Zaman yazarı Ali Bulaç, İslami yorum ve algı bakımından Sünni kaynakların tarif ettiği Hz. Ali, Şia’nın Ali tasviri ve tasavvuru, Alevilerin mitolojik Ali’si olarak 3 farklı Ali’nin bulunduğunu savunarak “Sorun büyük ölçüde Alevilerin benimsediği 'mitolojik Ali' tasavvurundan kaynaklanıyor” yorumunda bulundu.
Bölgedeki çatışmalara çözüm üretilmesine Hz. Ali’den başlamak gerektiğini savunan Bulaç “Bunun için öncelikle İslam’ı, Ehl-i Beyt’i ve Ali’yi siyasilerin sömürü sahasından çıkarma mecburiyetimiz var. Sünniler Ali’yi tarihin, Aleviler mitolojinin mezarlarına gömmüşler.
“Mitolojik Ali” tasavvuruyla yaşayan bir Alevi ile Ali’nin davasını anlamamış, vicdanında onu Muaviye’yle eşitleştirmiş bir Sünniyi nasıl bir araya getireceğiz? Hangi dili kullanacağız?” ifadelerini kullandı.
Ali Bulaç’ın Zaman gazetesinde “Ali’de Buluşmak” başlığıyla yayımlanan (22 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Bazı Alevi aydınları tarihte yaşamış Hz. Ali’nin “Aleviliğin Ali’si” olmadığını biliyorlar.
Dinler, mezhepler kendilerini aşkın, kutsal bir kaynağa veya şahsa refere ederek varlıklarına bir zemin bulmaya çalışırlar. İki semavî dinin referansı Hz. Musa (Musevilik) ve Hz. İsa (İsevîlik)’dır. Semavî olmayan diğer dinlerde de kurucular, merkezî kutsal şahsiyetlerdir. Zerdüşt, Budha, Konfüçyüs vs.
İslam, bir şahsa refere edilemez. İslamiyet’in kaynağı Kur’an ve sünnettir. Bu yüzden İslamiyet’e “Muhammedîlik”, Müslümanlara da “Muhammedî” denemez.
Sünnilerde ve Şiilerde vurgu farklıdır. Sünniler “sünnet”i, Şiiler Ehl-i Beyt’i öne çıkarırlar. Şiiler ile Aleviler, Ehl-i Beyt konusunda ittifak içindelerse de, vurgularında farklılık söz konusudur. Şiilerin ana vurgusunda Ali kadar Hüseyin, bazan daha çok Hüseyin göze çarparken, Alevilerde öne çıkan Ali’dir, Hüseyin Ali’yi takip eder. Ortada “üç Ali” var:
a) Sünni kaynakların (hadis ve siyer) tarif ettiği Hz. Ali (radiyallahu anh ve kerremallahu vechehu).
b) Şia’nın Ali tasviri ve tasavvuru.
c) Alevilerin mitolojik Ali’si. Şiilerin Ali’si, Alevilerin Ali’sinden Sünnilere daha yakındır.
Sorun büyük ölçüde “mitolojik Ali” tasavvurundan kaynaklanıyor. Tarihsel olarak yazılı kaynakların tasvir ettiği Ali bu değil, şifahi-ümmi gelenek içinde yaşamış Anadolu halkının yüzyıllar içinde kitabî İslam’dan kopuk olarak muhayyilesinde inşa ettiği Ali bu. “Doğru Ali” tasavvuru için Sünni ve Şii hadis kaynakları ile İbn İshak, İbn Hişam vd. siyer kaynaklarına ihtiyaç var. Bu konuda Nehcu’l-Belağa da ihmal edilir bir kaynak değil. Bu muhteşem metnin Şii şerhleri yanında Sünni Muhammed Abduh ve Suphi es-Salih’in şerihleri de var. Niyet iyi, gelecek perspektifi sağlam ve bakış açısı doğru olursa, Sünnilerin ve Şiilerin ortak kaynaklarda buluşmaları imkânsız değil. Büyük ölçüde zorluğu ortaya çıkaran siyasî faktörlerdir. Her ne olursa olsun, bu faktörlerin dışına çıkma cesaretini gösterip İslam dünyasının geleceği için yeni bakış açıları geliştirme zarureti var.
Tarih, kaderimiz değildir. Ve biz atalarımızın yaptıklarından sorumlu da değiliz. Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in kavgası Allah rızası için olmadığı gibi, bugünkü bölgesel siyasî çekişme ve rekabetler de Allah rızasına matuf değildir. Öyle olsaydı, iki filin tepişmesi sonucunda milyonlarca Suriyeli bu halde olmaz, Irak’ta akan kan dururdu. Çaldıran Savaşı da ne Sünni-Şii kavgasıydı, ne Türk-Fars savaşıydı. “Bu cihan iki hükümdara dar gelir, birimizden biri hükümdar olacak.” diyen iki Türk hükümdarının savaşıydı. Biri şah’tı, diğeri padişah’tı. İkisinin hükümdarlık kavgasında “kullarım” dedikleri on binler nahak yere öldü. Çaldıran ve benzeri savaş ve rekabetlerin tümünde Hz. Ali, Ehl-i Beyt, Ashab-ı Güzin ve elbette mezhepler istismar edilir. Ama en büyük zararı daima din görür.
Bu böyle devam etmez, belki ilk adım Ali’den başlamak lazım. Bunun için öncelikle İslam’ı, Ehl-i Beyt’i ve Ali’yi siyasilerin sömürü sahasından çıkarma mecburiyetimiz var. Sünniler Ali’yi tarihin, Aleviler mitolojinin mezarlarına gömmüşler. “Mitolojik Ali” tasavvuruyla yaşayan bir Alevi ile Ali’nin davasını anlamamış, vicdanında onu Muaviye’yle eşitleştirmiş bir Sünniyi nasıl bir araya getireceğiz? Hangi dili kullanacağız?
En önemli soru şu: Ali’yi nerede arayacağız, hangi vadide bulacağız? Elimizde güvenilir kaynak yoksa mitolojik tasvire veya Beni Ümeyye’nin cinayetlerini tolere etmemizi hedefleyen tarafgir yorumlara niçin itibar edelim ki! Kaynaklarda Ali camid vaziyette duruyor. Onu oradan çıkarıp hayatın içine sokmayı denemeliyiz. Aleviler gerçek Ali’yi adaleti, hakkaniyeti arayan fıtratlarında bulabilirler. Gerçek Ali, Sünnet’in ve Ehl-i Beyt davasının takipçisiydi.
Bu yeni bir gündür. Ne Aleviler mitolojik Ali’yle, ne Sünniler Bizans taklidi saraylardan ümmeti yönetmeye kalkışan Muaviye ile uzlaşmış Ali’yle postmodern çağın krizini aşabilirler. Ali takva ve hukukun yanındaydı, saraylara karşıydı, yoksulların ve müstaz’afların tarafındaydı. Bugün hangi vicdan ve akım sahibi Sünni, Şii ve Alevi, takva ve hukukun yanında yer almaz; israf ve debdebenin, kibrin, baskı ve yozlaşmanın yanında yer alır?