11 Aralık 2015 17:32
Türkiye’nin en önemli matematikçilerinden Prof. Dr. Ali Nesin, "İnsanlara dışkı yedirmek işkence değil" diyen Prof. Dr. Celal Şengör için “Bizim değerimizdir” dedi ve ortalık karıştı. Entelektüel camiadan, Ali Nesin’e gelen tepkiler giderek büyüdü ve Aziz Nesin Vakfı destekçilerinin bir kısmının bağışlarını sonlandırmasına kadar vardı
Ali Nesin’in yazdıklarını ilk okuduğumda çok sinirlendim.
O sinirle Twitter’a koştum.
140 karaktere ne kadar öfke sığdırabilirsem sığdırdım.
Gönder’e basıp rahatlayacaktım ki bir şey beni durdurdu.
Ali Nesin ne anlatmaya çalışıyordu?
Herhalde birden 180 derece dönüp bir faşiste dönüşmüş olamazdı.
Herhalde Şengör’ü savunmanın kendisine neye mal olacağını da bilirdi.
O halde ne yapıyordu Ali Nesin?
İfade özgürlüğünün tarihteki en anlamlı özeti olan cümlenin izinden gidiyor olabilir miydi?
“Söylediklerinizin hiçbirine katılmıyorum fakat bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım...”*
Tweet’imi sildim ve hocanın yanına gidip, “Lütfen anlatın” dedim.
* *Sözün Voltaire’e ait olduğu sanılır. Ancak onun ömür boyu sürdürdüğü ifade özgürlüğü mücadelesini kaleme alan bir yazarın, Voltaire’in yaşam öyküsünü yazarken kullandığı bir cümledir.
Ali Nesin ne demişti?
“Geçenlerde Celal Şengör gereksiz ve saçma sözler sarfetti ya. Hemen birileri bunu fırsat bilip Amerikan Bilim Akademisi'ne yollanmak üzere imza kampanyası açmış. Şengör'ü Akademi'den attırmak istiyorlar. Bana da geldi imza isteği. Tek cümleyle yanıtladım: Haddinize değildir! Anlaşılmamış olacak ki ne demek istediğim soruldu. "Dersinize çalışın!" dedim bu sefer. Çünkü benden imza isteyen bir doktora öğrencisiydi. Celal Şengör ABD Bilimler Akademisi'ne, Avrupa Akademisi'ne de seçilmiş ilk vatandaşımızdır. Rus Akademisi'ne Fuat Köprülü'den sonra seçilmiş ikinci vatandaşımızdır. Sizi, bir bilim insanının bu kadar başarıyı elde etmesi için ne kadar çalışmış olabileceğini düşünmeye davet ediyorum. Celal Şengör bizim değerimizdir. Ne yapsa, ne etse bizim değerimizdir. Fazıl Say da, Orhan Pamuk da öyledir. Bu kişilere öyle ağız dolusu laf edemezsiniz. Bin defa haklı olduğunuza inansanız da edemezseniz. Oturun ve ‘o kim, ben kim, o hayatta ne yaptı, ben ne yaptım’ diye bir düşünün. Yani haddinizi bilin.”
Kendinizi yanlış mı ifade ettiniz yoksa söylediklerinizin arkasında mısınız?
Önce bu demeçleri nasıl bir ortamda ve kimlere verdiğimi anlatayım. Facebook sayfamda her kesimden, her ideolojiden, her inançtan yaklaşık 30.000 takipçim var. Bir de takipçim olmadan takip eden on binlerce kişi var. Konuyu sürekli saptıranlar, çok sık densizlik yapanlar dışında kimseyi engellemiyorum. O sayfada düşüncelerimi paylaşıyorum. Bazen birilerini kızdırmak istiyorum, kimileyin şeytanın avukatlığını yapıyorum. Bazen de dalga geçiyorum, yani eğleniyorum. İnsanları irkiltmek, dürtüklemek de hoşuma gidiyor. Sorguluyorum, sorguluyoruz yani. Tahmin edersin ki sıradan şeyler paylaşmıyorum, illa ki bir tartışma yaratacak konular paylaşıyorum. Ben konuşmayı pek sevmem, iyi konuşamam da, ama yazmayı severim. Günün yorgunluğundan sonra bir iki saat Facebook’ta dalga geçmek benim gibi gün boyunca pek kimseyle görüşmeyen biri için iyi oluyor. Muhtemelen Alzeimer’ı da geciktiriyorum! Sanırım gayet sempatik ve sıcak bir sayfa. Bir nevi demokrasi duvarı oldu sayfam. İşte Celal Şengör’le ilgili açıklamalarımı bu sıcak ve içten bulduğum ortamda yaptım. 70 milyona yapılmış açıklamalar değildi. Sanırım hak etmediğim bir üne kavuştum ve buna henüz alışamadım. Umarım alışmam da. İnsanın sözlerini hep tartmak zorunda kalması iyi bir şey değil. Bileydim sözlerimin 70 milyona dağılacağını, aynı şeyleri savunurdum tabii ama muhatabımı açık bir biçimde belirleyip kendimi başka türlü ifade ederdim.
