Kültür-Sanat

'Altı ay dayanırsak iyi demiştik, 20 sene oldu'

Yayın Yönetmeni Ömer Madra, Açık Radyo'nun 20 yıllık serüvenini anlattı

24 Mart 2015 14:30

Yayın macerasında 20. yılını sürdüren Açık Radyo'nun Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra,  "En yakınımızda olan insanlar -ki ben de dahilim buna- 'çok güzel oldu, 6 ay, bilemedin 1 sene dayanırız' esprisi yapmıştı, ama 20 sene oldu. Hakikaten müthiş bir süre. Hele de Türkiye gibi sürekliliğin, kalıcılığın genel geçer değer olmadığı bir yerde" dedi.

Evrensel gazetesinden Devrim Acaroğlu ve Faruk Ayyıldız'ın sorularını yanıtlayan (24 Mart 2015) Ömer Madra'nın açıklamalarından satır başları şöyle: 

20 yıl çok uzun bir süre...

Hakikaten müthiş bir süre. Hele de Türkiye gibi sürekliliğin, kalıcılığın genel geçer değer olmadığı bir yerde. En ilginci de bundan 20 sene önce aynı bu formatta başlamıştık. Daha radyo falan yok ortada; her müzik olsun dedik, rock da, etnik de, caz da, klasik de. Her konu olsun dedik; tarihi, doğası, antropolojisi... Böyle bir program yaptık, oturttuk ve herkes memnun kaldı. Hiçbir yerde bir örneği yok bunun. Sebze çorbası gibi her şey var içinde. En yakınımızda olan insanlar -ki ben de dahilim buna- “çok güzel oldu, 6 ay, bilemedin 1 sene dayanırız” esprisi yapmıştı.

Mali durumdan mı bahsediliyor yoksa bu ülkede iyi bir iş tutmazdan mı?

İkisinden de bahsedildi. Zaten mali bir beklentimiz yoktu, ticari olmayacağı açıktı. Baştan bunu koymuştuk. 1112 programcı olmuş bu zamana kadar, hepsi gönüllü, bir kuruş para almadan yaptılar. Atilla Aksoy kurucu ortaklarımızdan birisidir. 92 kişiden birisidir ama fikri, maddi ve manevi büyük desteği oldu. Radyo Şenliğine onu da çağırdım, en babaları, eskileri çağırıp sohbet ediyoruz. ‘Biz neymişiz’ muhabbeti yapıyoruz. 12 yıldır süren destek projesinin bir rekorunu kırdık. Bir günde 277 destekçi ve bunların önemli bir bölümü de yeni. Yeni olması çok önemli çünkü radyonun kendisini yenilediği, başka kuşakları içerisine aldığını gösteriyor. 2008 senesinde Haluk Bilginer’in sürüklediği müthiş bir destek günü vardı. Haluk’un rakamını sayıda değil ama parada geçtik. Artık biz yapıyoruz sürükleyiciliği. Eraslan Sağlam var, müthiş bir dinamizm ile yapıyor. Bunu anlatıyordum Atilla Aksoy’a, çok hoş bir laf söyledi; ‘Bu şartlar altında hâlâ sürdürülebiliyorsa, bir umut vardır’. Atilla’nın bir başka lafını da o zaman şiar edinmiştik; ‘Hiçbirimiz imkansız olduğunu bilmiyorduk, onun için başardık’. Tam anlamıyla Public Radio dedikleri bir şey çıktı ortaya.

 

‘Sessizleştirilmişlerin sesi olmak’

 

En iyimseriniz bile bir sene biçerken, nasıl 20 yıl oldu? Yani 20 senede ülkede harika şeyler olduğundan değil herhalde...

Çok doğru, bence de öyle değil. Basit bir formülü var. Şimdi bakınca basit geliyor aslında, o zamanlar bilsek bu kadar ıstırap çekmeyebilirdik. Doğrudan doğruya dinleyici desteğine dayalı bir şey yapabiliyorsanız bu muazzam bir avantaj sağlıyor. Hiçbir finansörü olmayan, doğrudan doğruya sizin hizmet vermenizi isteyen insanlara dayanmak. Sadece haber değil çaldığımız müziklerle, yaptığımız diğer işlerle insanlar sahiplendi radyoyu. Mesela iklim mücadelesi veriyoruz. Başka hiçbir aktivizme bulaşmadı radyo ama 2007’den bu yana bütün iklim yürüyüşlerine katıldı. Dünyayı değiştirmek isteyen bir radyo ancak dinleyici desteğiyle mücadelesini sürdürebilir. Bir patronun yok, “Şunu yapın, şunu söylemeyin” demesiyle olmaz bu iş. Amy Goodman çok esaslı bir kadın, efsanevi radyocu. Dünyada daha iyisi var mı bilemiyorum. Bir saatlik barış ve savaş raporu sunuyor. Adı; Democracy Now (Demokrasi Şimdi). Biz de onu her sabah yayımlıyoruz 06.00-07.00 arasında. Güney Afrika’daki iklim zirvesinde karşılaştığımda, hemen ifadesini almıştım gidip. Orada dedi ki “Mecbur olduğumuz bir tane şey var; Sessizleştirilmişlerin sesi olmak. Bunsuz hayat olmaz, siz de bunu yapıyorsunuz. Bundan azı kabul edilemez”. Bunu yapabilmenin esası bağımsızlıktır.

