaman tanıştınız?
2001’de, ATE-Türkiye’yi kurduktan sonra.

- Türkiye’de bir ATE’yi kurmayı kim önerdi size?
Daha önceden tanıdığım bir ATE sorumlusu “Türkiye’de bir ofis açmayı düşünüyoruz, bize yardımcı olur musun” dedi. Aslında zaten hobi olarak yapacağım bir işi teklif ettiler bana. Tabii kabul ettim, 2001’de ATE Türkiye’yi kurduk.

- Kabul ederken Soros’un malum ününden çekinmediniz mi?
Çekinmedim, çünkü Soros’un asıl dünya görüşünden haberdardım. Örneğin kapitalizme yaptığı eleştirileri biliyordum ve aynı şeyleri düşünüyorduk.

- Siz kendinizi siyasi açıdan nerede tanımlıyorsunuz?
Özgürlükler konusunda liberal teori beni heyecanlandırıyor, ama buna karşın liberalizm eşitlik, sosyal adalet gibi konulara fazlasıyla duyarsız buluyorum. Dolayısıyla “Sol liberal”, “sosyal demokrat”, “özgürlükçü sol”; bunların hepsi bana anlamlı gelen şeyler.

- Ve Soros ismi size sorunlu görünmedi?..
Sorunlu görünmediği gibi Soros’un hayatta aldığı pozisyonlar benim de arkasında durabileceğim pozisyonlardı.

- Ya peki Gürcistan’daki, Ukrayna’daki darbeleri desteklediği iddiaları?
Ben o ülkelerdeki değişimleri o ülkelerin halkının yaptığı kanısındayım. Sosyal bilim bu tür değişimlerin dış dinamiklerle olamayacağını söylüyor. ATE istese bile böyle şeyler yaptıramazdı, ki zaten istemez; istememelidir de. Bir ülkenin kaderi sadece ve sadece o ülkede yaşayan insanlara bağlıdır.

- Ancak Soros 2005’te Can Dündar’a verdiği röportajda “Devirmiyor, devireni destekliyorum” demiş?..
Kendisi de rolünü abartma eğiliminde olabilir, ama benim anladığım sosyal bilim bu tür değişimlerin dış dinamiklerle olamayacağını söylüyor. Eğer Ukraynalılar ya da Gürcüler hükümetlerinden yeterince mutsuzlarsa bunu kendileri yaparlar. Ana belirleyici toplumların ne isteğidir. Kendileri böyle söylemek isteseler bile ben dış dinamiklerin bir fark yaratmayacakları kanısındayım.

- Yine de kuşku duyup bir inceleme yaptınız mı?
ATE’nin diğer ülkelerdeki temsilcileriyle bir araya geldiğimizde bunları konuşuyoruz, ama bugüne kadar duyduğum şeylerden beni alarme edecek hiçbir mesaj almadım. Kaldı ki böyle bir şeyin Türkiye’de olması mümkün değil. Buna ilk itiraz edecek olanlar biz ATE yöneticileri ve danışma kurulumuzdur. En ufak bir kuşkumuz olsa ne ben ne de danışma kurulu üyelerimiz burada olurduk.  



Soros: “Bana da beni anlatsalar ben de inanmazdım”

- Soros’la ilgili sizin kişisel izleniminiz nedir, sizce nasıl biri Soros?
İlginç bir adam. Bir kere çok alçakgönüllü. Bizim ona atfettiğimiz servet ve iktidarı davranışlarına baktığınız zaman hissetmiyorsunuz. Yatı, katı, uçakları olan biri değil, fikirlerle heyecanlanan biri. Buraya geldiği zaman Boğaz’da dolaşmak yerine aydınlarla oturup konuşmayı tercih ediyor. Daha iyi bir dünya istiyor ve bunun için servetinin tamamını harcamaya hazır. Bu yolda ABD’nin politikalarıyla ters düşmekten de hiç çekinmiyor.

- Mesela?
Mesela 2007 Mart’ında Batı’nın Hamas ile konuşmayı reddetmesinin bir hata olduğunu, ABD’deki İsrail lobisinin rasyonel bir tartışmaya izin vermeyecek kadar baskıcı olduğunu söyledi. En güçlü döneminde bile Bush’a ve Irak’ı işgal etmesine karşı çıktı.

- Siyasi kulvar bakımından nereye koyarsınız Soros’u?
Blair’in “üçüncü yol” anlayışına yakın olduğunu söyleyebiliriz. Ama asıl olarak Soros tam bir Karl Popper’cı. Zaten hocası da olmuş, ondan feyiz almış, ATE’yi onun açık toplum teorisi üzerine kurmuş.

