Gündem

Ali Bulaç: Diyanet'in Süleyman Şah töreni ürpertici, pagan inançlarını hatırlatıyor

'44 askerin 44 bin türbe ve mezardan daha değerlidir'

26 Şubat 2015 13:08

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, muhalefetin ağır bir dille eleştirdiği Şah Fırat operasyonuna ilişkin olarak, “Süleyman Şah’ın na’şını üçüncü defa taşımak tam bir hurafe ve komik bir hükümet müsameresidir” dedi. “928 sene önce vefat etmiş bir zatın geriye etinden ve kemiklerinden zerre kalmaz” diyen Bulaç, “Cem Sultan’dan Mithat Paşa’ya, Talat Paşa’dan Enver Paşa’ya, S.Halim Paşa’dan Cemalettin Efgani’ye veya Prens Sabahattin’e yapılan nakl-i kuburların İslami bir temeli yoktur. Kişi, kıyamette şu veya burada dirilip ayağa kalkacak, yaptıklarının hesabını verecektir” ifadelerini kullandı. “Hükümetin Süleyman Şah Türbesi’ne düzenlediği operasyonun meşru tek sebebinin 44 askerin kurtarılması olduğunu” söyleyen Bulaç, “44 askerin 44 bin türbe ve mezardan daha değerlidir” dedi.

Bulaç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu konuda halkı bilgilendirmesi gereken Diyanet bu hurafe ve bid’at müsameresine yeni hurafeler kattı. Şanlıurfa Müftülüğü, taşınan sanduka etrafında “dini tören” düzenledi. 928 sene önce vefat etmiş bir zatın sandukası önünde Yasin okudular, bir de pagan inançları hatırlatan ürpertici törenle Suriye’den getirilen toprağı sandukanın etrafına koydular."

Bulaç’ın Zaman’da “Kutsalın suiistimali” başlığıyla yayımlanan (26 Şubat 2015) yazısı şöyle:

 

Kutsalın suiistimali

 

Varlık âlemi Allah’ın “Kün (Ol)!” emrinin yaratması dolayısıyla kutsaldır, kutsal dışı (profan), Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti dışında kalan toplu iğne miktarınca laik-seküler alan yoktur.

Âlem Nefesürrahman’dır. Ancak varlığın kudsiyeti kendinde içkin olup her yerde ve her demde tezahür etmez. Tezahür ettiği yerler ve zamanlar bize sadık haberle bildirilir. Bu açıdan birilerinin kendinden menkul keramet ve değerlendirmelerde bulunup şu veya bu mekânı, varlığı, obje ve zamanı “kutsal” ilan etmesi İslam akaidi açısından hükümsüzdür. İnsanlar kendi değerlendirmeleri ve kabullerince kutsallıklar icad edip ilan edeceklerse o şeyleri pagan inançların eseri olurlar ki, hakikat değeri olmayan kutsallıklara animistlerde ve totem inançlarında bolca rastlanır.

Kutsal (mukaddes) temiz, arınmış ve ilahi berekete mazhar olmuş demektir. Allah’ın takdis edilmesi her türden kirden; tesbih edilmesi de her türden eksik ve noksan sıfatlardan tenzih edilmesidir. Üç mescid kutsaldır; Mekke’deki Mescid-i Haram; Medine’deki Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa. Cuma günü mü’minlerin ve yoksulların bayramıdır, Kadir gecesi zikir, ibadet, tefekkür ve dualarla ihya edilir; aylardan Ramazan da özeldir. Tur Dağı kutsaldır, çünkü yüce Allah “mukaddes” olduğunu bildirmiştir. Uhud Dağı konusunda güvenilir rivayetler vardır. Kısaca Kur’an ve sahih hadislerin dışında kalan kutsallar insanların uydurdukları bid’at ve hurafelerdir.

Sahabe, büyük İslam alimleri, şehitler ve salih insanlara hürmet gösteririz ama onları kutsallaştırmayız. Kişi öldükten sonra dünya ile ilişkisi kesilir, dönüp de bizim hayatımıza müdahale edemez, bize ne zararı dokunur ne faydası. Kimse bizimle Allah arasında aracı da olamaz, biz doğrudan kalbimizi Allah’a açar, dileklerimizi arz ederiz. O, davete icap edendir. Bu açıdan İslam dininde tevessül, tasarruf ve tavassuta giden kapılar kapalıdır. Bu konuda Şii gelenekler ile Anadolu Müslümanlığı fazlasıyla aşırıya gider, türbe ve yatırları, bazı mekân ve zamanları kendilerinden menkul rivayetler ve kabullerle kutsal ilan ederler.

Şu var ki, mezarları ziyaret edip dua okumak, ölülere selam vermek de sünnettir; istimdada, tevessüle, tasarruf ve tavassuta kaçmadıkça güzeldir. Bu konuda da Vehhabiler ve davetçi/askeri selefiler aşırıya gidip türbe ve mezarları havaya uçururlar, bu arada onlarca insanı öldürürler. Bu da Şiilik ve Anadolu Müslümanlığının ifratına karşı Vehhabi-Selefi tefrittir. Üstad Said Nursi, teşhisi doğru koymuştur: Bu bir kader-i ilahidir ki, ifratı tefritle ta’dil etmek istedi.

Doğru olanı, ne ifrat ne tefrittir; “usuli selefiler”in yaptığı gibi usuletle ve suhuletle anlatıp orta yolu takip etmektir.

Hükümetin Süleyman Şah Türbesi’ne düzenlediği operasyonun meşru tek sebebi, orada mahsur kalmış bulunan 44 askerimizin kurtarılmasıdır, 44 asker 44 bin türbe ve mezardan daha değerlidir. Bunun dışında Süleyman Şah’ın na’şını üçüncü defa taşımak tam bir hurafe ve komik bir hükümet müsameresidir. 928 sene önce vefat etmiş bir zatın geriye etinden ve kemiklerinden zerre kalmaz. Zaten taşınan da kemik filan değil, sandukadır. Arkasından sanduka ile “vatan” sıfatını kazanan türbeyi bombalayıp harabeye çevirmek, kendi icat ettiği kutsalı kendisi tahrip etmektir ki, bu da diğer bir müsamere idi. Yetmedi, hükümet yurtdışında “yeni kutsal toprak” icat etti, bu da Suriye’de PYD’nin hükümranlığı altında ve şahıs mülkü olan Eşme oldu. Cem Sultan’dan Mithat Paşa’ya, Talat Paşa’dan Enver Paşa’ya, S.Halim Paşa’dan Cemalettin Efgani’ye veya Prens Sabahattin’e yapılan nakl-i kuburların İslami bir temeli yoktur. Kişi, kıyamette şu veya burada dirilip ayağa kalkacak, yaptıklarının hesabını verecektir.

Bu konuda halkı bilgilendirmesi gereken Diyanet bu hurafe ve bid’at müsameresine yeni hurafeler kattı. Şanlıurfa Müftülüğü, taşınan sanduka etrafında “dini tören” düzenledi. 928 sene önce vefat etmiş bir zatın sandukası önünde Yasin okudular, bir de pagan inançları hatırlatan ürpertici törenle Suriye’den getirilen toprağı sandukanın etrafına koydular.

Ağır milliyetçi bir dil ve retoriğin hükmünü icra ettiği bir döneme giriyoruz. Dinin ve kutsalın suistimaline karşı teyakkuz halinde olmalıyız.