Geliyor dinleyici ve “Ben kendim için destek veriyorum” diyor. O zaman neden bir değil de 20 sene ayakta kaldığımız anlaşılabiliyor. 92 ortaklı radyo. Ortaklara “Parayı ver, unut” dedik. Verdiler ve unuttular. Çünkü özgür, bağımsız, somut olguları anlatan, haber sıralaması diye bir şeye sahip bir radyo istiyorduk. Radyo olunca anonim şirket olmak zorundasın. İzin vermiyor çünkü devlet. Zaten Cumhurbaşkanı da tüm ülkeyi anonim şirket olarak yönetelim diyor ya. Açık Radyo kanunen anonim şirket ama kâr amacı gütmeyen bir radyo. Hemen hemen eşit pay sahibi 92 ortağı var. Ortakların her birinde “ortaklık belgesi” olarak Abidin Dino’nun -1’den 100’e kadar numaralanmış– “Tuğralar” serisi litografilerinden biri var. İlkelerden sapmazsan meşakkatli oluyor tabi. Reklam hiç almıyor değiliz ama haber programlarına asla almıyoruz. Sapmadığın zaman insanlar da koruyorlar ve destekliyorlar.

 

‘Dünya yanıyor Türkiye kendiyle ilgileniyor’

 

“Bağımlıyım” diyen tek bir medya kurumu yok sonuçta. Göbekten merkeze bağlılar dahi seyircisi, dinleyicisi, okuru ile bir aidiyet ilişkisi kurmak istiyor... İstemek yetmiyor yani, o nedenle niyetiniz bir yana bunu nasıl başardığınızı anlatsanız.

Zor soru. Yakında çıkacak bir kitaba bir sayfa Açık Radyo’yu yazmamı istediler. Ben şöyle bir yazı yazdım; Açık Radyo 20 yıldır yayında, bunca zaman kuyruğu dik tutmayı başardı. İşin sırrı da tek kelimeyle özetlenebilir; Müşterekler. Yani bir avuç mütevazı insanın parklar, zenginlikler, sahiller ya da demokrasi, özgürlük gibi eşitlik, adalet gibi değerleri koruyup o müştereklere gözü gibi bakmak için yürüttüğü bir çaba. Bu çaba bence 20 yıllık mini mucizeyi getirdi. Bundan hiç sapmamaya çalıştık. Ne AKP, ne Kemalizm hiçbir şeyle uğraşmadık yani. Manifestomuzda; Çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz, size bir şey vermek istemiyoruz, mümkünse sizden bir şeyler almak istiyoruz demiştik.

Maalesef  Türkiye kadar içine kapalı bir ülke yok. Dünya yanıyor Türkiye sadece kendi meseleleriyle ilgileniyor; Cumhurbaşkanı bilmem ne... Başka bir dünya var yani, onun farkında değil. Açık Radyo’da çok enderdir Türkiye’den bir haberin birinci sıraya girmesi. Vanuatu’nun tayfunla yarısının yok olması birinci haberdir ben de. Türkiye’de olsa 40 milyon insanın evsiz kalmasından bahsediyoruz oransal olarak. Bu haber bence gidişat itibariyle önceliklidir. Bu perspektiften bakınca bazı şeyleri erken tespit etmek imkanımız oldu. Ahmet İnsel’in Açık Gaste içerisindeki köşesinde rastgele ‘Tunus’ta da bir şeyler oluyor’ falan dedi. Ahmet, Tunus kültürünü biliyor ve kulaklarını dikmiş Tunus’u takip ediyor. Ahmet’e “Anlat ağabey n’oluyor” dedik, sonra kendimiz de takip ettik. Tunus devrimini ve Arap baharını tereddütsüz olarak söyleyebilirim ki; Türkiye’de tek biz başlayarak yazdık ve takip ettik. Sabahlara Mısır’ı, Tahrir’i takip ettim. Hiç uyumadan radyoya geliyordum. Mesela 99 depreminde “Ne yapacağız” diye herkes gibi şoka girdik? Bir gün sonra bütün formatı değiştirdik, radyoyu kesintisiz bir “telsiz çevrimi”ne dönüştürdük ve ihtiyaçlarla imkanları buluşturan bir köprü olmaya çalıştık. 2 ay sürdü, insanlar ortalama 4 saat uyuyorlardı. Ve bir ortağımız gelip personelin parasını naylon torbayla dağıtıyordu. O zaman reklam yok, destek kampanyaları yok. Böyle günlerden geçtik ama ilkelerde ısrar edince; “Demokrasi, ifade özgürlüğü olmazsa olmaz bunlardan vazgeçmeyiz abi” deyince o zaman desteği bulabiliyorsun. Programcılarımız da bizi hiç bırakmadı tabii. Her sabah 06.00’da kalkıp 07.00’de burada olmak gerekiyor. 20 sene boyunca... Ama bu karşılığını bulunuyor.