- Bir yanda açık toplum ideali, diğer yanda paradan para kazanma hali… Soros bu ikisini bir arada nasıl yapıyor?
Soros son derece açık sözlü, “Sistem benim türümde para kazanılmasına izin vermemeli” diyor. Enron skandalı patladığında “Sorun sadece bir muhasebe sorunu değil, sorun kapitalizmin altındaki ihtiras ve aç gözlülüktür” diyebilen biri. Hatta kendisine “Dürüst ve iyi bir insan olarak bir milyon dolar kazanabilir misiniz?” diye sormuşlar, düşünmüş, “İlk milyon dolarınızsa hayır” demiş. Bence dahice bir cevap. Hatalarını bildiği bir sistemi yapay bir şekilde cilalamak yerine eleştirilerini söylüyor.

- Bu arada da vergiden kaçmak için şirketini Hollanda Antilleri’nde kuruyor mesela?
Yatırımcılar vergi vermemek için bu tür şeyleri kullanıyorlar, ama diğer yatırımcılardan farklı olarak Soros bunun değiştirilmesi gerektiğini de söylüyor.

- Peki sizce nedir gayesi; dünyayı değiştiren insan mı olmak istiyor, spekülatör yerine bir fikir adamı olarak anılmak mı?
Bence ikisi de var.

- O zaman sizce neden dünyanın iyiliğini düşünen değil de onu karıştıran biri olarak algılanıyor?
Soros’a “Sizin hakkınızda böyle iddialar var” dediğimde “Bana da beni anlatsalar ben de inanmazdım” demişti. Çünkü Türkiye için gerçekten zor bir hikâye. Düşünsenize, bu adam Musevi, zengin, Amerikalı ve Türkiye’nin iyiliği için para harcadığına inanmamız bekleniyor! Bizimkisi Türkiye’deki bütün önyargılarla çelişen bir iddia.

- Bir de şöyle soralım: Soros’u sizce dünyada kimler seviyordur?
Soros’un beni sevsinler diye bir derdi yok, ama doğrusu sevenleri çok. Nobel sahipleri, cumhurbaşkanları, başbakanlar, dışişleri bakanları ve tabii Obama… Açık toplumu ve dünyanın daha iyi bir dünya olmasını isteyenler de diyebiliriz.  



Biz çalışmalarımızdan gurur duyuyoruz

- Birkaç örnek verir misiniz; Soros ne yapıyor ATE’de?
1990’larda en çok uğraştığı konu, Bosna’daki Müslümanlara yapılan zulmün durdurulmasıydı. Saraybosna’ya su, elektrik sağlanması gibi projelere milyonlarca dolar aktardı. Çeçenlerin ciddi bir vahşetle karşı karşıya olduğunu söyleyip, dünyanın buna seyirci kalmasının utanç verici olduğunu yazdı. 11 Eylül’den hemen sonra Müslüman göçmenlerin haklarını savunan kuruluşlara üç milyon dolarlık acil yardım yapıldı. İsrail’deki Filistinlilerin haklarını savunan kuruluşları destekliyor.

- ATE-Türkiye’nin faaliyetlerinden ne gibi örnekler verirsiniz?
Yurtiçinde kadına karşı şiddetten, eğitimdeki eşitsizliklere, hukuk talebinden sosyal politikanın geliştirilmesine, bilgi edinme hakkının daha iyi bilinmesinden, kültür sanat etkinliklerinin üç büyük şehirden başka yerlere gitmesine, görme özürlüler için internet kütüphanesi tasarlanmasından, zihinsel engellilerin topluma katılımına kadar 100’ün üzerinde projeye destek verdik. Yıllardır Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini “mozaik” yerine "ebru" ifadesiyle anlatan projeyi destekliyoruz.
Yurtdışında ise Türkiye’nin AB sürecinin sonuna kadar arkasındayız. Bunun için çeşitli raporlar yayınlayıp, makale ya da mektuplar yazarak AB’den Kosovalılara gösterdikleri desteği Kıbrıs Türklerine de göstermelerini istiyoruz. Sarkozy’nin tutumuna karşı Avrupa’yı uyarıyoruz. 12 ülkeden 20 saygın kişinin Avrupa'daki Türkiye karşıtı önyargıların yaygınlığından derin endişe duyduklarını ilan etmelerine ön ayak olduk.  Bizim bir araya getirdiğimiz “akil adamlar”ın Türkiye’yle müzakerelerin açılmasına katkı yaptığı kanısındayız ve bu yaptıklarımızın hepsinden de gurur duyuyoruz.

