Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, bugün Meclis'ten geçmesi beklenen Irak ve Suriye konusunda birleştirilmiş tek tezkereye ilişkin olarak, "Tezkere, TSK’nın sınır dışına asker çıkarmasına ve yabancı askerlerin Türkiye topraklarını kullanmasına izin veriyor. Bu, Türkiye’nin savaşa girmesi demek, tezkere geçerse büyük bir hata olur" dedi. Bulaç, "Son üç senedir zaten itibarı yerlerde sürünen Türkiye, 2 Ekim tezkeresiyle kendi topuğuna kurşun sıkmış olacak" ifadesini kullandı.
Bulaç'ın Zaman'da "Tezkere geçmemeli" başlığıyla yayımlanan (2 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Müslümanların birbirini katlettiği bir savaşın içindeyiz. Amerikan uçaklarının koalisyon ortaklarıyla başlattığı bombardımanın kaç bin ocağı söndürdüğünü bilemiyoruz.
Amerika ve Batı Afganistan ve Irak’ta acımasızca Müslüman öldürdü. Şimdi Müslüman toplumun dokusunu bozup etnik ve mezhebi temelde ayrıştırıp çatıştırıyor. Suriye’de sadece havadan bombalayıp kara işini yine Müslümanlara bırakmak istiyorlar: “Eğit, donat”, çatıştır! Savaşları hava bombardımanları bitirmez, sonuç kara çatışmalarında alınır. Kara harekâtının en önemli aktörü/fedaisi olarak da Türkiye düşünülüyor.
Bugün Meclis’in oylamasına sunulan tezkere, TSK’nın sınır dışına asker çıkarmasına ve yabancı askerlerin Türkiye topraklarını kullanmasına izin veriyor. Bu, Türkiye’nin savaşa girmesi demek.
1 Mart 2003 tezkeresinin gündeme geldiği durumla karşı karşıya bulunuyoruz. Belirtmek lazım, tezkere geçerse büyük bir hata olur. Türkiye’nin Amerika’nın komutuyla oluşturulan koalisyona katılıp Suriye topraklarına asker çıkarması ne Suriye yönetimini, ne Kürtleri ve Arapları memnun edecek. Özellikle IŞİD üzerinden kendilerine yeni bir devlete sahip olduklarını düşünen Sünni-Araplar bundan asla hoşlanmayacak. Kral ve emirlerin Amerika’nın yanında saf tutmuş olmaları Arap halklarının bundan hoşnut olduğu anlamına gelmiyor. Türkiye’ye bölgede 2011 yılına kadar büyük itibar kazandıran 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmemesiydi. Son üç senedir zaten itibarı yerlerde sürünen Türkiye, 2 Ekim tezkeresiyle kendi topuğuna kurşun sıkmış olacak.
Amerika’nın tek derdi IŞİD değil. BOP’un yürürlükte olan planına göre zaten Irak-Suriye hattında Şii ve Kürt devleti yanında bir “Sünni Arap devleti” yer alıyordu. İleride Ürdün’ün de buna katılmasıyla son tahlilde, tarihi Filistin toprakları üzerinde yaşayan milyonlarca Filistinlinin bu yeni devlete transferi –aslında tehciri ve tenkili- planlanıyor. Amerika’yı bölgeye geri getiren faktör, IŞİD’in Erbil’e 15 km kadar yaklaşması ve Kuzey Suriye’de Kobani/Aynu’l Arab bölgesini topraklarına katmak istemesidir. Tabii ki Kürtler gibi IŞİD de, bir kara parçası üzerinde Ürdün’ün yüzölçümüne yaklaşan devleti, başka bir deyişle Şiilerden ve Kürtlerden kopan Sünni-Arap devleti de Akdeniz’e açılmak istiyor. Kuzey Suriye’nin önemi denize açılan koridor olmasıdır.
Türkiye’nin hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle Suriye’ye girmesi halinde Esed yönetimi, IŞİD ve Kürtlerle (PYD, yani PKK ile) çatışmayı göze alması demektir. Esed’e yönelecek bir tehlike tıpkı 2011’deki gibi İran’ı, Irak’ı ve Hizbullah’lı Lübnan’ı Türkiye’nin aleyhine geçirecektir. Türkiye, Suriye’de vekalet savaşını kaybetmiştir. Doğrudan veya dolaylı yollardan destek verdiği muhalif gruplar, özellikle Nursa cephesi, Ahraru’ş Şam ve İhvan da Amerika’nın hava bombardımanından büyük hasarlar almakta, bu da Esed’i güçlendirmektedir.
PKK’nın Türkiye’nin Suriye’ye girmesine karşı olduğu açıktır, bu zaten pamuk ipliğine bağlı “çözüm süreci”nin ebediyen sona ermesi ve yeni çatışma döneminin başlaması anlamına gelir. Irak, Suriye ve Türkiye Kürtleri Türkiye’den iyice kopar. Bu hafta İran, uçak dolusu ağır silahı eğitmenleriyle Barzani’ye ve PYD’ye gönderdi. Barzani İran’a teşekkür etti. Kürtler şöyle düşünüyor: Türkiye ile petrol alışverişi yapılır belki ama dostluk ve ittifak kurulmaz.
IŞİD’in de Türkiye’nin kendisine hasmane tavır alması dolayısıyla boş duracağını bekleyemeyiz. Birince halkada Esed’i, ikinci halkada İran, Irak ve Lübnan’ı kendine hasım hale getirecek olan Türkiye’nin üçüncü halkada Rusya ve Çin’i de karşısına alacağını hesaba katmalıyız.
2011’den beri Türkiye’nin dış politikası A’dan Z’ye yanlış. Yanlışta ısrar ediliyor.
18 Şubat 2003 tarihli yazımı şöyle bitirmiştim: “Milletvekilleri bireysel vicdanlarına dönüp şunu düşünmeliler: Liderleri yanlış yapabilir, olmayacak angajmanlara girmiş olabilir. Ama ‘öyle bir gün’ gelir ki şunu derler: ‘Allah’ım, liderlerimiz bizi yanılttı, biz sadece onlara uyduk, bizi bağışla!’ O ‘Büyük Gün’ alacakları cevap şu olacaktır: ‘Liderlerinize uymasaydınız. Hak ettiğiniz azabı tadın!’ Sayın milletvekilleri! ‘O Gün’ü düşünün!”
Sayın milletvekilleri ağır sorumluluk altındasınız, lütfen Türkiye’nin bu cehenneme girmesine izin vermeyin. Bu akim, yanlış, hatalı dış politikanın kökten değişmesi için elinizden geleni yapın.