“Bu kişilere öyle ağız dolusu laf edemezsiniz. Oturun ve ‘o kim, ben kim, o hayatta ne yaptı, ben ne yaptım’ diye düşünün” diyorsunuz. Diyarbakır’da dışkı yemek zorunda bırakıldığı için hayatının geri kalanında hiçbir şey yapamamış bir insan Celal Şengör’e ağız dolusu laf etme hakkından mahrum mu kalır?
Onlar laf etsinler! Haklarıdır. Zaten ben Celal Şengör’ün bok yedirmenin işkence olmadığına inandığına inanmıyorum. İnanmıyorum değil, biliyorum. Bizdeki akıl onda yok mu sanki? Bu kadar basit bir şeyi herkes biliyor da bir Celal Şengör mü bilmiyor? Bilmiyorsa zaten, ciddiye alınmaması gerekir, konuşmaya bile değmez. Aklı sıra şaka yapıyor, ya da ne bileyim dalga geçiyor, zıpırlık, ergenlik, hafiflik yapıyor. Ayıp bir şey tabii yaptığı, hiç doğru değil. 12 Eylül’ün yaraları hâlâ sıcak çünkü. Ama adamın zekâsına güvenelim: Bok yedirmenin işkence olduğunu o da biliyor.
Bir kişinin mesleki hayatında gösterdiği başarı çok olunca yani özetle CV’si uzun olunca o kişinin insan hakkı ihlali içeren konuşmaları ‘’zıpırlık’ olarak mı değerlendiriliyor?
Celal Şengör insan ihlali içeren bir konuşma yapmamış ki. “Kürtler bok yedirilmeyi hak eder” mi demiş? “Kürtlere işkence edelim” mi demiş? Hayır. “İyi ki öyle olmuş” mu demiş? Yoo… Ben nefret söylemi görmüyorum. Ama savunulmaz bir dönemi savunurken işi hafife alıyor. Belli ki o günlerde yaşanan sorunları içinde hissetmiyor. Patavatsızlık ve saygısızlık aslında. O da zaten bunu beyan etti.
Siz Diyarbakır’da bok yedirilmiş insanlardan biri olsaydınız yine de Şengör’ün söylediklerini nefret söylemi kapsamında bulmaz mıydınız?
Benim savunduğum Celal Şengör’ün dediği gibi bok yemenin işkence olmadığı filan değil, bu belli galiba, öyle değil mi? Aman bir yanlış olmasın da... Şimdi meramımı anladığını varsayarak soruyu anladığım biçimde bir örnekle ele alayım. Biri benim çocuğumun kolunu koparsa, o kişiyi bin parçaya ayırırım. Hem de bunu yavaş yavaş yaparım ki iyice acı çeksin, yavaş yavaş can versin, hatta hiç can vermesin de eceliyle geberinceye kadar parçalara bölünsün... Ama bu benim yaptığım hukuk olmaz, adalet olmaz, benimkisi öç almak olur. Hukuk, işte tam bu nedenden, insanlar öç almasınlar diye vardır. Aksi halde, yani vereceğin cezayı mağdura sorarsan, o zaman bu hukuka değil, linçe girer. Duygusuz olmak iyi bir şey değil tabii ama duygusallık balçığına saplanmak da bir o kadar kötü. Cevap da vermek istemiyorum.
Sizden imza isteyen doktora öğrencisine “Haddinize değil, dersinize çalışın” dediniz. Elit zümreyi eleştirebilecek olanlar sadece o zümreden kişiler mi yani?
Bir dakika… Ne hadlerine değil? O öğrenciler Celal Şengör’ün Amerikan Bilimler Akademisi’nden atılması için girişimde bulunuyorlardı. Herkesi kendileri gibi bildiklerinden Amerikan Akademisi’nin kampanya metnini okur okumaz “Vay alçak” diyeceğini sanıyorlar… Amerikan Bilimler Akademisi ne kadar tüyler ürpertici olursa olsun, hiçbir üyesini düşüncesinden dolayı üyelikten atmaz. Bu toylar orasını da Türkiye gibi sanıyorlar. Geri kalmış ülkenin geri kalmış öğrencisi!
Öğrencilerinizden biri sizin söyledikleriniz üzerine şöyle dedi: “Heidegger'e Nazi Partisi'yle ilişkisinden dolayı eleştiri yapılmamasını istemek gibi bir şey bu.” Ona hocası olarak ne cevap vereceksiniz?