- Bu insani çalışmaları diğer faaliyetlerin üzerini örtmek için yaptığı iddia edilirse ne dersiniz?
Örtbas edilmeye çalışılan şeyin ne olduğunu anlamadığım için ne yaparak onu örtbas ettiğimizi bilmiyorum. Ülkelerin parçalanması kastediliyorsa bunun ATE’yle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok. Bunun olduğuna dair bir tek kanıt gösterilemez. Buna en başta ben radikal bir şekilde itiraz ederim.  

Hakaretlere hırçın tepkiler vermeyeceğiz

- “Soros çocukları” vesaire ifadeleri hakkındaki tavrınız nedir?
Biz genelde ifade özgürlüğünün çok önemli olduğunu düşünen bir kurumuz. Aslında bu tür ifadelerin cezalandırılması için çok yaralayıcı, çok zarar verici davalar açabilecekken bunu yapmamayı seçtik. Çok hırçın olabilirdik, ama yapmadık. Bundan sonra da yapmayacağız. Tabii gönül ister ki toplum olarak biraz daha kaliteli yöntemler kullanarak kendimizi ifade edebilelim.

- Bu tip hakaretler duydukça hevesiniz kaçıyor mu?
Bazen üzülüyorum, çünkü yanlış yerlerde patinaj yaptığımız kanısındayım. Üstelik bu ifadeyi ilk kullanan gazete de benim gençken düzenli okuduğum Cumhuriyet gazetesi. Dolayısıyla benim için özellikle acı bir şey, ama ne yapalım bunları da görecekmişiz.

- Tehdit alıyor musunuz?
Olmadı diyemem, bir iki tanesini savcılığa da verdik.

- Vakit’le Cumhuriyet’i aynı noktada birleştirmiş olmanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şaşırtıcı, ilginç. Bu ülkede yaşadıkça yeni yeni şeyler görüyoruz. Herhalde Vakit’le Cumhuriyet’in aynı dili kullandığı çok nadir olaylardan bir tanesidir.

- Soros’un Türkiye’de kendisine ne dendiğine ilişkin bir fikri var mı?
Var tabii, geldiğinde anlatıyoruz.

- Ne diyor?
Biraz şaşkınlıkla ve ilgiyle izliyor. Zaten daha çok o bize soruyor ne yapılması gerektiğini. Bizim de buna cevabımız, “Demek ki kendimizi daha iyi anlatacağız, sevenler sevecek, sevmeyenlerin de canları sağ olsun” oluyor.  



“Trenin 28. vagonu” analizi

- Bizdeki gibi bu tür ifadelerin kullanıldığı başka bir ülke var mı?
En yoğun, en yaratıcı paranoyaların olduğu ülkelerden bir tanesi olduğumuzu biliyorum, ama yalnız olmadığımızdan da eminim. Çünkü bu biraz da şununla ilgili: Dünya çok hızlı değişiyor. İnsanlar ise kendilerini uzun bir trenin 28’inci vagonundaymış gibi hissediyorlar. Tren gittikçe hızlanıyor. Kondüktör uzun süredir uğramamış. Nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz. Sizi dinleyip dinlemeyeceklerini, sizi istediğiniz yere götürüp götürmeyeceklerini bilmiyorsunuz. Dolayısıyla gittikçe daha huzursuz bir şekilde koltuğunuzda oturuyorsunuz. Tek güvenceniz orada bir imdat freni var, o. “Çok sıkışırsam, ona asılırım” diyorsunuz. Ve sizin ona asılabileceğinizi söyleyen insanlara da özellikle önem atfediyorsunuz. Ben Türkiye’de de Fransa’da da 28’inci vagonda oturan tüm yolcular için durumun aynı olduğunu düşünüyorum.

- O imdat freni nasıl bir şey?
“Benim bu düzene itirazım var. Ben dünyayla bütün ilişkilerimi keseceğim. Bu treni durduracağım! Benim illa bir yere gitmem gerekmiyor, kendi içime de kapanabilirim.”

- “Çünkü görmüyorum nereye gittiğimi”?..
“Görmüyorum. Kimse bana sormadı. Nereye gitmek istediğim konusunda fikrimi ifade ettiğimde beni dinleyeceklerinden emin değilim. Çünkü eskiden ulus devlet vardı, ama şimdi ulus devleti de aşan anlamadığım bir sürü güç var.”  


