Ezgi Başaran
(Radikal, 15 Ağustos 2012)
Geçen perşembe akşamı Mazlum-Der’in ‘Roboski’ye Adalet’ için yürüyüşü vardı. Fatih Camii’nin avlusunda toplandılar. Önce iftar edecek, ardından dövizleriyle İtfaiye Parkı’na, Saraçhane’ye kadar yürüyeceklerdi.
Hüda Kaya da o grup içindeydi. 28 Şubat ve öncesinde başörtüsüne özgürlük istediği için hapse düşmüş, idamla yargılanmıştı. O dönemin örnek teşkil edecek mağdurlarından biriydi.
O gün ve o günden önce Roboski için adalet istiyordu. Herkesin bunu istemesi gerektiğini hatırlatıyordu. Daha doğrusu hatırlatacaktı. Caminin avlusunda ekmek arası sandviç ve ayranla iftarını etmekte iken nara sesiyle irkildi:
Burasi Fatih lan, Kürdistan dedirtmeyiz
“Yürüyüş sırasında kullanacağımız dövizler ve Roboski şehitlerinin resimleri bulunan afişler caminin duvarına dizilmişti. Bir lokma bir şey yiyeceğiz, sonra dövizlerimizi alıp yürüyeceğiz. Öyle sanıyoruz. Bir anda avluya 6-7 adam doluştu. "Burası Fatih lan, burada Kürdistan lafı ettirmeyiz" diye bağırıyorlardı. Hayatımda hiç görmediğim büyüklükte sopalar ve satır benzeri bir bıçak vardı. Elimde ekmeğim, Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Abi’nin yanına koştum. Ona bir şey olmasın diye. Çevremizi sardılar. Şalvarlı, sakallı bir adam ‘Ümmetin yolu Kürdistan’dan geçer’ yazılı dövizi alıp yırttı. Arbede başladı. Ben de o arada, ‘Siz tarih okuyun da Kürdistan’ın ne olduğunu öğrenin’ diye bağırıyorum. Sonuçta Mazlum-Der’li gençler olayı çok başarılı bir şekilde yatıştırmayı başardı. Tamam dağılıyoruz, sakin olalım diyerek. Adamlar söylene söylene, tekbirler getirerek gittiler. Ancak onlar gittikten sonra polis geldi. Şunu anladım ki Fatih özgür değil. Fatih Camii özgür değil.”
Saldırganlar bilinen kişilerdi ama...
Arbede sırasında Mazlum-Der üyeleri arasında yaralananlar vardı. Polise gidip şikâyetçi oldular. Elbette bir sonuç yok. Zaten Hüda Kaya bu olayın tuhaf bir organizasyonun ürünü olduğunu düşünüyor: “Aramızdan birileri olayı videoya almış. Sonradan izlediğimizde gördük ki bir polis telsizi sesi geliyor mütemadiyen. Yani olay cereyan ederken aslında sivil polisler aramızdaydı ve engel olmadılar. Üstelik sonradan öğrendik ki o 6-7 saldırgan esnaftan, tanınan, bilinen kişilermiş. Çünkü bir anda gidip koca bir Türk bayrağı tedarik ettiler. Onu da esnaf vermiş. Sonuçta bu olaya resmen göz yumuldu. Organize olarak. O günden beri ben de sosyal medyada tehditler, hakaretler alıyorum. En son e-mail adresim de bir biçimde iptal edildi. Herhalde birileri halletti. Şu anda erişimim yok. Ben bu olayın çok ciddi olduğunu düşünüyorum. Fakat şaşılacak şey, muhafazakâr basında tek bir satır haber olmadı. Sanki susma yemini etmişler. Roboski’ye adalet istedik diye şimdi biz suçlu olduk. Fitne çıkarıyormuşuz. Ben bir de Kürt olsaydım başıma neler geleceğini tahmin bile etmek istemiyorum.”
Allah terbiye için elçi gönderse İslam ümmetini seçerdi
Hüda Kaya çok tedirgin, çok keyifsiz, çok endişeli. Hiçbir dönem bu ülkenin ‘sahipleri’ olduğunu zannedenlerle anlaşamıyor. Burun buruna geliyor, itişmek zorunda kalıyor. En sade insan haklarını savunduğu için. Demek ki bu ülke böyle. Hüda Kaya’nın katiyen rahat hissedemeyeceği bir toprak parçası olmayı başarıyor:
“28 Şubat dönemlerinde bir gün böyle bir dua okuyacağımı söyleseler hayatta inanmazdım. Ama geçen akşam şöyle mırıldandım... Allahım bizi dindar zalimlere karşı koru, dedim. Bu dua yüreğimden nasıl döküldü şaşırdım.
Aylardır inanılmaz bir gerilim ve savaş dili var Türkiye’de. Mezhebi gerilim, etnik gerilim, bölgesel gerilim. Hepsi arttırılıyor. Başbakan’dan gazetecilere karşı tehdit geliyorsa Fatih’teki adamlara hiç şaşırmamak lazım. Tepeden başlayınca, halk da eline sopa alıp farklı düşünenlerin üstüne yürümeyi meşru görüyor. Başbakan benim izin vermediğim şeyleri yazamazsınız diyorsa mahallenin kabadayısı da hâkim biziz diye üstüme yürür. Doğaldır yani.”
“Benim gibi düşünen çok az dindar var” diyen Hüda Hanım’a sordum. Kaç çeşit dindar var?
“Sınıflandırma yapmak istemem ama şunu diyebilirim; eğer Allah yeniden bir elçi gönderecek olsa İslam ümmetine, bugünkü bu din anlayışına sahip olan Müslümanlara gönderirdi. Onları terbiye etmek için. Çok samimi söylüyorum. Bakın peygamberlere. Kendilerinin dindar olduğunu iddia eden sınıflara karşı gönderilmişlerdir. O dönemlerdeki din sınıfının bağnazlığını, yobazlığını alın getirin, bugünküne oturtun. Uyar. Müslüman bir isim ve etiketle cenneti garantilediklerini sanıyorlar, ne hikmetse. Dün başımızdaki zalimlere karşı mücadele ederken bugün zalimler kardeşlerimiz oldu. Ne acı. Ama gerçekten din inancı olanlar buna da karşı durmayı bilecektir. Ben yine Roboski diyeceğim. Çünkü yeryüzünde adaleti haykırabildiğimiz kadar varız. Benim inandığım din, kitap bunu söylüyor. Ben Kuran’la ne kadar tanıştıysam içimdeki tabuları o kadar yıktım.”