 

‘Radyonun demokrasi ile muazzam bağı var’

 

Medya bu kadar değişim içerisindeyken radyonun yeri sarsılmıyor. Neden böyle bu?

Çünkü ucuz ve kolay. Televizyon gibi hantal değil. Hatta şimdi mikro radyolar var. Sadece birkaç sokak için yapılan radyolar. Müthiş etkili oluyorlar, oraya tüm mahalleli gelip, birlikte lafını anlatıp, kararlar alıyorlar. ABD’de de falan çok yaygın.

 

‘Yerel demokrasinin de bir parçası yani...‘

 

Aynen. Aslında radyonun demokrasiyle muazzam bir bağlantısı var. Radyo özgür bir mecra, eğer yapılabilirse. Tabii eğlence sektöründekileri kastetmiyorum. Onlar para ve reklam almak için sırf müzik ve eğlence sunuyor. Onlara da hiç itirazım yok tabii ama bizim kastettiğimiz radyo o değil. Bu vatandaşlık, yurttaşlık denilen şeyin yeşereceği bir iş. Küresel iklim değişikliğini konuşmadan yapamayız yani. Vanuatu’da evleri yok olan insanlardan birisiyle arkadaş olmuştuk New York’ta. Regici bir çocuk. Kanolar yaptırdılar, Avustralya’nın dev kömür ihraç limanına götürüp o kanoları denize soktular ve büyük kömür ihraç tankerlerini durdurdular. Çok cesurlar ve radyolardan duyuyoruz onların yaptıklarını. Çünkü yerel radyolar çalıştırıyorlar.

Dünyanın çok parlak gidişatı olduğu söylenemez ama radyoların çok önemli yerleri olduğuna inanıyorum. Radyo çok hızlı, seyyar bir şey. Gezi’de mesela... Taksim’deki ağaçların kesilmesiyle çok ilgiliydim ben. Kendi adımızı taşıyan ağaçlar vardı, devam ediyordu o ağaçların korunması. Bir gün sabah geldim, bir açtım interneti. 1 yıllık, genç bir arkadaşımızdan mesaj var; “Taksim’de ağaçları söküyorlar” diye. Telefona sarıldık, “Gel anlat” diye. 28 ya da 30 Mayıs’tı. Henüz hiçbir şey yoktu. ‘Zabıtalar geldi falan’ dedi. Telefonla anlattı sonra. Biz o tarihten sonra yayına girdik mesela, bir buçuk ay kaldık. Formatı değiştirdik. Radyo çok büyük esneklik sağlayabilen, iyi bir araç yani. Direk bağ kurabiliyorsun, ses tonuyla, tınısıyla.

 

'Öldükten sonra 6 sene program yapan var'

 

Ölümünden sonra 6 yıl program yapan da olmuş, doğmadan önce 6 ay program yapan da... Kim bunlar, nasıl yaptılar...

Hulusi Özoklav o adamın adı. Arkadaşımız Osman Tümay, onu Robert Kolejden tanıyor. Hulusi’nin de radyo hastalığı varmış. Genç yaşta öldü kendisi. Fakat kayıtlar yapmış, “Bir radyo programı yapmak istiyorum şöyle şöyle olmalı” diye. Biz Osman’la konuştuk. Program yapar mısın diye? Hulusi’den bahsetti, “Tamam onunla yapalım” dedim. Onun adını kullanarak, o formatı da kullanarak müzik ağırlıklı, zaman zaman yorumları da olan programda Hulusi’nin adı geçti; 6 sene boyunca. Tabii Hulusi’nin ailesinden de izin aldık. Deniz Mukan, Bebek Kokusu diye hamilelik üzerine bir program yapmıştı. Ve karnında Ada Gökçin vardı. Ada’yı da geçen gün programa aldık, kazık kadar olmuş, 17 yaşında.