Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, “Her bir renk ve dil grubunun, dolayısıyla tabii hallerde oluşmuş kavim ve toplulukların hakları birbirine eşittir, birine az diğerine daha çok hak dağıtılmaz. Herkesin kendi dilini özgürce konuşma, her alanda kullanma hakkı vardır. Bir İslamcı iktidar, hiç düşünmeden ve herhangi bir hesapla pazarlık konusu yapmadan her kavme bu hakları tanır, çünkü bunlar ‘İslamî temel haklar’dır. Müslümanlık veya İslamcılık, ‘içi boşaltılmış dindarlık’ değildir” dedi.
Ali Bulaç’ın Zaman’da “Kürtlerin İslami hakları” başlığıyla yayımlanan (13 Ekim 2014) yazısı şöyle:
Kürtlerin İslamî hakları
Batı dünyası uzun yüzyıllar kiliseden ve yetkilerin tümünü elinde toplayan mutlakiyetçi iktidarlardan ümidini kesince, en temel haklar adı verilen 1. nesil hakları “insan hakları” adı altında geliştirdi; arkasından 2. ve 3. nesil hakları da yasalara geçirdi.
Batı, hakların referansını dinde arayamazdı çünkü dinle özdeşleşmiş kilise sorunun parçasıydı, bizzarure “din-dışı/seküler” referanslara yöneldi. Burada da aklı referans alan aydınlar, bilim adamları, filozoflar önemli rol oynadı. Gelinen noktada güçlü lobiler, devletler ve seslerini yükseltebilen marjinal gruplar -aslında artık hukukun ruhunu ve ahlakî ilkeleri çürüten- cürümleri, fısk ve fücuru da “insan hakları” kapsamına almaktadırlar. Haklar teorisi haddini aştığı için maksadının zıddını netice vermeye başlıyor.
İslam dünyasında bir haklar sorunu olduğu açık. Sadece yönetimler değil, gruplar da (mezhepler, fırkalar, cemaatler) birbirlerinin haklarını ihlal ediyorlar. Ne dinlerine göre amel ediyorlar, ne Batı'nın insan haklarını kaale alıyorlar. Türkiye'de 40 senedir sürmekte olan Kürt silahlı ayaklanmasının -bölgesel ve küresel boyutları bir yana- ana gerekçesi üç basit noktaya dayanıyor: Kürtler haklı olarak sosyo-politik sistem içinde “etnik kimlikleri”nin yok sayıldığnı, “ana dillerini” kullanma haklarının ellerinden alındığını söylüyorlar. Ortaya çıkan, gelişen ve gelişecek olan siyasi oluşumlarda “kavim olarak Kürtler”in nasıl rol oynayacakları ikinci derecede önemli konudur. Ana konu üç noktada toplanmaktadır: a) Kürtlerin sistem içinde etnik/kavim kimliklerini ifade etmelerini engelleyen tüm yasal ve anayasal engellerin ortadan kaldırılması; b) Resmî dil Türkçe yanında ana dillerini eğitim başta olmak üzere diledikleri alanda serbestçe kullanmaları; c) Bölgesel olarak sosyal ve ekonomik refah seviyelerinin yükseltilmesi. Müslüman yöneticiler dinlerine göre düşünüp siyaset yapma maharetini gösterebilseydi, bu üç hakkın tanınmasıyla ne Kürt sorunu ortaya çıkar, ne kavimler arasında bunca buğz ve husumet vuku bulurdu.
Hakların referansını Batı siyaset kültüründe ve giderek hâkim güçlerin elinde politik araca dönüşen söyleminde aramamıza gerek yok. Kur'an'ı anlayarak okuyan ve doğru anladığını hayata geçirmenin vecibe olduğuna inanan herkes bu üç hakkı teslim eder ve savunur. Şu ayet, kavim ve dil hakkının ana çerçevesini çizmektedir: “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten âyetler vardır.” (30/Rum, 22) Ayet insan ırkları, kavim ve etnik grupları arasındaki farklılıkların gökler ve yer gibi Allah'ın varlığına birer işaret ve delil (ayet) olduğunu belirtmektedir. Türümüzün her tarafına yayıldığı yeryüzü rengârenk bir bahçe gibidir, içinde envai türlü renk, dil ve başka beşerî farklar bulunmaktadır. Nasıl göklerde ve yeryüzünde çeşitli canlılar yaratılmışsa ve bunlardan insanlar, hayvanlar ve bitkiler arz üzerinde yaşıyorsa, farklı renk ve dillere sahip insan türü de maddî cevheri itibarıyla topraktan yaratılmış ve toprak üzerinde yaşamaktadır. Diller ve renkler, Allah'ın birer ayeti, O'na tanıklık eden belgeleri, işaretleridir. Dolayısıyla aralarında ayrımcılığa mesnet teşkil edecek herhangi bir fark söz konusu değildir. Kim fark gözetiyorsa ırkçılık yapmaktadır.
Her bir dil veya renk grubunun kendine özgü özellikleri, isimleri ve eğilimleri vardır. Ancak bunların tümü maddî cevherler olup birinin diğerinin üzerinde üstünlük, tahakküm veya hegemonya kurmasına meşru gerekçe teşkil edemez. Veda Hutbesi'nde Efendimiz (sas) noktayı koymuştur: “Ne beyazın siyaha, ne siyahın beyaza; ne Arap'ın Arap olmayana, ne Arap olmayanın Arap'a üstünlüğü yoktur. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır.”
Her bir renk ve dil grubunun, dolayısıyla tabii hallerde oluşmuş kavim ve toplulukların hakları birbirine eşittir, birine az diğerine daha çok hak dağıtılmaz. Herkesin kendi dilini özgürce konuşma, her alanda kullanma hakkı vardır. Bir İslamcı iktidar, hiç düşünmeden ve herhangi bir hesapla pazarlık konusu yapmadan her kavme bu hakları tanır, çünkü bunlar “İslamî temel haklar”dır. Müslümanlık veya İslamcılık, “içi boşaltılmış dindarlık” değildir.