Kim daha büyük kötülük yapıyor?

- Böyle anlatınca çok da haksız gibi görünmüyorlar, değil mi?
Kesinlikle. Makul soruları, tereddütleri tabii ki anlıyorum. Ayrıca hiç kimse beni veya ATE’yi sevmek zorunda da değil. Ama sorun bunun bir noktadan sonra tamamen orantısız bir şekle ve hayatımızı paralize eden komplo teorilerine dönüşmesi. Oysa ben bu noktada şu sorunun sorulmasını istiyorum: Dünyanın çok kötü bir yer olduğunu, çok kötü insanlar tarafından idare edildiğini ve bizim söyleyecek, yapacak hiçbir şeyimiz olmadığını anlatanlar bize iyilik mi yapıyorlar, hayatımız üzerindeki kontrolümüzü mü arttırıyorlar, yoksa bizi anlamsız, gereksiz bir çaresizliğe mi itiyorlar?
 
En saydam vakıflardan biriyiz


- Soros’un ne kadar parası vardır?
7-8 milyar dolar.

- Zenginler sıralamasında kaçıncı?
İlk 50’ye giriyor galiba.

- Bugüne kadar Türkiye için ne kadar harcadı?
8 yılda 10 milyon dolar civarında. Bütün ağın içinde bütçesi en küçük ATE’lerden bir tanesiyiz.

- Toplam 60 enstitüye ne kadar harcamıştır?
Son on yıldır 5 milyar dolar, yani neredeyse serveti değerinde. Business Week’e göre verdiği paranın servetine oranına baktığınız zaman dünyadaki en bonkör insanlardan bir tanesi. Kalan servetini de çocuklarına bağışlamıyor, yine ATE’ye harcayacağını ilan etmiş durumda.

- Vakıftan destek alanların bazıları sanki bu konudan konuşmayı çok da sevmiyorlar gibi… Siz onlara bozuluyor musunuz, hem bizden para alıyorlar hem de bundan tedirgin oluyorlar diye…
Bunun çok yaygın olduğu kanısında değilim. Ayrıca bizden destek alan her proje her toplantısında, her yayınında bunu belirtmek zorundadır. Bunu böbürlenmek için değil, saydamlığa inandığımız için yapıyoruz. Artı biz de kendi web sitemizde bütün projelerimizi zaten açıklıyoruz. Bence Türkiye’deki en saydam vakıflardan bir tanesiyiz.  Bugüne kadar Evrensel’den Milli Gazete’ye kadar kim ne isterse, hangi soruyu sorarsa bunun cevabını verdik. Yaptığımız her şeyi internet sitemizde açık açık anlatıyoruz, yıl sonunda faaliyetlerimizi açıklıyoruz.

- Projeler konusundaki kriteriniz nedir, hangi projelere destek veriyorsunuz?
E-mailden dahi proje başvurusu kabul ediyoruz. Sadece şuna bakıyoruz: Bu projenin Türkiye’nin daha açık bir toplum olmasıyla ne ilgisi var ve önerilen isimler işi yapabilecek isimler mi? Bir de projelerin Türkiye’deki kişi ve kurumlarca da mali olarak desteklenmesi şartımız var. Bu konularda ikna olduysak öneriyi danışma kurulunun önüne getiriyoruz. Destekleme kararını danışma kurulu alıyor. Danışma kurulumuz ise gönüllü çalışıyor ve her yıl üçte biri değişiyor. 

Portre
Hakan Altınay kimdir?
Hakan Altınay, 1968 İstanbul doğumlu. Ailesi Afyonlu. Kadıköy Anadolu ve Fen Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi, Oslo Üniversitesi’nde sosyal antropoloji ve New School’da siyaset bilimi eğitimi aldı. Çalışma hayatındaki ilk işi demirci çıraklığı, ikinci işi de aşçı yamaklığıydı. 10 yıl süren sosyal bilimler eğitimi sonrasında Spunk Fund, Pathfinder International ve International Research&Exchanges Board gibi uluslararası sivil toplum kuruluşlarında çalıştı. 2001’deki kuruluşundan beri Açık Toplum Enstitüsü Türkiye’nin Genel Müdürlüğü’nü yapıyor. Bu arada Türkiye’nin ilk robotunu yapan Hakan Altınay’la yakından uzaktan ilgisi yok, tamamen isim benzerliği.