Bir defa ben eleştiriye karşı değilim. Linç kampanyasına karşıyım. Elbette herkes eleştirilebilir, herkese karşı çıkılabilir, tepki gösterilebilir, ama bir yere kadar. Orhan Pamuk’un, Murat Belge’nin, Celal Şengör’ün düşüncelerine karşı çıkarken düğmelerini iliklemek, kendine çeki düzen vermek, iki üç defa düşünmek zorundasındır. Her önüne gelenin her ağzına geleni söylemeye hakkı yoktur.
Yani sonuna kadar haksız da olsalar, entelektüelleri eleştirirken üç kez düşünmek zorunda mıyız?
Bak, haklı olmakla baş edebilmek çok zordur. Birini ezmek istiyorsan, ona karşı yüzde yüz haklı çık, kaçış yeri bırakmayacak biçimde haklı çık. Haklı olan kişi mütevazı olmalıdır. Çünkü haklı olmak insana büyük bir güç verir ve bu gücü kontrol etmezsen karşındakini alabildiğine ezebilirsin. Bu da etik açısından nereden baksan yanlış bir davranıştır. Twitter’da arama yaparsan Celal Şengör’e hangi tonda ve ne kadar edepsizce şeyler yazıldığını görürsün. Benim adımı da arayabilirsin, şaşacaksın gördüğün ifadelere. Orhan Pamuk’u aramadım, ama eminim ararsan edilmedik küfür yoktur. Ayıp diye bir şey var. Herhangi birine o tonda yazmak, o sözleri söylemek ayıptır da, Celal Şengör’e söylemek daha bir ayıptır. Kendini haklı sanan âdeta bir IŞİD militanına dönüşüyor! İnsanlar pusuya yatmışlar, birbirlerinin yanlışını arıyorlar. Yanlışla besleniyorlar, yanlışobur diyorum ben bunlara. Ama mesela Celal Şengör doğru yapınca onlar ne yapıyor? Susuyor.
Mesela ne oldu da sustular?
Belki biliyorsundur, 5-6 yüzyıl gecikmeyle de olsa artık bizim de bir bilim akademimiz var, TÜBA. Birkaç yıl önce TÜBA’nın işleyiş koşulları değişti. Artık TÜBA üyelerini hükümet atıyor. Dünyada bir ilktir sanırım. Dünyanın her yerinde akademi üyeleri kendi üyelerini belirler, devlet karışmaz. Zaten öylesi devletin de işine gelir, çünkü devlet, akademilerden bilimsel konularda yardım ister, akademilerin bağımsız ve nesnel bir göz olmasını ister, bu yüzden akademiler dünyanın her yerinde tamamen özerktir. Türkiye dışında… Bunun üzerine TÜBA üyeleri başkaldırdı ve birçoğu istifa etti. Celal Şengör de istifa edenler arasındaydı. Şöyle bir demeç verdi gazetelere: “Kendi üyelerini seçemeyen, politik güce bağlı bir bilim akademisi olamaz. Böyle yaparlarsa dünyayı kendilerine güldürürler. Böyle giderse Dünya Bilimler Akademisi ile herhangi bir bağları da kalmaz. Şimdi TÜBA’da kalan bazı bilim adamları var. Ve biz mücadelemizi içerde devam ettireceğiz diyorlar. Böyle bir şey olamaz. Bu, güce tutunmaktan başka bir şey değildir. Bazı arkadaşlar yalnızca yıllık verilen 20 bin TL’den vazgeçemiyorlar. Bu ayıptır, artık TÜBA bitmiştir.” Celal Şengör’ün bu erdemli ve onurlu davranışından kaç kişinin haberi var? Bu yüzden onu kutlayan oldu mu? İyi bir şey yaptığında kimsenin umurunda olmasın, ama en küçük bir yanlış harekette herkes üstüne yüklensin. Doğru mu bu?
Siz Celal Şengör’ü bireysel olarak hiç ama hiç tanımasaydınız da aynı tepkiyi verir miydiniz?
Ama ben Celal Şengör’ü bir defa bile görmedim. Hiç yüz yüze gelmedik. Telefonda da konuşmadık. E-postalaşmadık da. Yani hiçbir irtibatımız olmadı bugüne kadar. Seninle konuştuğumuz iyi oldu. Konuşarak, yazarak doğruyu yanlışı daha iyi anlarız. Bu vesileyle Celal Şengör o dönem hakkında belki daha derin düşünür. Ve bu vesileyle belki biz diğerlerimiz ifade özgürlüğünü ve tepki biçemimizi gözden geçiririz. Böylesine sert tepkiler insanları korkutur, pısırık yapar, konuşmaktan uzaklaştırır. Bu iyi değildir.
© Tüm hakları saklıdır.